Nick Cave’le gökyüzü defedildi
12 Temmuz 2018 - 10:07Müzik severlerin hafızasında benzersiz bir yere yerleşen önceki geceki Nick Cave and the Bad Seeds konserinde Cave, izleyicisine geçirdiği güçlü duygularla, sahne performansında gökyüzünü sınır olmaktan çıkardı.
NİL KURAL
Nick Cave’i merkeze alan yarı kurmaca yarı belgesel film ‘Dünyada 20000 Gün’de, Cave'in grup arkadaşlarından Warren Ellis’le onun mutfağında yemek yedikleri bir sahne bulunur. Bu sahnede ikili bir Nina Simone konserinin büyüsü ve gücünden uzun uzun bahsederler. Ellis’in Simone’un piyanosuna yapıştırdığı sakızı ve terini sildiği havluyu aldığını duyan Cave, “Kıskandım” der.
Oysa önceki gece İstanbul Caz Festivali kapsamında düzenlenen konserde, Nick Cave ve grubu The Bad Seeds’i dinlemek için Küçükçiftlik Park’ı dolduran yaklaşık 10 bin izleyici Cave’in kıskançlığını anlamakta zorlanabilir. Herkesin üzerinden yıllar geçse de “O Nick Cave konserini hatırlıyor musun?” diyeceği; bir ihtimal edinilen, Cave’in terini sildiği bir eşarp veya tişörtün Ellis’in Simone sakızı gibi değer verilerek saklanacağı; bazı konserlerin aksine kimsenin gidip gitmediğini unutmayacağı ve Cave’in Simone gibi örnek aldığı büyük sahne müzisyenlerinin arasındaki ve zirvelerdeki benzersiz yerini kanıtlayan o konseri…
İzleyiciye her şeyi vermek
‘Skeleton Tree’ albümünün turnesinde albümün açılış şarkısı ‘Jesus Alone’la başlayan konseri izleyicinin müzik konserleri hafızasında benzersiz kılan Cave’in seyircisinin onu bırakmasına imkan vermeyen istikrarlı müzikal başarısıyla sınırlı değil. Konserin gücü müzik ilahları melodramlarının klişe diyaloguyla, “İzleyiciye her şeyimi verdim” cümlesiyle özetlenebilir. Filmlerde bozuk para gibi harcanan bu klişe, Avusturalyalı müzisyen Nick Cave söz konusu olduğunda hakikatin ta kendisi. 1980’lerin asi hikâye anlatıcısı, yıllar içinde kusursuz şekilde olgunlaşırken izleyicisiyle paylaştığı duygular artık punk isyanına indirgenemez.
Konserde çaldığı şarkılardan ‘Into My Arms’ta büyülü bir aşk, ‘From Her to Eternity’de arızalı bir tutku, ‘Stagger Lee’de karanlık dürtüler ve şiddet, ‘The Mercy Seat’te öfke, konserin bisten önceki finalini yapan ‘Push the Sky Away’de arınma ve huzur arayışı, ‘The Weeping Song’da ortak ve güçlü bir yas tutma Cave’in izleyiciye sunduğu duyguların bazıları… Bunların hepsine sinen ise 2015 yılında 15 yaşındaki oğlu Arthur’u trajik bir kazada kaybeden Cave’in yası, öfkesi ve melankolisi şüphesiz. Cave’in çektiği acı yüzünün hatlarından mimiklerine dek görünüyor, saklamaya da çalışmıyor. Ancak acıyı tek başına yaşanan bir şeyden çıkarıp başka duygularla birlikte izleyicisine eksiksiz geçirmesi, belki de bu çok özel turnenin İstanbul dışındaki ayaklarında da efsaneleşmesinin nedeni...
Ayine dönüşüyor
Cave ve izleyicisi arasındaki tek taraflı kopuk bir ilişki değil. Cave’in konser boyunca gözlerine baktığı, ellerinden tuttuğu, sahneye çağırıp sarıldığı, sahneden imza istendiğinde kırmadığı izleyiciyle kurduğu güçlü bağ ile konserini hem kendisi hem izleyicisi için en uygun tabirle bir ayine dönüştürüyor.
Konserin piyanosu başında söylediği ‘Into My Arms’, B-Side’da yer alan “Pek bilmediğiniz bir şarkı” diye tanıttığı ‘Shoot Me Down’ gibi şarkılar hariç zamanının büyük bölümünü sahnenin önünde izleyiciyle göz göze ve ele ele geçiren Cave, bazen sahneden atlayıp izleyicilerin arasına karışıyor. Diğer bir platforma çıkıp ‘The Weeping Song’ için ellerin çırpılmasını veya başka bir şarkıda eşlik edilmesini istiyor. İzleyicisi bu özel bağın hakkını verip memnuniyetle isteklerini yapıyor. Bu hayranlıktan veya Cave’in müziğine duyulan haklı sevgiden öte size kendisini, duygularını böylesi bir açıklıkla sunan bir müzisyene tereddüt etmeden bir şeyleri geri verme isteğinden kaynaklanıyor. Cave’in samimiyeti, karşılığını samimiyetle buluyor.
Ellis’le kurulan bağ
Konser sırasında The Bad Seeds’in orijinal kadrosundan hem Mick Harvey’in hem de kendisini çok üzdüğünü ifade ettiği şekilde Einstürzende Neubauten’dan Blixa Bargeld’in ayrılmasının boşluğunun Warren Ellis’le dolduğunu hissediyorsunuz. Oğlunu kaybetmesinden sonra ‘Skeleton Tree’nin kayıt dönemini konu alan Andrew Dominik belgeseli ‘One More Time With Feeling’de Ellis’in Cave tökezlediğinde işleri yürüten, onu toparlayan kişi olduğu açıkça gözüküyordu. Bu bilgiden mahrum olunsa bile Ellis ve Cave arasındaki bağın gücü, Cave’in duyguların zirve yaptığı anlarda konserde soluğu Ellis’in yanında almasından görülüyor.
Bir söyleşisinde gücünü ilk birkaç sıradaki dinleyicilerden aldığını söyleyen ve kendisini “ön sıra performansçısı” olarak tanımlayan Cave, etkisi konusunda mütevazı davranıyor. ‘Jubilee Street’te tekmelerle mikrofonları, notaları dağıtıp “Şimdi bana bakın” diye bağırırken, kimsenin gözleri, dikkati ve zihni başka bir yerlerde değil. Sahnede kaldığı iki saat boyunca olduğu gibi…
Her yeni albüm çıkardığında müzik eleştirilerinde “İşte bir rock yıldızı böyle yaş almalı” cümlelerini sektirmeden kurduran Cave, 60 yaşında sahne aldığı İstanbul konserinde bu cümleyi “İşte olgunlaşmış bir rock yıldızı böyle sahne almalı”ya dönüştürdü. Konserin birçok zirvesinden birinde seslendirdiği ‘Push the Sky Away’in sözlerindeki gibi Cave’in İstanbul’da üçüncü kez buluştuğu izleyicisiyle geçirdiği 2 saat “kurtulunamayan, bir türlü gitmek bilmeyen bir duygu” bıraktı.
Kötü tohumlar’ kadrosu
Nick Cave’e eşlik eden The Bad Seeds kadrosu şu şekilde sıralanıyor:
- Thomas Wydler: Davul
- Martyn P. Casey: Bas gitar
- Jim Sclavunos: Davul
- Warren Ellis: Yaylılar ve multi enstrümanlar
- George Vjestica: Gitar
- Toby Dammit: Perküsyon ve klavye