Türk müziği üzerine bir "Böyük Serüven"
16 Şubat 2018 - 03:02İHSAN DİNDAR - Milliyet Sanat
Islandman ve Hey! Douglas gibi projelere imza atan Tolga Böyük ve VEYasin, bu kez Türk müziğinin izlerini sürmek üzere binlerce kilometrelik bir yolculuğa çıktı. 15 Şubat'ta redbull.tv adresinden yayınlanmaya başlanan Searching for Sound projesinin yapımcılığını Red Bull Media House ve Karga Seven Pictures ortaklaşa üstleniyor.
İstanbul'dan Orta Asya'daki Tuva'ya uzanan 26 dakikalık bu müzikal yolculuk hakkında projenin yaratıcıları Tolga Böyük ve VEYasin ile bir röportaj gerçekleştirdik.
Searching for Sound projesi ortaya nasıl çıktı?
Tolga: Biz Yasin ile çok eski arkadaşız ve üretim sürecimizi de birlikte gerçekleştiriyoruz. İkimizin projelerinde de Türk müziğinden motifler var. Bir de belli bir yaşa geldikten sonra ister istemez müzikal anlamda daha derinlere iniyorsun. Bizim de Yasin ile son iki üç senede müziğin köklerine olan merakımız daha da arttı. Sonra da bu projeyi bir film haline getirmek istedik. Bunun üzerinde biraz çalıştıktan sonra Red Bull TV’nin global bir formatı olan Searching for Sound’a tam olarak uyduğunu gördük ve proje haline getirdik. Red Bull’un global ekipleri tarafından da ilgi gördü. Çok beğendiler.
"Deneyimlerin peşine düşmeye karar verdik"
Müziğin tabiri caizse antropolojisine girdiniz. Kültür tarihi de var işin içinde. Buna hazırlanırken ne tür zorluklarla karşılaştınız?
Tolga: Bir ana fikrimiz vardı. İlk başladığımızdan beri yapmak istediğimiz şeye yakın çok örnek vardı. Bir yere gidip bir ses kaydı alıp ondan sonra da onu kendi müziğine sample olarak kullanmak epeydir olan bir şey. Bunun bazen iyi örnekleri bazen de bence orijinalinin değerini veremeyen örnekleri var. Bu yüzden böyle bir şeye girişirken insan ister istemez kaydettiğim sampleları değerlendirebilecek miyim ya da onu karşı tarafa nasıl aktaracağım diye düşünüyor. Bizim de en başından beri verdiğimiz karar şuydu: Zaten burada otururken internetten bir sürü ses bulabiliyorsun. Hepsi bir tık ötemizde. Onun peşinden gitmektense biz oradaki insanlarla yaşadığımız deneyimlerin peşine düşmeye karar verdik. Yani oralara gidip aşıklarla buluşup onlarla birlikte çalmak ve onlardan bir şey öğrenmek, tüm bunların sonunda da orada hiç sample kullanmasak da öğrendiğimiz şeyle yeni bir müzik yapmaktı asıl amacımız.
VEYasin: Kendi müziğimizi yaparken de aklımızda hep bir soru vardı; Biz Türk müziğine nasıl katkı sağlarız? İster Hey! Douglas ister Islandman isterse de dışarıya yaptığımız projeler olsun bu bizim kaygımızdı. Türkiye’de müzik yapan herkesin bu kaygısı olmalı. İnternette var olan ya da şu an popüler olan bir müziğin sesleri değil de kendi kültürümüzden doğan seslerle nasıl harmanlayabileceğimiz gibi düşünceler bizi araştırmaya yönlendirdi. Bu araştırmanın sonunda da böyle fikirler ortaya çıktı. Zaten biz bu çalışmayı yapana kadar da böyle bir örnek yoktu. Şu an en azından birileri için Tuva ya da aşıklarla ilgili bir şeyler yapacak olanlara ilham olur veya bir basamak olur gayesindeydik. Belgeselin içeriği de uzunluğu da insanlara ilham verici oldu diyebilirim.
Tolga: Çünkü ne kadar derine inersen in bitiremeyeceğin derinlikte bir şey. Büyük bir coğrafyaya yayılmış durumdayız.
Dediğiniz gibi Türk Müziği’nin bir ucu Tuva ise diğer ucu da Balkanlar… Birazdan oraya da geleceğim. İstanbul ayağında Cahit Berkay ile başladınız. Sonrasında aşıklar, Burdur ve Tuva. Bu seçimleri neye göre yaptınız?
VEYasin: Yaşımız gereği bizim gibi 80’lerde doğanlar için en yakın geçmiş 70’ler oluyor. Bu tamamen jenerasyonlar arası geçiş gibi bir şeydi. Cahit Berkay’ın esinlendiği aşıklar, aşıkların esinlendiği saz ustaları, onların esin kaynağı veya onları oraya getiren Yörükler. Yörüklerin de nereden geldiğine bakarsanız göçebe toplum, yani öyle bir jenerasyon serisi diyebilirim.
