Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Edebiyat » Milliyet, Diyarbakır Kitap Fuarı'ndaydı

Milliyet, Diyarbakır Kitap Fuarı'ndaydı

Milliyet, Diyarbakır Kitap Fuarı'ndaydı19 Mayıs 2013 - 07:05 | Fotoğraf: Ozan Güzelce
Milliyet Gazetesi, bu sene dördüncüsü düzenlenen Diyarbakır Kitap Fuarı'na üç ayrı etkinlikle katıldıGÜLDEN ÖKTEM

Milliyet gazetesi, 4. Diyarbakır Kitap Fuarı’na üç özel etkinlikle katıldı. İlk etkinlik olan “Diyarbakır’ı Yazanlar Anlatıyor” başlıklı panelde Milliyet yazarı Filiz Aygündüz’ün moderatörlüğünde, Mıgırdiç Margosyan, Şeyhmus Diken, Canan Tan ve Özcan Karabulut Diyarbakır’ı yazma deneyimlerini anlattılar.

“Daha önce pek çok etkinliğe katıldım ama bu kadar renklisine hiç tanık olmamıştım. Dışarıda kuş cıvıltıları, çocuk sesleri ve biz burada, Diyarbakır’ı konuşuyoruz” diyerek başladı sözlerine Mıgırdiç Margosyan.

Diyarbakır’ı bir özlem şehri olarak tarif eden Mıgırdiç Margosyan, “Diyarbakır’ı özlediğim için yazdım hep” dedi; “15 yaşımda gittim buradan, ana dilimi öğrenmek için”... Diyarbakır’ı Ermenice yazdığını ifade eden Margosyan, daha sonra kitabının “Gavur Mahallesi” adıyla Türkçeye çevrildiğini söyledi.

Mıgırdiç Margosyan, Şeyhmus Diken, Canan Tan ve Özcan Karabulut, Filiz Aygündüz moderatörlüğündeki "Diyarbakır'ı yazanlar anlatıyor" panelinde. Fotoğraf: Ozan Güzelce


Milliyet gazetesi yazarı Filiz Aygündüz’ün moderatörlüğünde yapılan panelin konuşmacılarından Şeyhmus Diken ise “Diyarbakır birçok insanın kafasında farklı canlandırdığı, ama gelip gördüğünde hayalindekinden çok daha farklı olan bir şehirdir” dedi.

Bu şehri yazma deneyimini anlatan Diken, dinleyicilerden gelen “Görüp, bilip anlatamadığınız bir şeyler var mı?” sorusunu “Diyarbakır’ın ‘90’lı yıllardaki faili meçhul cinayetler dönemini yazmayı istiyorum. O dönemle ilgili eşimin bile bilmediği ayrıntılar var. Şu ana kadar yazmadım ama bundan sonra yazmayı planlıyorum” diye cevapladı.

Diken’in ardından söz alan, “Amida Eğer Sen Gelmezsen” kitabının yazarı Özcan Karabulut oldu. Diyarbakır’a ilk kez çocuk işçilerin problemlerini araştırmak için geldiğini anlatan Karabulut, “Buradan döndüğümde aklımda pek çok tema vardı. Uzun bir anlatının üzerinde duruyordum ve 2000’li yılların başında romanı kaleme aldım” dedi.

Canan Tan ise bir şehri tanımanın formülünü verdi dinleyenlere: “Birkaç gün kalmak, gezmek yetmez. Çok daha fazlasına ihtiyaç var. Diyarbakır’a 21 yaşımda evlenerek geldim ve bir yıl boyunca ağladım. Sonra anladım ki bir kenti tanımak ve sevmek için o kentin insanlarıyla yaşamak gerekiyormuş.” Bir yıl içinde Diyarbakır’a tutkuyla bağlandığını söyleyen Tan, “10 yıl kaldım burada. Gözlemlerimle ‘Piraye’nin hikayesi doğdu” dedi.

