Yaşar Kemal'in eski "yeni" romanı
03 Eylül 2013 - 04:09Yaşar Kemal’in 70’li yıllarda kaleme alıp bugüne dek yayımlamadığı “Tek Kanatlı Bir Kuş” adlı romanı önümüzdeki hafta Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkacak"Tek Kanatlı Bir Kuş"u 70’li yıllarda “uzun hikâye” olarak yazan Yaşar Kemal, kitabı bugüne dek yayımlamamıştı. "Tek Kanatlı Bir Kuş" korku üstüne yazılmış, hem fantastik hem de gerçekçi öğeler içeren, güncelliğini korumuş farklı bir Yaşar Kemal romanı.
Radikal Kitap eki internet sitesi kitap.radikal.com.trde bugün kitaptan seçilmiş bir bölüm yayınlandı.
"Tek Kanatlı Bir Kuş"tan
Trenden yorgun indiler. Gidecekleri kasaba çok mu uzaktaydı? Soracak bir kimseyi arandı bu ıssız istasyonda. Bavullarını, yataklarını, kapkacağı, sandıkları, masaları, sandalyaları istasyon yapısının önündeki yaşlı bir ceviz ağacının altına yığmışlardı. Hanım bir düz taşın üstüne sekilenmiş örgüsünü örmeğe başlamıştı bile. Huyuydu, ya fırsat bulunca hemen uyur ya da örgüsünü örerdi. Kedisi bir tahta sandığın içinde, dizlerinin dibindeydi. Üç gün trenin ikinci mevkisinde kediyi yedirmiş içirmiş, kompartımanda her bir hacetini gördürmüştü. Zor olmuştu, üç gün küçücük bir kompartımanın içinde tıkış tıkış. Altı kişi, bir de kedi.
Bir tuhaf insanlar şu Anadolu insanları. Tuhaf tuhaf, çok tuhaf. Uyumadan önce bir iyice burunlarını karıştırıyorlar, sümkürüyorlar kocaman bir mendile, sonra ayakkabılarını çıkarıp ayaklarını altlarına alıyorlar, başlarını arkaya dayayıp gözlerini kapayıp uyuyuveriyorlar. Başlarını dayar dayamaz hep birden başlıyorlar horlamaya. Onlar horlamaya başlar başlamaz da kedi başlıyor miyavlamaya...
Amanın ne miyavlama, düşman başına. Kulakları sağır eden. Ayak kokusu, türlü türlü, pencereyi açsan açamazsın soğuk. Bir de kedi çişini etmez mi sandığın içine. Onun da çişinin kokusu karışmaz mı ekşi ekşi ayak kokularına. Dayanabilirsen dayan. Melek Hanımın üç günde üç yıllık ömrü tükendi. Melek Hanımın böylesi bir trende ilk yolculuğu değil ki. O kendini bildi bileli böyle trenlerde, ayak kokuları içinde. Ama bu sefer fazla geldi, çok geldi. İşte bu kedi yüzünden. Ah, aaah, ah, bu kedi olmayaydı, bunun yerine başka bir kedi olaydı. Melek Hanım tren bozkırdan geçerken, tren bozkırdan geçerken ayışığı da vardı, işte o zaman vagonun penceresini açıverir bu ciyak ciyak miyavlayan kediyi aşağı atıverirdi. Bunu, bu boncuğu atamazdı. Neden atamazdı, kim olsa atamaz a canım, kim atabilir bu kediyi bozkırın çölüne, ayışığının ortasına, kimsecikler atamaz. Neden atamaz, çünküleyin canım, bu kedinin bir gözü sarı, bir gözü mavidir. Mavidir a canım. Kabul günlerinde Kaymakamın Hanımı kucağına alır, bir bulut yığını, bir apak pamuk yığını gibi, okşar, sever sever a canım.
Posta Müdürü Remzi Tavdemir birisini arıyordu bu ıssızlıkta. Bir insanı, bir köylüyü, bir demiryolu işçisini, istasyon şefini... Hiç kimsecikler yoktu ortalıkta. Az önce, tren kalkmadan önce, bir tek kendileri inmişlerdi ama trenden, burada kırmızı şapkalı birisini görmemiş miydi. Şefin odasına, istasyonun bekleme yerine, az ilerdeki kapısı açık eve girdi çıktı, kimsecikler yoktu orda.
“Melek,” dedi, Melek Hanım hiç telaşsız, yorgun, başını kaldırdı, tombul yüzü kırışmıştı biraz daha.
