Amacımız müziğimizi evrensel kılmak
26 Şubat 2019 - 04:02İhsan Dindar - İstanbul
İlk sorum, yeni albümünüz hakkında olacak. Bu sizin 10. stüdyo albümünüz. Albümün hikayesini sizden duyabilir miyiz? Zira bu albümde yeni bir ses de var…
Yeni bir vokal arayışı sırasında çok dikkatli olmamız gerekiyordu. Aramıza yeni katılacak kişinin daha öncekilerin bir kopyası olmamalıydı. Farklı biri olmalıydı. Ama aynı zamanda bizim eski şarkılarımızı yeniden keşfedebilecek bir yeteneğe de sahip olmalıydı. Dolayısıyla bu oldukça zorlu bir seçim süreciydi. Hem geçmiş çalışmalarımızı yeniden yorumlayacak hem de bundan sonraki işlerimizde yeni şeyler katacak biri olmalıydı. Dürüst olmak gerekirse başlarda böyle bir sesi bulabileceğimize dair pek de ümidim yoktu. Bu seçim sürecine biraz da eğlenme gözüyle bakıyordum. Ama sonrasında karşımıza Luka Cruysberghs çıktı. Muhteşem bir şeydi bu bizim için. Deneme sürecinde bizim yeni sesimiz olabileceğini fark ettik. Sonrasında da birlikte çalışmaya başladık. Kendimize çok yakın bulduğumuz birkaç kişinin katıldığı küçük çaplı bir konser organize edip Luka’yı yeni şarkılarımızı yorumlarken onlara dinlettik. Bu insanlar eleştirilerinde dürüstlüklerine ve yapıcı tavırlarına güvendiğimiz dostlarımızdı. Konser sonunda, mekandaki herkesten son derece pozitif geri dönüşler aldık.
Luka Cruysberghs aynı zamanda Belçika’da televizyonlarda çok izlenen ses yarışmasının da galibi. Bundan öncesinde Geika Arnaert ve Noemie Wolfs grubun tarihinde önemli bir yere sahip kadın vokallerdi. Vokallerin bugüne kadar hep kadın olması bir tesadüf mü? Yoksa bilinçli bir tercih mi?
Dürüst olmak gerekirse bunlar kolay süreçler olmadı. Çünkü ben bir erkeğim ve yaptığım şarkılar da aslında bir erkek sesinin seslendirebileceği şekilde ortaya çıktı. Ama düşler ve duygusal konular bir kadın sesiyle daha iyi yansıtılıyor sanırım. Hooverphonic solistinin işi zor. Bir yandan naif olmalı. Ama aynı zamanda da bir diva olmalı. Kısacası çok yönlü olmalı. Basit bir şekilde önemli bir etki bırakmalı karşı tarafta. Dolayısıyla bu kesinlikle zor bir mesele. Doğru kişiyi seçmek oldukça zor.
2012’de çok konuşulan bir konsere imza attınız. Bu konserin diğerlerinden farkı senfonik bir yönünün olmasıydı. Benzeri bir konseri yeniden yapmayı düşünüyor musunuz?
Benzerini yapmak istiyoruz evet. Ama şu an değil. Yaklaşık iki yıldır pek çok yerde konser verdiğimiz büyük bir turnedeyiz. Bir orkestrayla tur yapmak takdir edersiniz ki oldukça zor bir konu. Dolayısıyla öncelikle bu albüme dair bur turne yapmayı tercih ettik. Bunun için çok büyük bir orkestraya ihtiyacımız yok. Ama şundan eminim ki gelecekte bu yönde bir proje içinde yeniden olacağız.
Trip-hop ya da indie gibi müzik türlerinin öldüğünü savunan görüşler var. Bu yorumlar hakkındaki düşünceniz nedir? Katılıyor musunuz?
Yeni albümümüzü dinlediklerinde pek çok trip-hop sounda rastlayacaklar. Funky soundlar da var örneğin. Sanırım eklektik bir dönemdeyiz. Playlistler çağındayız ve biz de farklı soundları kullanan bir eklektik grubuz. Tek bir şeye yönelmiyoruz ama özellikle son albümümüzde trip-hop etkisi daha da fazla. Son dönemin genç isimlerine baktığınızda trip-hop dinlediklerini hatta bu müzikten etkilendiklerini de görmekteyiz. Müzik evrilen bir şey sonuçta.