Can Dündar, Zeynep Miraç'ın sorularını yanıtladı. Fotoğraf: Ozan Güzelce


“Seneye Aşitî‘lere kitap imzalamak istiyorum”

Diyarbakır Kitap Fuarı'nda Milliyet gazetesinin düzenlediği etkinliklerde Can Dündar’a yoğun ilgi vardı. Dündar, kitaplarından barış sürecine kadar Zeynep Miraç ve okurların yönelttiği soruları yanıtladı.

Milliyet gazetesinin Diyarbakır Kitap Fuarı etkinlikleri kapsamında Can Dündar, Zeynep Miraç’ın sorularını yanıtladı. Dündar, Diyarbakır izlenimleriyle ilgili şunları söyledi: “Yıllar önce ben burada bir kültür sanat festivaline geldiğimi hatırlıyorum. Stadyum konserinde havai fişekler atıldığı zaman hepimizin kendimizi yerlere attığımızı hatırlıyorum. Öyle bir ruh hali vardı herkeste. Havai fişeklerin, patlama sesinin hayra alamet olduğu akıllara bile gelmemişti. Böyle günlerden bu günlere geldik.”

O günlerde, kitap imzalarken daha çok Furkan, Alparslan, Oğuzhan gibi isimlere rastladığını söyleyen Dündar, zamanla bu isimlerin Şimal’ler, Çiya’lar gibi çatışma, silah, doğa isimleriyle yer değiştirdiğini ifade ederek şöyle devam etti: “Bu da aslında bence ruh halini anlatan bir şeydi. Bu sene ise süreç anlamına gelen ‘Peşeroj’ öne çıkacak gibi geliyor. Ama asıl beklediğim gelecek sene barış anlamına gelen Aşitî ismini daha çok duymak.”

Köşe yazarının dört çizgi arasında, bunları aşmaya çalışarak bir şeyler söylemeye çalıştığını ifade eden Can Dündar, edebiyatta çizgileri yazarın kendisinin belirlediğini, Türkiye’de bedelini ödemek kaydıyla yazı yazmanın kolay olduğunun altını çizdi.

Kendisini standart bir köşe yazarı olarak görmediğini söyleyen Dündar, köşesinde dili biraz değiştirmeye çalıştığını, çünkü resmi bir dil kullanmanın okurla yazar arasına giren bir bariyer olduğunu ifade etti.

Zeynep Miraç’ın, son kitabı “Birand”la ilgili sorusuna ise Dündar şu yanıtı verdi: “ Birand kitabı okuduktan sonra ‘Kendimi çok kötü hissettim’ dedi: ’Kendi yaşadığım hayattan çok yoruldum’" Dündar, yaşasaydı Birand’la birlikte bu yılki Diyarbakır Kitap Fuarı’na katılacağını söyledi.

Biyografi kitapları yazmayı neden seviyorsunuz sorusunu ise şöyle yanıtladı: “Aslında biyografiler bizi bize anlatıyor ve kendimizi keşfetme imakanı veriyor. O açıdan seviyorum.”

Gelen bir soru üzerine Can Dündar, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla ilgili geçen yıl yaptığı belgeselden hareketle, bir sinema filmi düşüncesinde olduğunu söyledi. Okurlardan gelen Abdullah Öcalan’la ilgili belgesel yapıp yapmayacağı sorusunu ise şöyle yanıtladı: “Açıkçası biraz da Birand’la düşündüğümüz bir şeydi. İnsanlar öldü, kan döküldü. Dünyanın her tarafında, uygar dünyada bunun üzerine bir sürü film yazılır, çekilir, belgesel yapılırdı. Biz doğru düzgün bir belgesel yapamadık. Bu kadar insan niye öldü, buradan ne çıktığının bir belgeseli olmalıydı. Birand gittikten sonra bunun sorumluluğunu daha çok hissetmeye başladım ve bir şekilde bu acıyı anlatma ihtiyacı duyuyorum. Bunu nasıl yapabilirim, bunun aktörleri kimdi. Bir tarafı devlet, diğeri Öcalan. İkisinin de tanıklarıyla konuşup belki belgeselden öte öncelikle bir kitap yazımı arayışı içindeyim.”