“Melek, hiç kimsecikler yok bu istasyonda. Bomboş. Yoldan bir gelip geçen de yok. Kasaba uzakta mı acaba? Buraya uzak mı?”
Melek Hanım: “Ne bileyim ben,” dedi sertçe. “Ben ne bileyim.”
Radikal Kitap eki internet sitesi kitap.radikal.com.trde bugün kitaptan seçilmiş bir bölüm yayınlandı.
"Tek Kanatlı Bir Kuş"tan
Trenden yorgun indiler. Gidecekleri kasaba çok mu uzaktaydı? Soracak bir kimseyi arandı bu ıssız istasyonda. Bavullarını, yataklarını, kapkacağı, sandıkları, masaları, sandalyaları istasyon yapısının önündeki yaşlı bir ceviz ağacının altına yığmışlardı. Hanım bir düz taşın üstüne sekilenmiş örgüsünü örmeğe başlamıştı bile. Huyuydu, ya fırsat bulunca hemen uyur ya da örgüsünü örerdi. Kedisi bir tahta sandığın içinde, dizlerinin dibindeydi. Üç gün trenin ikinci mevkisinde kediyi yedirmiş içirmiş, kompartımanda her bir hacetini gördürmüştü. Zor olmuştu, üç gün küçücük bir kompartımanın içinde tıkış tıkış. Altı kişi, bir de kedi.
Bir tuhaf insanlar şu Anadolu insanları. Tuhaf tuhaf, çok tuhaf. Uyumadan önce bir iyice burunlarını karıştırıyorlar, sümkürüyorlar kocaman bir mendile, sonra ayakkabılarını çıkarıp ayaklarını altlarına alıyorlar, başlarını arkaya dayayıp gözlerini kapayıp uyuyuveriyorlar. Başlarını dayar dayamaz hep birden başlıyorlar horlamaya. Onlar horlamaya başlar başlamaz da kedi başlıyor miyavlamaya...
Amanın ne miyavlama, düşman başına. Kulakları sağır eden. Ayak kokusu, türlü türlü, pencereyi açsan açamazsın soğuk. Bir de kedi çişini etmez mi sandığın içine. Onun da çişinin kokusu karışmaz mı ekşi ekşi ayak kokularına. Dayanabilirsen dayan. Melek Hanımın üç günde üç yıllık ömrü tükendi. Melek Hanımın böylesi bir trende ilk yolculuğu değil ki. O kendini bildi bileli böyle trenlerde, ayak kokuları içinde. Ama bu sefer fazla geldi, çok geldi. İşte bu kedi yüzünden. Ah, aaah, ah, bu kedi olmayaydı, bunun yerine başka bir kedi olaydı. Melek Hanım tren bozkırdan geçerken, tren bozkırdan geçerken ayışığı da vardı, işte o zaman vagonun penceresini açıverir bu ciyak ciyak miyavlayan kediyi aşağı atıverirdi. Bunu, bu boncuğu atamazdı. Neden atamazdı, kim olsa atamaz a canım, kim atabilir bu kediyi bozkırın çölüne, ayışığının ortasına, kimsecikler atamaz. Neden atamaz, çünküleyin canım, bu kedinin bir gözü sarı, bir gözü mavidir. Mavidir a canım. Kabul günlerinde Kaymakamın Hanımı kucağına alır, bir bulut yığını, bir apak pamuk yığını gibi, okşar, sever sever a canım.
Posta Müdürü Remzi Tavdemir birisini arıyordu bu ıssızlıkta. Bir insanı, bir köylüyü, bir demiryolu işçisini, istasyon şefini... Hiç kimsecikler yoktu ortalıkta. Az önce, tren kalkmadan önce, bir tek kendileri inmişlerdi ama trenden, burada kırmızı şapkalı birisini görmemiş miydi. Şefin odasına, istasyonun bekleme yerine, az ilerdeki kapısı açık eve girdi çıktı, kimsecikler yoktu orda.
“Melek,” dedi, Melek Hanım hiç telaşsız, yorgun, başını kaldırdı, tombul yüzü kırışmıştı biraz daha.
“Melek, hiç kimsecikler yok bu istasyonda. Bomboş. Yoldan bir gelip geçen de yok. Kasaba uzakta mı acaba? Buraya uzak mı?”
Melek Hanım: “Ne bileyim ben,” dedi sertçe. “Ben ne bileyim.”