Selim İleri: "Yaşar Kemal'e veda ederken"
Bir arkadaşım, “Hangi sayfasını açsam destan çıkıyor karşıma” der, Yaşar Kemal’in romanları konuşulduğunda. Belki. Fakat yalnız destan değil; çağına tanıklık ederken, giderek artan şiddet, kabagüç, vahşet karşısında cesur bir itiraz!
Yaşar Kemal’le 1960’ların sonunda tanıştım. O, büyük bir romancı, hayranı olduğum bir yazar; ben, yolun başında bir yazar adayı. Atatürk Erkek Lisesi’nde Fransızca hocam Vedat Günyol’un evindeyiz. Bir kasırga gibi gelmişti Yaşar Kemal. Hocanın sessiz, ıssız evi birdenbire gürültüler patırtılar, sevgiler, iyilikler, yaşama sevinciyle dolmuştu.
Şimdi o yılları hatırlarken, içim titriyor. O yıllar, edebiyatımızda “Üç Kemal’ler” dönemiydi: Orhan Kemal - Kemal Tahir- Yaşar Kemal. Artık hiçbiri aramızda değil. Bu üç büyük romancı genç edebiyatseverleri alabildiğine etkiliyor, hatta kimileyin tartışmalara yol açıyorlardı.
Beyoğlu’nda bir aşağı bir yukarı yürüyüp, hangisi daha büyük romancı diye saatlerce konuştuğumuzu hatırlıyorum. Ve her defasında için için üzüldüğümü de.
Gerçek bir vefa insanı
Yaşar Kemal benim için her zaman akıllara durgunluk verici bir anlatış ustası oldu. Günyol’un evine kasırga gibi gelen adam, yazdığı her şeyde de büyük rüzgarlar estirir. Yalnız romanlarında, öykülerinde değil; onun yıllar önce kaleme aldığı, işte şimdi benim yapmaya çalıştığı gibi, bir veda yazısı vardır: Milliyet Sanat’ta yayınlanmış bu yazısında, Yaşar Kemal, unutulmuş bir romancıyı, Reşat Enis’i dile getirir. Kendisine yol açanlardandır Reşat Enis; Yaşar Kemal ısrarla vurgular…
Öyle sanıyorum ki, gerçek bir vefa insanıydı. Yazarlar çizerler arada bir birbirlerini çekiştirirler, bazen olur böyle şeyler. Yaşar Kemal yolunu açanlara hep sevgiyle, iyilikle yaklaşmıştır.
Yolun başındakilere de! 1980 Kasım’ında annemi kaybetmiştim. Camiden mezarlığa bizimleydi Yaşar Kemal. Bu inceliğini, bu duyarlığını asla unutmadım. Doğan Hızlan’la birlikte gelmişlerdi. Hızlan’la arkadaştık; ama o kadar ünlü bir yazar, kalkıp geliyor, genç bir yazarın acısını paylaşıyordu…
Yeryüzünün acılarını paylaştı
Yaşar Kemal, yaşamı, eseri boyunca da herkesin, yurdun, yeryüzünün acılarını paylaştı. Bu acıların dinmesi için sonsuz çaba harcadı. Üstelik, ucuz siyasetin tuzaklarına hiç düşmeksizin.
Onun çok okunmuş, sık sık anılan eserleri arasında bir de ‘Kuşlar da Gitti’ var. Uzunöykü deniyor ama, ‘Kuşlar da Gitti’ Yaşar Kemal’in en güzel romanlarından biridir bence. Yazar, “İstanbul’un tarihini yazanlar”a seslenerek başlar. Dileği, Florya düzündeki kuşların, kuş yakalayıcılarının İstanbul’un tarihi yazılırken unutulmamasıdır. “Salıverilmiş” kuşların sevincini hatırlatır.
Sonra bütün acımasızlığıyla düzen belirir. Kuşlarla kuş yakalayıcıların birbirine karşıt görünen serüveni, ‘Kuşlar da Gitti’de bambaşka bir perspektiften değerlendirilir. Toplumda herkes kendi başına bırakılmış, yaşayabilmek için herkes, bir başkasının acılarına kayıtsız… Ama romancı, Yaşar Kemal, boyuna merhamet söyler!
Muhakkak ki bir merhamet romancısıydı. Onun eşsiz güzellikteki ‘Al Gözüm Seyreyle Salih’i bütünüyle bir merhamet ağıtıdır. Çocuk Salih’in sözlerini anmadan geçemeyeceğim. Hayatın kaskatılığına dayanamamış Salih’in kanadı kırık martısı için söyledikleri, bugünün Türkiye’sine belki her zamankinden daha çok sesleniyor:
“Bir küçücük kuş, insan değilse de insan gibi soluk almıyor mu, insan, insan gibi bakıyor vallahi, insan gibi yemiyor mu, içmiyor mu, insan gibi de arkadaşını tanıyor, vallahi de billahi de tanıyor, beni ta uzaktan görünce o bir tek kanadını çırparak, sevincinden bana doğru bir yuvarlanışı var, tıpkı insan gibi değil mi ana?”
Şiddet ve vahşete cesur bir itiraz
Son dönem eserlerinde bu sonsuz merhamet adeta bir sayıklamaya dönüşür. İnsanın insana yaptığı zulümden bütün bütün iğrenmiş bir Yaşar Kemal çıkar karşımıza.
Onun epik söyleminden söz açılmıştır. Bir arkadaşım, “Hangi sayfasını açsam destan çıkıyor karşıma” der, Yaşar Kemal’in romanları konuşulduğunda. Belki. Fakat yalnız destan değil; çağına tanıklık ederken, giderek artan şiddet, kabagüç, vahşet karşısında cesur bir itiraz!..
Son görüşmeyi, buluşmayı da anlatmalıyım. Yapı Kredi Yayınları, önceki yılda galiba, bir Yaşar Kemal oturumu düzenledi. Üç konuşmacıydık: Türkan Şoray, Zülfü Livaneli ve ben. Kapının önündeki kalabalıktan on sekizlerinde bir delikanlı yanıma yanaştı. Van’dan gelmiş, sırf Yaşar Kemal’i görmek, onunla tanışmak için. “Beni tanıştırır mısınız?” diye rica etti.
“Sen niye kendin tanışmıyorsun?” dedim. Çekiniyordu. “Öyle bir adam değil, çok alçakgönüllü bir insan” dedim. Oturum bittiğinde tanıştırdım. Gözleriyle görmüştü o genç, tanıştığı ünlü yazarın içten yakınlığını, dostluğunu.
Annemin cenazesine gelip, tabut yerleştirilirken kürek kürek toprak atan insanı hatırlıyordum, delikanlıya Yaşar Kemal çok alçak gönüllü derken…