Can Dündar, söyleşi sonrasında Diyarbakırlı okurlarıyla imza gününde buluştu. Fotoğraf: Ozan Güzelce


Dündar tutuklu gazetecilerle ilgili olarak ise şöyle dedi: “İmza topladık, ağzımıza bant yapıştırıp eylem yaptık… Bu Türkiye için bir utançtır. Türkiye dünyanın en çok gazeteci hapseden ülkesi olmayı hak etmiyor. Onların orada tutuklu olması bizim de tutuklu olduğumuz anlamına geliyor. Aslında hepimiz tutukluyuz, hepimiz göz altındayız.”

Yine okurlardan gelen “Türk medyasında bazı yazarların, buna siz de dahilsiniz, çok keskin bir dili olmadığını düşünüyorum. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?” sorusuna ise şu yanıtı verdi Can Dündar: “Benim hiçbir zaman keskin bir dilim olmadı. Etkili olacak dilin de keskin bir dil olacağına inanmıyorum. Keskin diller yüzünden biraz da bu hale geldiğimizi düşünüyorum. Daha açıklayıcı, daha bizi barıştıran daha bizi anlamaya çalışan bir dile ihtiyacımız var.

“Yazarın vatanı yazdığı dildir”

Milliyet gazetesinin düzenlediği Diyarbakır Kitap Fuarı’nın etkinliklerinin sonuncusunda da Mario Levi okurlarla buluştu. Atölye çalışmasında yazı yazma süreçleri hakkında ve yazarlık hakkında bilgi veren Mario Levi, atölyenin araç gerecinin kalem kağıt olduğunu, çıraklık sürecinin ise bir ömür sürdüğünü söyledi.

1997’den bu yana Yeditepe Üniversitesi’nde Yazarlık Atölyesi dersi verdiğini söyleyen Levi, bir yazarın kendisini yetiştirmesi için önceliğin çok okumak olduğunu vurguladı. “İki defteriniz olsun ya da bilgisayarda iki dosyanız. Birinci defterde karakterlerinizi oluşturun. Hayat akarken karşı karşıya geldiğiniz insanları gözlem altına alın. Onlarla ilgili gözlemleriniz zihninize yerleştirin. Daha sonra zihninizdekileri hayalgücünüzle birleştirip karakterlerinizi oluşturun” diyen Levi ikinci defteri şöyle açıkladı: “Bu deftere bir filmde ya da bir kitapta rastadığınız bir cümleyi yazın. Bu cümle size ne çağrıştırıyorsa onları da yazın. Bu çalışma yazınızı açar.”
İnsanın yazarak yaralarını sarabileceğini söyleyen Levi, Sait Faik’in “Yazmasaydım deli olacaktım” sözüne vurgu yaparak “Eğer yazmasaydım ben de kim bilir hangi tımarhanede olurdum” dedi. Yazma sürecinin sancılarına da değinen Mario Levi, “Yazdıktan sonra ortaya bir metin çıktığında onun verdiği mutluluğun eşi benzeri olmayacağını vurguladı. Levi atölye sırasında kendisini dinlemeye gelenlere örnek cümleler vererek devam cümleleri kurmasını istedi. Gelen cevapları değerlendiren Levi, yazar adaylarına önerilerde bulundu.

“Edebiyat dille yapılır” diyen Mario Levi, yazarın o dili içselleştirmesi gerektiğini vurguladı ve şöyle devam etti: “Yazarın ilkesi yoktur. Yazarın tek bir vatanı vardır. O da yazdığı dildir.”