Tolga: Biraz zamanda geriye gitmek gibi aslında. Bunun daha fazla versiyonunu da yapabilirsin. Biz belki Cahit Berkay ile değil de başkasıyla buluşsaydık belki Balkanlara doğru olacaktı yolculuğumuz.
"Müzik halkın bir muhabbet biçimi"
Türk Müziği’nin büyük bir zenginliği var. Kırım’da da var, Kerkük’te de var, Balkanlarda da var, Tuva’da da var ve gittiği her yerden de bir şey almış. Biz tüm bu kültürlerin tam ortasındayız. Bu nasıl etkiliyor müziğimizi?
Tolga: Çok şanslı bir toplumuz. “World music” olarak tabir edilen hemen hemen tüm janrlarla bir yakınlığımız var. Müzikle çok ilgilenmeyen birine, bir Afrika müziği dinlet, tanıdık gelecektir. Bir Hint müziği dinlet çok tanıdık gelecektir. Bir Balkan müziği dinlet, zaten senden iyi biliyor olacaktır. Biz birazcık da kendimizi şanslı hissetmenin verdiği o duyguyla biraz daha içine girmeyi istedik.
VEYasin: Şans aslında burnumuzun ucunda. İnsanların bir arada oturup müzik yapması tamamen bir iletişim. Halkın bir muhabbet biçimi, bir ritüeli. Sosyal ve kültürel bir ritüel.
O halde şimdi yavaş yavaş Tuva’ya doğru gidelim. Yola çıkmadan önce Tuva hakkında bir bilginiz var mıydı?
Tolga: “Throat Singing”i (boğazdan şarkı söyleme tekniği, bir diğer adıyla “kömey”) duyduğumuzdan beri bölgeye ilgimiz vardı. Ne denli mucizevi bir şey olduğunu düşünüyorduk. Tabii, throat singing (kömey) söz konusu olduğunda karşınıza çıkan ilk yer Tuva. Orası bu işin merkezi. Bu yüzden ilk oraya gitmek istedik. Bir de Cengiz Blues diye bir film vardı. Tuva’yı dünyaya tanıtan ilk yapımlardan bir tanesiydi. Ondan ilham aldık.
VEYasin: Tuva’yı da dünyaya en çok Richard Feynman tanıtıyor aslında. Dünya üzerinde insanların yaşayabilecekleri en iyi yer olarak tanıtıyor burayı.
Tuva’da kaldığınız süre zarfında gözlemlerinizden yola çıkacak oradaki insanlarla bizim aramızda dikkatinizi çeken noktalar, bağlar oldu mu?
VEYasin: Buranın en minimal hali gibi.
Tolga: Tuva’da metrekareye düşen insan sayısı oldukça düşük. Bu da ister istemez “yalınlığı” beraberinde getiriyor. Her şey oldukça yalın. Yemekler de öyle. At orada çok önemli bir şey. Aslında Tuva müziği de bir at efsanesinden ilham alınarak ortaya çıkarılmış. Atına çok düşkün olan bir adamın öyküsü bu; Adam aynı zamanda kralın kızına aşıktır. Bu yüzden adamın atı öldürülür. Bunun üzerine de adam ölen atının sesine benzetmek için bir müzik aleti yapar. Igıl isimli bu çalgıdan çıkan sesler gerçekten ata benzer.
Genelde çoksesli müziğin Batı’da, teksesli müziğinde Doğu’ya özgü bir şey olduğudur. Sizin Tuva’ya gittiğinizde karşılaştığınız tam olarak neydi?
VEYasin: Throat Singing’de (kömey) üç ses çıkabiliyor. Tam emin olmamakla birlikte söylüyorum bunu. Bunun da bir sebebi var. Burada çıkan her sesin evrenle bir alakası var. Seslerden biri dünyanın dönüşünü, birisi güneşin dönüşünü temsil ederken üç ses aynı anda çıktığında bütün galakside birliği ve sıfır noktasını ortaya çıkarıyor. Oradaki insanların bütün meselesi de bu. Doğayı taklit etmek, doğayla bir bütün olmak. Aynı zamanda müzik onlar için bir iletişim aracı.
Tolga: Batı ile Doğu arasındaki farkı da şöyle açıklayabiliriz. Burada bahsettiğimiz polifonik manadaki çokseslilik. Keman başka bir melodi çalarken, kontrbaslar ayrı bir şey çalar, piyano bambaşka bir yerdedir. Onun da geldiği bir yer var. Kilisede müzik ilk olarak insan sesiyle başlamış. Dönemin müzisyenleri koro için koroya yönelik besteler yaparken çırakları da onlara saygıdan bu bestelerin üzerine farklı sesler eklemiş. Bizde de şöyle bir inanış vardır. Üniversitede hocam Tolga Zafer Özdemir anlatmıştı. Anadolu’da çoğu türküde rastladığım bir şey var. Seslerin tizden aşağı gitmesi. O da Tanrı’nın sıfır titreşimde olduğu. O yüzden Tanrı’ya ulaşmak için bu ses tercihi var. Batıda da ustasının bestesinin üstüne bir şey koyarak bunu yapmış oluyor.
