Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Edebiyat » "Denizleri el birliği ile kirlettik"

"Denizleri el birliği ile kirlettik"

"Denizleri el birliği ile kirlettik"22 Kasım 2015 - 06:11
Gazeteci yazar Ufuk Kaan Altın, kurucularından olduğu Mylos Yayınevi'nden yeni bir kitap çıkardı: 'Balıklama'. Kitap, Altın'ın İstanbul'daki en iyi balık lokantalarını araştırıp bulma fikriyle ortaya çıkmış
GÜLDEN ÖKTEM
 
'Benim Güzel Lokantalarım' ve 'Meyhanedeyiz Yine Bu Gece'den sonra, üçüncü kitabınız 'Balıklama' çıktı. Nasıl doğdu yeni kitabın fikri? 
 
“Denizden babam çıksa yerim” diyen adamlar var ya, işte ben onlardanım. Haliyle bir balık lokantaları kitabı yazmak kaçınılmazdı. Başlangıçta, tüm Türkiye kıyılarıyla birlikte iç kesimleri de kapsayan bir kitap tasarlamıştım ama hem çok yorucu olacaktı hem de masraflı. Dolayısıyla İstanbul'u yazdım bu kez. Kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna en uç noktalara gitmeye çalıştım. Pek fazla insanın bilmediği yerler ağırlıkta kitapta. 
 
Diğer iki kitabınızda lokanta ve meyhaneleri tanıtıyordunuz okurunuza. Bu kitapta da balık lokantalarını anlatırken hem nesli tükenen balıkları hem de anılarınızı aktarıyorsunuz, değil mi? 
 
İlk iki kitapta da bunu yapmaya çalıştım. Kuru kuruya “Şunu yedim, şunu içtim, iyiydi, vasattı” demek yerine okuru işin içine katmaya çalışıyorum. Kendime ait öyküler, anılar sıkıştırıyorum yazılara. Dostlarım da bana eşlik ediyor, sağ olsunlar. Bu kitap özelinde sitemim de ağır. Zira biz kendi ellerimizle, göz göre göre balıklarımızın soyunu tükettik, tüketiyoruz. Oysa çok değil, 20-25 yıl önce hem bol, hem de ucuzdu balık. Fakir sofralarının baştacıydı. Kısa yoldan para kazanma hırsıyla, açgözlülükle kökünü kazıdık pek çok türün. Lüferi, uskumruyu, kalkanı ara ki bulasın. Bulsan da ateş pahası zaten. Döngü, tersine döndü... 
 
Bu kitapta yer alan lokantaları nasıl/neye göre seçtiniz?
 
Kriterim, ilk lokanta yazılarını yazmaya başladığımdan beri değişmedi aslında. Amacım ilk iki kitabım da olduğu gibi derdi popülerlik olmayan, hatta bundan özellikle kaçınan, işini dürüstçe ve aşkla yapan, samimi, sıcak, muhabbetli yerleri bulmak, onların öykülerini yazmak. Çok yer açılıp kapanıyor İstanbul'da her gün. İnanılmaz bir sirkülasyon var. Yeme-içme sektöründe benim tarif etmeye çalıştığım mekânların sayısı çok değil maalesef ama hâlâ işini dürüstçe yapmaya uğraşan yerler var. İşte insanlar benim sevdiğim lokantaları tanısın, onlara gitsin, benim aldığım zevki alsın, benim tattıklarımı tatsın, mutlu olsun istiyorum. Derdim bu...  
 
Kitap için kimlerle çalıştınız?
 
Tek tabancayım. İkinci kitapta da pek çok yerin, yemeğin, mezenin fotoğrafını ben çekmiştim. Bu kez sayı daha da arttı. 50 lokantanın 41'inde fotoğraflar bana ait. Çeke çeke bir parça kıvırır gibi oldum fotoğrafçılığı ama çırak sayılırım halen. Araştırma kısmında da önce kendim bakıyorum, sonra dostlarıma danışıyorum her zaman. Bana yer öneren dostlarla önerdikleri mekâna gitmek adet oldu. Hem onlar onore oluyor, hem ben mutlu oluyorum. Seçimlerimde çok az yanıldığımı söylemeliyim...
 
Sizce İstanbul’un en önemli balık lokantaları hangileri?
 
Nereden baktığınıza göre değişiyor. Bu kitaba çeşitli sebeplerle almadığım pek çok iyi işletme var. Kitaptan gidersek, yaş, köken ve oturmuşluk, önemli kıstaslar ama bu demek değil ki, yeni açılmış bir balıkçı liste dışı kalacak. Birkaç yıllıklar da var yazdıklarım arasında. İlk sıraya tanışlığımızın 20 yılı bulduğu Yeşilköy'deki Eski Ev Balık Lokantası'nı koyuyorum her daim. Onlar aileden. Arnavutköy'deki Mira Balık, yine Arnavutköy'deki O Maestros sevdiğim, sık gittiğim, dostlarımı da gönderdiğim balıkçılar. Bu kitap vesilesiyle tanıştığım Feneryolu'ndaki Moshonis, çok iyi mesela. Sahibi İsmail Chef, işini aşkla yapanlardan. Yaşı 100'e yaklaşan Kireçburnu'ndaki Ali Baba, Tarabya'daki Filiz Restaurant, Burgazada'daki Barba Yani, Küçükyalı'daki Çapari, Karaköy'deki Galatalı, Rumeli Kavağı'ndaki İskele, karşısındaki Kavak Doğanay, Gürpınar sahilindeki Kaptan-ı Derya ve Selimpaşa'daki Sofram işini iyi yapan, samimi ve lezzetli balıkçılar...
 
