Liz Behmoaras'tan savaş yıllarına dair bir roman
16 Mayıs 2017 - 04:05Behmoaras'ın 20. yüzyılın ilk yarısında geçen romanı 'Alman Subayın Evi', Büyükada'da yaşayan, ayrı çevrelerden gelen üç genç kızı merkezine alıyor
GÜLDEN ÖKTEM
Liz Behmoaras 1914-1964 arasında geçen romanı ‘Alman Subayın Evi’ ile okuru Büyükada’ya, bir aşk ve arkadaşlık öyküsüne götürüyor. Behmoaras'ın anneannesinden ilhamla yazdığı başkarakter Yahudi Elsa, Türk Müslüman Leyla ve Rum Despina’yı bir araya getiriyor... Liz Behmoaras Doğan Kitap'ın yayımladığı yeni kitabını anlattı...
Kitabın girişinde çocukluğunuzun geçtiği Büyükada’daki, “perili” olarak düşünülen bir harabenin adı olan Alman subayın evini bir kitaba konu etme fikrinin nasıl doğduğunu tek tek anlatıyorsunuz. Kitap için yaptığınız araştırmalar sonucunda buraya neden “perili” dendiğini çözebildiniz mi?
Hayır, adanın yaşlılarını epey sorgulamayı denediysem de bu adlandırmanın gerçek nedenini çözemedim. Aslına bakılırsa günümüzde, Birinci Dünya Savaşı döneminde geçen bir ya da bir dizi olaya, birilerinin artık doğrudan tanık olması, onları duyduysa da hatırlaması zaten fiilen imkânsız. Ancak savaş döneminde, sürgün olanların ve suçluların adası diye bilinen Büyükada’nın ıssız bir köşesinde yer alan bu evde, büyük olasılıkla acılar yaşanmıştı. Ben de bu varsayımdan yola çıkarak, başkahramanları üç genç kız olan bir kurgu oluşturdum.
Kitabı anneannenize ithaf ediyorsunuz. Kendisi bu kurgunun neresinde?
Anneannem tabii ki en çok Elsa’nın esin kaynağı oldu. Ama başka karakterlerde de ondan izler var. Aslında anneannem romanın az ya da çok hemen her yerinde… Bu ithafı fazlasıyla hak ediyor.
Bu roman için Alman subayların savaş sırasında yazdığı mektuplara ulaşmışsınız. Nasıl bir süreçti? Mektuplara ulaşmak için kimlerle, nerelerle görüştünüz?
İtiraf etmeliyim ki bu araştırmayı yapmış olan ben değil, yakın bir arkadaşımdı. Onun çabaları ve Almancadan Türkçeye yaptığı mükemmel çevirisi sayesinde Alman subayların, çeşitli cephelerden ailelerine yazdıkları bazı mektuplara ulaşıp onları okuyabildim. Onlardan ilham alarak da Manfred Von Hagen gibi, dünyaya adeta sadece savaşmak için gelmiş Prusyalı bir asilzade karakterini oluşturdum...
Kadın hareketinin zayıf olduğu yıllar
Röportaj derlemelerinizin kimlik meseleleri üzerine gittiğiniz düşünüldüğünde “Alman Subayın Evi"nde Leman’ın savaş karşıtı duruşuna değinmemek olmaz. Ayrıca kadın kimliği ve kadın hareketi açısından nasıl bir dönem olarak tarif edilebilir romandaki dönem?
Elbette o dönem kadın kimliği ve kadın hareketi açısından, günümüzle kıyaslanırsa çok ama çok gerilerde. O denli ki bazen günümüz okurunun karakterlerin korkularını ve çekincelerini anlamakta zorlandığı gibi, ben de yazar olarak yer yer anlayıp anlatmakta zorlandım. Evet, Leman yüzde 100 inanmış bir savaş karşıtı, bir feminist de aynı zamanda, ama onunki çaresizce ifade edilen, edilmeye çalışılan bir savaş karşıtlığı, bir feminizm. Çünkü içinde harika duygular barındıran biriyse de Leman, yaşadığı dönemin ve bulunduğu ortamın baskısından dolayı, bir kadın olarak oldukça çaresiz ve bu baskıya yüzde 100 başkaldıracak kadar ne yazık ki yeterince güçlü değil. Oysa benim en sevdiğim biyografi kahramanım ve gençliği Leman’ınkiyle aynı döneme rastgelen Suat Derviş örneğni verebilirim... Bütün bu baskılara rağmen amaçlarının nerdeyse tümüne ulaşabilmiş bir gazeteci yazardır. Onun gibi, Leman ile aynı dönemde yaşamış ve idealleri uğruna çok daha güçlü bir mücadele vermiş başka kadınlar da olmuştur.
Bundan sonraki romanınızda okurunuzu neler bekliyor?
Eğer fikir değiştirmezsem ki değiştireceğimi pek sanmıyorum, Selanik ile İstanbul’un turistik bir semti arasında gidip gelen bir öykü…