Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Edebiyat » Uğur Kaynar'ın yapamadığı konuşma

Uğur Kaynar'ın yapamadığı konuşma

Uğur Kaynar'ın yapamadığı konuşma02 Temmuz 2013 - 02:07
2 Temmuz 1993 günü Sivas Madımak Oteli katliamında kaybettiğimiz şair Uğur Kaynar, ertesi gün Zara ilçesinde bir konuşma yapacaktı. Konuşmanın metnini yayımlıyoruz: "Nerenin delisi meşhur? Zara'nın!"ORHAN TÜLEYLİOĞLU

1956 yılında Sivas’ın Zara ilçesinde doğan Uğur Kaynar, yumuşak ve içe dönük şair kimliğiyle Ankara’daki aydınların ve sanatçıların özgün bir parçasıydı. Uğur Kaynar şiire daha ilkokul yıllarında gönül vermişti. İlk şiir kitabı “Çiçekler Halaya Durdu” 1988’de yayınlandıktan sonra, yaşam biçimi şiirle özdeşleşti. Bu yapıtını, kendi el yazısıyla basılan “Gizemya” (1990) ve “Aşkınam” (1991) izledi.

1990 yılında kurduğu “Elyazıları Yayıncılık” ile, yaşayan yedi ve bir ölmüş şairimizin kendi el yazılarıyla şiirlerini bastı. Şiirlerinde aşkı, yalnızlığı, hüznü, insan sevgisini ve güzelliği anlattı. Uğur Kaynar da 2 Temmuz 1993 günü Pir Sultan Abdal Şenliği’ne katılanlar arasındaydı. Ancak yobaz çetelerinin kurdukları insanlık dışı tuzaktan o da habersizdi.

Uğur Kaynar’ın yanından hiç ayırmadığı, adeta kişiliği ile özleştirdiği askılı deri çantası katliamdan birkaç gün sonra bulundu. Şairin çantasından yazdığı son şiiri çıktı.

"Öldüğümde
doğduğum yere gidiyorum
yıllarca süren bir hasret ve bilinmezliği
işte böyle yeniyorum…


Uğur Kaynar olaylar böyle gelişmeseydi, ertesi gün Zara’da yapacağı konuşma için bir metin hazırlamıştı; konuşmasını bu metinden yararlanarak yapacaktı.

“Öncelikle hoş geldiniz… Tabii ki ben de hoş geldim. Bu akşam aramızda bulunan şair arkadaşlar umarım beni hoşgörür. Benim bu akşamla, bu şenliklerle, bu yöreyle daha özel bir bağım var. Çünkü o sümüklü haylaz çocukluğum ve ilk gençliğim bu yörede, yani Zara’da geçti.

İlk kez Zara’da aşık oldum ve evden kaçtım. Sigara, içki, kadın ve şiir gibi kötü alışkanlıklara ilk kez Zara’da tanıştım.

Bir zamanlar Zara’da bir alay vardı. Meşhur sürgün alayı… O dönemin sakıncalıları Zara’ya sürgüne gönderildi. Mehmed Kemal’ler, Arif Damar’lar, hatta Nâzım Hikmet Sovyetler Birliği’ne kaçmadan önce Zara’ya sürgün edilmişti.

Ne var ki, bir zamanların sürgün yeri Zara, çok geçmeden “sürgün gönderen” yer durumuna düştü. Artık belli bir yaşa gelmiş insanlar, gönüllü-gönülsüz, kimi erkek, kimi kadın, kimisi de kendi peşine düşüp Zara’yı terk etmeye başladı. İşte ben de bunlardan birisiyim. Yani biraz da kendi peşine düşmüş gönüllü bir Zara dışı sürgünüm.

Gerçi buralarda kalsaydım, ne kadar “buralı” olacaktım, ya şu anda yaşadığım Ankara’da ne kadar Ankaralıyım, bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa, o da, ülkenin neresinde yaşarsam yaşayayım, sadece yerleşik bir yabancı olarak yaşamak dorumunda olduğumdur.

Ancak hep anımsayarak, burkularak, acıtarak bir yerlerini… Uzakta bir sevgilin varmış gibi, çektiğin hasretliğe değecek, yine de böyle yaşamak.

Sivas’ı, Zara’yı, Pir Sultan’ı, Aşık Veysel’i, İnci Halil’i hep anarak yaşamak…

Hazır yaşamaktan söz açmışken, size yaşanmış bir olayı anlatmak isterim:

80 öncesinin yaramaz çocuğu olarak bir gün göz hapsine alındım.
Adın: Şu
Soyadın: Bu
Nerelisin: Zaralıyım.
Söyle bakalım ulan, Zara’nın neyi meşhurdur?
(Allah allaaaah, Zara’nın neyi meşhur olabilir ki? Zor soru.)
Bu arada sıkıştırıyorlar: Çabuk ulan, neyi meşhurdur?
Atmaya başlıyorum: (Yok eti, yok otu, yok havası suyu, yok cümbüşü, yok adamı, yok iti…) Ve her “yok”da bir güzel dayak yiyorum.
En sonunda birisi: Ulan giydiğin ayakkabı neden yapılır?
(Deriden! Ha anlaşıldı… ayakkabı…) Gene olmadı.
Ulan senin deden ne giyerdi? (Çizme, lastik, haa buldum, çarık! Ya, çarık! Vay be, bu Zara neymiş be? Bilmesek de öğrenmiş olduk…)
Bir çarığı, bir de polisi meşhurmuş meğerse…

Dahası da var: Bundan birkaç ya öncesi Ali Balkız’ın meyhanesine girdim ve bir masaya oturdum. Garsonlardan bir geldi, daha sipariş almadan… “Uğur ağbi, senin memleket neresi?” “Yahu kardeşim, bırak şimdi memleket meselelerini de, sen rakı getir bakalım…”

Garson aynı soruyu bu sefer de, hemen her gün birlikte içki içtiğim bir arkadaşa, Erdal Ayrancı’ya sormuş. Erdal da, “siz işi bilmiyorsunuz… Gidip Uğur Kaynar’a ‘memleketin nere?’ diye sorulmaz, ‘nerenin delisi meşhurdur?’ diye sorarsanız, hemen yanıtlar” demiş.

Garson geldi: “Yahu Uğur ağbi, en çok nerenin delisi meşhurdur?” Cevabı hemen yapıştırdım, uyanığım ya, “Zara’nın!”

Garson arkadaş gülerek, “tamam abi, anlaşıldı, sen Zaralı’sın…”

İşte böyle sevgili Zara’lılar; siz farkında olmasanız bile, üç meşhur özelliğiniz var. Daha ne istersiniz? Allahtan belanızı mı? Şimdiye kadar hangi kasabaya, hangi şehre böylesi özellikler nasip olmuş? Size hiçbir şey yok ulan! Ne ekmek, ne aş, ne yol, ne de su! Size şiir de yok aslında… neyse ki gönlüm pek el vermez. Çünkü ben de biraz deli sayılırım.

Bir sohbet sırasında Ali Haydar Celasun Dede: Alevilikten Bektaşilikten bahsederken, “Alevilik bir siyasa, bir dinden çok, o bir meydir, dem çekmedir, o bir aşktır” demişti. İşte bu nedenle böylesi bir geceye en çok aşk şiirleri yaraşır diye düşünüyorum.

Ve hâlâ kitap olarak yayınlanmamış bir dosyadan seçtiğim iki şiir okuyacağım.”