‘Hayali düşmanlar edebiyatla yok oluyor’
09 Mayıs 2018 - 10:05Türkçeye çevrilen son kitabı ‘Norma’da ‘Rapunzel’ masalının postmodern haline yer veren Sofi Oksanen, “Özellikle şu zamanda vurgulanması gereken öyküleri anlatıyorum” diyor.
CAN ŞİŞMAN
Finlandiya doğumlu yazar Sofi Oksanen, 4 Mayıs’ta başlayan ve 12 Mayıs’a dek sürecek olan 10. İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali (ITEF) kapsamında geçen cumartesi Bomontiada’da ilk kez Türk okuyucularıyla buluştu. ‘Güzellik, Hayat ve Başka Trajediler’ başlıklı konuşmada, yazarın geçtiğimiz aylarda Türkçede yayımlanan üçüncü romanı ‘Norma’ ve Oksanen’in edebiyatı konuşuldu. Dört yıl önce Milliyet gazetesine verdiği röportajda “Yasaklar sanatın gücünü gösteriyor” diyen, Estonyalı bir annenin kadın hikâyeleri anlatmayı önemseyen kızı Oksanen’le bir araya geldik.
- Türkçeye çevrilen üçüncü romanınız ‘Norma’nın diğer kitaplarınızdan en önemli farkı sizce ne?
‘Araf’ da ‘Stalin’in İnekleri’ de Estonya’nın yakın geçmişine dair kitaplardı. Totaliter rejimler altında yaşayan sıradan insanların hikâyelerini ele alıyordu. ‘Norma’ ise ‘güncel’ bir konuyu işliyor. Ama yine de aralarında bir bağ da var. Önceki romanlarımda psikolojik travmaların gelecek kuşakları nasıl etkilediğine yer vermiştim. ‘Norma’da da farklı bir biçimde olsa da geçmiş ve gelecek arasında bağ var; bu kez karakterlerin kalıtımdan, biyolojik mirasından duyduğu korku var.
- Tarihi konu edinen romanlardan sonra sizi bir anda ‘Norma’ gibi ‘büyülü gerçekçi’ bir roman yazmaya iten şey neydi?
‘Norma’ya yanlışlıkla başladım diyebilirim. Bir haftalık boşluğum vardı ve o ana dek hiç yazmadığım bir şeyler yazmak istiyordum. En sevdiğim masal ‘Rapunzel’in postmodern halini yazmak istedim. Bir hafta sonra 100 sayfayı geçtiğinde oldukça eğlenceli buldum. Kitabın kökeninin ‘Rapunzel’ olması nedeniyle masalın orijinalindeki o ‘büyülü gerçekçi’ havayı bozmak istemedim.
- Kendi kendinize “Bu öyküleri mutlaka anlatmalıyım” diye bir misyon yüklediğinizi düşünüyor musunuz?
Dünyada bir şeyler ters giderken tepkimi bir tek yazarak ortaya koyabilirim. ‘Stalin’in İnekleri’ni yazmaya başladığımda şunu fark etmiştim: Batı’da insanlar Sovyetler Birliği dönemi hakkında artık o kadar da kafa yormuyor. “Bir şeyler yapmalıyım” dedim. Batı Avrupa, Demir Perde ülkelerinin bir gecede kendileri gibi olacaklarını sandılar. Totaliter rejimde yaşamadıkları için empati kurmakta zorlanıyorlar. Edebiyat ise algılanabilir kılıyor.
‘Gücün yanlış kullanımına örnek oldu’
- Nobel Edebiyat Ödülü’nü veren İsveç Akademisi’ndeki cinsel taciz skandalı gündemde. 2013’te İsveç Akademisi tarafından verilen ‘Nordic Prize’ ödülünü kazanmıştınız. Sizce Nobel’in prestiji zedelendi mi?
İsveç Akademisi tarafından ödüllendirildiğimde akademiyi gözlemleme şansım oldu. Profesyonellikten ve sistemin işleyişinden etkilendim. Adaylar hakkında uzun araştırmalar yapılıyor. İsveç Akademisi’ndeki krizin çözülmesi önemli. Yanlış yapmaları ya da güçlerini kötüye kullanmaları onların alanlarında uzman olmadığı anlamına gelmez. Uzman olmaları da kötü davranışlarının kabullenilmesi anlamına gelmez elbette. Bu olay gücün yanlış kullanımına ilişkin net bir örnek oldu. Ve sadece İsveç değil tüm dünyanın meselesi. Hayat boyu müthiş ayrıcalıklar elde etmek çok tehlikeli. Güç, tehlikeli ve zehirli. İnsanı kör ediyor ve karakterini değiştiriyor.
‘Sessizliğin seni korumayacak’
- Sizi yazmaya motive eden şey nedir?
Yapmaya çalıştığım şey özellikle şu zamanda söylenmesi, vurgulanması gereken öyküleri anlatmak. Sanatın anlamını Audre Lorde’un “Sessizliğin seni korumayacak” sözü çok iyi anlatıyor. Edebiyat ise empati kurmayı öğretiyor. Açık fikirli olmak, algılayabilmek. Politikacıların yaymaya çalıştığı hayali düşmanlar edebiyatla yok oluyor.