Beylikdüzü'nün Gürpınar sahilinde bulunan Kaptan-ı Derya'nın ahtapot ızgarası.
 
Marmara Denizi'nin eskiden balıkçılık açısından oldukça bereketli olduğu anlatılır. Siz de kitabınızda buna geniş yer veriyorsunuz. Denizin bereketi kaçalı belki çok oluyor ama sizce en azından balık türlerinin korunması için ne gibi önlemler alınmalı?
 
Maalesef geri dönülmez yoldayız. Kitabın hem arka kapağında yazdım, önsözde de değindim, içinde de, daha önce verdiğim röportajlarda da bahsettim bu durumdan. '80'lerden sonra bozulmaya başladı her şey. Denizleri elbirliğiyle kirlettik, avlanma vahşileşti, kısa yoldan köşeyi dönme hırsı yaygınlaştı. Marmara Denizi çok önemlidir. Göç yolu olduğu için. Farklı akıntılar vardır. Bence dünyanın en lezzetli balıkları buradan çıkar. Dünyanın pek çok farklı yerinde balık yemiş bir adam olarak söylüyorum bunu. Başa dönersek; lüferi gelecek nesiller tanımayacak. Uskumru zaten bitti, kalkan Karadeniz'in üstlerine kaçtı, hamsi bile azaldı. Çok sıkı bir denetim mekanizması oluşturulması, ciddi cezalar, yaptırımlar konulması gerekiyor. Bize de iş düşüyor tabii ki. Çinekop, sarıkanat adıyla satılan lüfer yavrularını alıp yememekle başlayabiliriz. Talep olmazsa arz da olmayacaktır. Kaybımız olmaz birkaç yıl yemesek, aksine kazançlı çıkarız. Belki o güzel günlere dönemeyiz ama hiç değilse bugünü kurtarabiliriz bu şekilde... 
 
Bundan sonra ne yazmayı planlıyorsunuz? 
 
Son birkaç senedir kapı komşusu yaptığım, bu yaz üç tura çıktığım Yunan Adaları'nı yazıyorum bu kez. Yarısını bitirdim bile. 15 adayı tamamladım. Gastronomi ağırlıklı olacak ama bu kez rehber niteliği de taşıyacak kitap. Konaklama seçeneklerinden o adanın tarihine, seyahat notlarından mutlaka gezilmesi gereken yerlere uzanan yazılar. Sezon başına yetiştirmeyi planlıyorum. Yani en geç mayıs ayında rafta olacak. Başka projeler de var ama önceliğim bu...
 
Mylos Kitap hangi amaçla yola çıktı?
 
Şöyle bir manifestomuz var: “Mylos Kitap, anlamak, değişmek ve değiştirmek için yola çıktı. Bizi üzen, öfkelendiren, ümitsizliğe düşüren ne varsa hepsine karşı 'okumayı, anlamayı, üretmeyi' tercih eden Mylos Kitap, 'değirmen' anlamına gelen adıyla Don Kişot'a selam duruyor...”
 
Yayınevi kadrosunda kimler var? 
 
Üç ortağız. Sevgili Özlem Özdemir de, diğer ortağımız Hüseyin Çukur da yayıncılık alanında yılların deneyimine sahip. Ben de eski gazeteci, yazar kontenjanından aralarına katıldım. Çok kalabalık değiliz kağıt üzerinde aslında. Bir reklam ve halkla ilişkiler müdürümüz, tasarımcımız, son okumaları yapan bir editörümüz var. Çekirdek kadro bu ama Mylos Yayın Grubu olarak çok geniş bir aileyiz. Mylos Kitap dışında, sadece polisiye basan Labirent yayınları bizim markamız. Kadını odak noktası olarak seçen, yazar kadrosunun çoğunluğunu kadınların oluşturduğu, “Kültür, sanat, hayat” sloganıyla ekim ayında ilk sayısını çıkaran Pul Biber dergiyi biz yayımlıyoruz. Ocak ayında iki aylık periyotlar halinde yayın hayatına başlayacak, yayın kurulunda Ahmet Ümit'ten Celil Oker'e Türk polisiyesinin önemli isimlerinin olduğu polisiye dergi 221B'nin hazırlıkları sürüyor. Bir de yazar adaylarına, yazar ve yayınevlerine editörlük, müdahaleci editörlük, çeviri ve baskı desteği verdiğimiz Yayıncılık Laboratuvarı (YayLab) var. Bu bünyede Altay Öktem'den Suphi Varım'a, Algan Sezgintüredi'den Yankı Enki'ye alanında uzman isimler editörlük yapıyor. Onlardan biri de benim.
 
Yayınevinden çıkan kitaplar arasında neler var? 
 
Kitap fuarına yeni beş kitabımızla girdik. Labirent Yayınları'ndan çıkan Ayşe Erbulak romanı “Anne Bak Kim Geldi?”, “Hüseyin Ekinci'den “Ölüler de Yalan Söyler” ve Mylos Kitap'ın bastığı Cenk Çalışır romanı “Kilit Operasyonu”, gerilim ve polisiye sevenlerin büyük ilgisini çekti. Yine Mylos Kitap'tan çıkan Neyran Günüçer imzalı “Dilimin Ucu Çınlıyor”, hoş bir ilk roman. Bir de “Balıklama” var. 2016 yılında romandan öyküye, polisiyeden gastronomiye, müzik kitaplarından spora pek çok alanda kitap çıkaracağız. 25-30 kitabı bulmayı hedefliyoruz.