Kömey tekniğini uygulamak zor bir şey mi? Bu sesleri çıkartmak için eğitim almak gerekiyor mu?
VEYasin: Oldukça zor. Mesela hamile kadınlar yapmamalı. Hatta Sovyetler döneminde bu teknik bir dönem tamamen yasaklanmış. Ama şu an bu yasak kalkmış durumda.
Biraz da bu uzun yolculuktan bahsedebilir misiniz? Oldukça uzak bir coğrafya…
VeYasin: Yolculuğumuz Antalya’dan başladı. Buradan Moskova’ya gittik. Moskova’dan Abakan’a bir uçak seyahati yaptık. Abakan’dan da yaklaşık yedi saatlik bir araba yolculuğuyla Tuva’ya ulaştık. 4-5 gün kaldık. Merkezinde kartalların uçtuğu bir şehir Tuva.
Tolga: İnsanların sıcaklığı da değişkendi. Kimisi ile hiç iletişim kuramazken, kimisi bize oldukça sıcak davrandı. Bize göre biraz daha içe dönüktü bence. Bizim yabancılara karşı olan sıcaklığımız pek yoktu. Oraya bir insan geldiyse çok dikkat çekiyor. Çünkü oraya giden kişi sayısı az. Ama işin içine müzik girince her şey değişti. Biz onlara cura hediye ettik. Onlar bizi orada enstrüman yapılan bir yere götürdü.
Böyük Serüven'in yolculuğu...
İstanbul, Burdur ve Tuva’da elde ettiğiniz deneyimleri alıp bu sefer Amsterdam’a gittiniz. Orada da ortaya yeni bir şey çıkardınız. Ortaya çıkan şey ne oldu?
VEYasin: Ortaya çıkan şey “Böyük Serüven” oldu. Gitmeden önce iki tane saz yaptırmıştık. Sazların birinin adı Böyük, diğerinin Serüven. Bu sazları Galata’daki bir müzik evinde Ömer ve Doğan ustalara yaptırdık. “Searching for Sound” belgeselinin altına da bir motto olarak yerleştirdik Böyük Serüveni. Bu yolculukta edindiğimiz ilhamları, deneyimleri, sadece sesleri değil bir potada eritebileceğimiz bir isim oldu, proje haline geldi. Amsterdam’da da o fikirlerle bir zaman geçirdik. Tolga davullar çaldı. Ben de bir şeyler kaydettim. O stüdyoda her şeyi editleyip bir müzik ortaya çıkarmaya çalışmadık. Sonuçta da oranın ruh halini yansıtabilen bir müzik ortaya çıkardık. Şu an tamamen canlı performans şeklinde, kaydedilmiş bir halde değil. Her çaldığımızda farklı bir şey çıkıyor ortaya. Açık kodlu bir müzik oldu. Yakın zamanda da konsantre olup bunu kaydedip bir plak yapmayı düşünüyoruz.
Tolga: Her çaldığımızı kayda alıyoruz. Bunlar bir araya gelecek. Anı anlatan bir şey olacak.
Kişisel gözlememim bu belgeselden çok büyük zevk aldığınız yönünde. Bunun bir şekilde devamını getirmeyi düşünür müsünüz?
VEYasin: Sanatın her alanıyla iç içe olduğumuz için bu belgeselden çok zevk aldık. Çekimlerde yaşadığımız zorluklar bize işkence gibi gelmedi. Bizim için bir kampa gitmek gibi, bir tatile gitmek gibiydi. Bu bizim içimizde olduğu için durmayacağız büyük ihtimalle. Bu ister Balkanlar olsun isterse Afrika olsun. Malzeme de çok fazla. Bizden sonra oralara gidecek olanlar için de iyi bir malzeme olduğunu düşünüyorum.
Tolga: Belgeselin genel akışı ve süresiyle ilgili şunu söyleyebilirim. Sonuçta bu bir yayın formatı ve bu formatın asıl amacı bence, örneğin Portekiz’deki lise okuyan bir çocuğun da önünden bir bilgi akması. Derine inmek isteyen için de ilham olsun. Bu kesinlikle tarihsel, akademik veya bunun gibi bir amaçla değil ilham olsun diye yapıldı. Bu, şehirde yaşayan, günümüz elektronik müziğiyle prodüksiyon yapan iki kişinin etkilendikleri müziklerin peşine düşüp hikayeler, ilhamlar çıkarması üzerine bir akış. Tabii ki bunun devamı gelecektir.