Mad About You sizin en sevilen parçalarınızdan birisi. Az önce bahsettiğimiz konserde bu parçanızı Çaykovski’nin Kuğu Gölü Balesi’nden bir bölümle birlikte içe içe geçmiş bir şekilde yorumladınız. Buna benzer işleri gelecekte de görecek miyiz?
Şu an için böyle bir düşüncemiz ve hazırlığımız yok.
Portishead ilhamımızın sadece küçük bir bölümü
Sizin için Portishead’in veliahtı diyorlar. Bu benzetmeden rahatsız mısınız?
Elbette ki bir etkileşim, bir bağlantı söz konusu. Ancak ilk albümümüzü dinlediğinizde New Wave altyapılar daha çok dikkat çekiyordu. Çok sayıda türün etkisinde bir albümdü. Bu türlerden biri de trip-hop elbette. Evet, Portishead etkisi var ama bu sadece işin küçük bir kısmı.
Peki en basit şekliyle yaptığınız işi özetlemenizi istesem…
Pop müzikten ilham alan soundtrack.
Peki kendinizi melankolik olarak tanımlar mısınız?
Sanmıyorum. Kendimi melankolik olarak tanımlamam. Ama bu müziği seviyorum ve yaptığım müzik tam olarak melankolik. Bir öğrenciyken Bach ve Mozart gibi büyük bestecileri piyanoda çalıyordum. Mozart’ı pek sevmiyordum. Kendime Erik Satie gibi bestecileri daha yakın görüyordum. Küçüklüğümden beri melankolik müzikleri dinlemeyi tercih eden biriyim. Ama nedenini bilmiyorum. Moralim yüksekken bile bu tip şarkılar dinlemeyi yeğliyorum. Sanırım bu benim içimden gelen bir şey ve dna kodlarıma işlemiş.
Belki de yaşadığınız ülkenin havasıyla ilgilidir?
Evet. Doğru, o yüzden de olabilir.
Yarın ve sonraki iki gün boyunca Zorlu PSM’de İstanbullu müzikseverlerle buluşacaksınız. Türkiye’de çok seviliyorsunuz. Bunun nedeni hakkında bir fikriniz var mı?
Aslında bakarsanız bilmiyorum. Şarkılarımızdaki duygu yoğunluğu ile ilgili olabilir. Bu durum insanların ilgisini çekmiş olabilir. Spotify’da en çok nerelerde dinlendiğimize baktığımda İstanbul ve Türkiye’yi üst sıralarda görüyorum. Bence bu melankoli ve duygu haliyle ilgili bir şey olabilir Bu sorunun cevabını biliyorsanız sizden duymak isterim.
Bahsettiğiniz nedenle alâkalı olabileceğini düşünüyorum ben de. Peki İstanbul konserlerinizde size kaç kişilik bir orkestra eşlik edecek?
Küçük ama birbiriyle çok uyumlu, iyi bir orkestra olacak. Bugüne kadarki albümlerimizde büyük beğeni kazanmış hit olmuş parçalarımızın yanı sıra yeni albümümüzden de şarkıları çalacağız. İstanbul’da daha önce de çaldık. Yıllar önce Galatasaray Üniversitesi’ndeki performansımızı asla unutamam. Benim için ilk sıralardaki konserlerimden biridir. Avrupa ve Asya’nın kesiştiği bir noktadaydık, karşımızda köprü ve şarkılarımızı söyleyen onlarca insan vardı. Benzeri bir deneyimi yeniden yaşamayı umuyorum.
Son olarak şunu sormak istiyorum. Çok dilli bir ülkenin vatandaşınız. Fransızca ve Flamanca Belçika’da en çok konuşulan diller. Fakat siz en başından itibaren şarkılarınızı hep İngilizce seslendirmeyi tercih ettiniz. Bu tercih devam edecek mi?
Açıkçası dürüst olmak gerekirse kimi zaman Fransızca şarkılar yaptım, Flamanca da. Ama ben kendi müziğimi olabildiğince evrensel yapmaya çalışıyorum. Şu bir gerçek ki İngilizce bugün dünyanın en evresel dili. Mümkün mertebe daha çok insanın yaptığım müziği anlamasını istiyorum.
ihsan.dindar@milliyet.com.tr