YKY'nin 4000. kitabı Yaşar Kemal'den
“Çocuklar en az bizim kadar ciddi adamlardır. Çocuklar oynar, biz oyuncaklarla oynamayız. Oysa her baba, hepimiz, her çocuk gibi oyuncaklıyız. Ben hala bu yanımda uçurtma uçururum ve büyük tad alıyorum bundan. Babalar uçurtmuyor da onun için onlarla uçurtmuyorum. Yoksa çocukların arasına karışma alçakgönüllülüğünü gösterseler, onlarla da uçururum.”
“İğreniyorlar kendilerine acındırmaktan. Hiç acındırmıyorlar, yiğit gibi çıkıyorlar. 16 yaşını bulmuş serseri çocuklardan hapishane görmüş birkaçına sordum, sizi ne kurtaracak diye. Bizi hiçbir şey kurtaramaz diyor çoğu. Biz böyleyiz diyor. Birkaç tanesine rastladım, bizi devrim kurtarır dedi. Bugünkü Türkiyenin atmosferinden onları yeni bir düzenin kurtaracağını ya hapishanede öğrenmişler, ya dışarda. Soruyorum, nedir bu devrim diyorum. Ne bileyim, devrim işte, devrim kurtaracak bizi, diyorlar. Bir tanesine, devrim nedir dedim. Devrim çocuk ve büyük eşitliğidir dedi.”
“Ben çocukları çok severim. Onları anlamaya çalışırım sevmekten daha çok. Ben çocuklara çocuk gibi davranmam. Bir çocukla ilişkim, dostluğum, arkadaşlığım varsa, o benim arkadaşımdır, çocuk değildir. Çocuk gibi bakmam. Ayrı bir insan türü gibi bakmam. Niye bu böyle? İnanmadım hiçbir zaman çocukların, insanların çocuklara davrandığı gibi çocuk olduklarına. Basbayağı insandır onlar. Çok şeyler öğrenmemiştir daha, zenginliği azdır yaşlanmış insanlara karşılık, daha az yaşamıştır, ama düpedüz insandır. Anaların babaların çocuklara yaptıkları inanılmaz bir zulüm benim için. Ayrı bir yaratıkmış gibi bakıyorlar. Korkunç baskılar yapıyorlar. Baskılar, dayaklar, öğütler canından usandırıyor çocukları. Ya da şımartıyorlar şefkatle, okşamayla. Çocuk, insanlıktan çıkıyor her iki halde de. Yine benim çocuklarda saptadığım bir şey var, bütün çocuklar evlerden kaçmak istiyor. Benim bu bir araştırmamdır. Derinliğine indiğin zaman her çocuk, bir eli yağda, bir eli balda bile olsa, kaçmak istiyor. Çocuk, dünyamızda rahatsız bir kişidir. Bu, dünyamızın da bir sorunu. Bu kadar kötü yetiştirilen, bu kadar kötü davranılan insanlar büyüdükleri zaman yarım oluyorlar. Savaşların, kötülüklerin nedenlerini ararsak, temelde, çocuklukta insanların başlarından geçenler karşımıza çıkıyor. Bir gün dünyamız gerçek bir barışa, insanca bir yaşama kavuşacaksa çocuklara davranışımızın değişmesi gerekiyor. Bu, dünyanın hiçbir yanında sanırsam yapılmıyor. Dünyadaki eğitim düzeni de berbat bir düzen. Dünyayı öğretecekleri, insanı öğretecekleri yerde dünyayı ve insanı ezberletiyorlar. Nasıl olmalı? Elbet eğitimciler uğraşıyorlar bunun üstünde. Bir Pestalozzi çıkıyor, bir adım ileri atabiliyor. Ezberletmek yerine göstermek hiç olmazsa. Ama bir gün insanoğlu gerçekten iyi bir dünya kurarsa tek gideceği yer, ezberci ya da görerek eğitim değil, yaşayarak eğitimdir.”
“Bana gelince, bir ay, bir aydan da daha çok bu çocukların yaşamlarına karıştım. Onlarla dost oldum. Bana çok güvendiler. İsteseydim onlarla birlikte arpacılığa, söğüşçülüğe, tufacılığa çıkabilirdim. Bu yaştan sonra artık bana yakışmaz, değil mi? Bunu çocuklara söyledim, kimi güldü, kimi ciddiye aldı, kimi de anlayışlı davrandı. Onlara karışamayacağımın sebebini anladılar anlatmaya gerek kalmadan olgunlaşmış, anlayışlı çocuklardı. İçlerinde birkaç da ahmağına rastladım, şaşılacak şey, şaştım.”
“En sonunda her sözcüğü ağır, ikircikli, teker teker, üstüne basarak söyledi. Cibali kalelerinin orada derken kuşkuyla bana baktı. Acaba inanacak mıyım, inanmayacak mıyım? İnandığımı, yüzümde hiçbir inançsızlık görmeyince, anladı. Buna o kadar sevindi ki, neredeyse boynuma
sarılacaktı. Belki en inanılmazına inanmıştım. Zilonun düşüne inanmıştım. Bu anlattığı düş müydü, gerçek miydi, ne olursa olsun, düş olsa da ben onun düşüne gerçek gibi inandım. Ben de onun ya düş, ya gerçek düşünü kafamda güzelleştirip gerçekleştirdim. Bahçe belki Floryadadır. Ama o Florya parkı var ya, onun beş misli büyüklükte, on yirmi misli genişlikte bir park. Parkın kuytusunda var ya, işte o kuytuda bir nar ağacı. Nar ağacı tepeden tırnağa çiçek açmış. Nar ağacının önünde o kuş yuvası gibi tahta ev kurulu. Nar ağacında arılar kaynaşıyor. Nar ağacını da şöyle halka gibi bir hanımelleri ağılı kuşatmış. Ağılın sol ucunda yan yana üç tane telli kavak öyle salınıp durur. Bunu ben kurdum, kurup Ziloya söyledim, önce birden sevindi, gözleri ışıldadı, sonra birden olmaz, der gibi, kesinlikle olmaz, der gibi başını salladı. Beğenmemişti bu nar ağacını. Sonra ben ona, kuş yuvası evini kurduğu yer üstüne, türlü yerler, ağaçlar, biçimler, deniz kıyıları söyledim. Değil, değil, hiçbirisi değildi. Ama nasıl bir yer, nasıl bir yer olmalıydı o kuş yuvasının yeri? Alnını kırıştırmış, derin, ağrılı, zor bir düşünceye dalmış, candan sarılmıştı. Uzun bir süre alnının kırışıklığı açılmadı, uzun bir süre gözlerini önüne dikip, öyle taş gibi kesilmiş düşündü kaldı. Birkaç kere yüzü ışıldadı
bir şeyler söyleyecek oldu vazgeçti. Ben ha bire, ona yardım etmek için, sular, yerler, ağaçlar, kayalar, adalar, kuşlar, tazılar söylemeye başladım. Beni dinliyor dinliyor sonra birden yüzünü buruşturup burnunu kıvırıyordu. Sonunda ben karışmadım. O da düşünmekten vazgeçip konuşmasını kaldığı yerden sürdürdü, hiçbir şey düşünmemiş gibi.”