'Aklını dünyanın rüzgârına kaptırmış bir Hasan Ali yok'
04 Kasım 2017 - 01:11 | Hasan Ali Toptaş, kısa vadede Ankara'dan ayrılabileceğini sanmıyor. Fotoğraf: Yavuz ÖzdenGeçen yıl 'Kuşlar Yasına Gider' ismini verdiği romanını yayımlayan Hasan Ali Toptaş bugün okurunun karşısına öykülerini bir araya getirdiği yeni kitabı 'Gecenin Gecesi'yle çıkıyor. Toptaş yeni kitabını Milliyet gazetesine anlattı
GÖKÇER TAHİNCİOĞLU / ANKARA
Hasan Ali Toptaş, her ne kadar insanın yurtsuzluğunu yazılarında derinden hissettirse de Ankaralıların, Ankara'da yaşamasından ve yazmasından onur duyduğu bir yazar. 30 yıldır kuyumcu titizliliğiyle işlediği, baştan keşfetme şansına sahip olanların hiç vazgeçemediği cümleleri, son yıllarda daha geniş kitleler tarafından duyuluyor. Geçen yıl Everest Yayınları tarafından basılan 'Kuşlar Yasına Gider' sadece Türkiye Yazarlar Birliği'ne göre değil, edebiyatseverlerin büyük bölümüne göre de yılın romanıydı. Toptaş'ın beş öyküden oluşan yeni kitabı 'Gecenin Gecesi' bugün başlayan İstanbul Kitap Fuarı'nda satışa çıkıyor.
Öyküler, Toptaş'ın deyişiyle, 'acemiliği inşa etmek' istediği 'Kuşlar Yasına Gider2deki büyük ustalık gerektiren o sade dille anlatılıyor. Her öykü, hem önceki ve sonraki öyküyü düşündürüyor hem de öykünün başından sonuna gidilen yol, dönüp dönüp, anlatılanın derinliğine bakmayı gerektiriyor. Toptaş'la yeni kitabını, 'Kuşlar Yasına Gider'in yarattığı etkiyi ve planlarını konuştuk...
Geçtiğimiz yıl bir roman çıkardınız, 'Kuşlar Yasına Gider' adında. Şimdi 'Gecenin Gecesi'nde öyküler çıkarıyorsunuz... Bu aralar ağırlık öyküde mi?
'Kuşlar Yasına Gider’in ardından hemen ertesi yıl bir kitap daha gelince, bu ne hız, bu ne telaş diye şaşıranlar olmuştur sanıyorum. Haddizatında şaşıracak bir şey yok 'Gecenin Gecesi', 'Kuşlar Yasına Gider’den sonra yazılmış değil. Kitapta beş öykü var ve bu öyküler benim 2000 yılından bu yana, 17, 18 yıllık bir süreçte yazdığım öyküler. 'Yatak' 2000 yılında yazılmıştır mesela, 'Veysel’in Kanatları' geçen ay yazılmıştır. Diyeceğim, hızlanmış, telaşlanmış, aklını ve kalemini içinde bulunduğu dünyanın rüzgârına kaptırmış bir Hasan Ali yok; Hasan Ali, aynı Hasan Ali.
'Gecenin Gecesi'nde öykülerin bir biçimde çocuklukla bağlantıları var. 'Yatak' ve 'Nihat'ta çocukluk üzerine tespitler ve yurtsuzluk, sahipsizlik gibi arka alanlar dikkati çekiyor.
Bunun farkında değilim, öyle denk düşmüş demek ki. Kitapta beş değil de 20 öykü olsaydı böyle bir görüntü ortaya çıkmazdı sanıyorum.
'Şeytan Uçurtması'nda özellikle, kederli çocuklar görüyoruz. 'Yatak' öyküsünün bir yerinde ciddiyetin asıl çocuklara has bir durum olduğunu söylüyorsunuz?
Ciddiyet hakkındaki o sözleri, öykü anlatıcısı söylüyor diyelim. Belki de onun dediği gibidir, ciddiyet çocuklara hastır, yetişkinlerinki kurgulanmış bir ciddiyettir. Kurgulanmış olmasa bile, en azından, farkında olunan bir ciddiyettir yetişkinlerinki.
'Acemiliği inşa etmek istedim'
Kendinizi çok anlatmayan bir yazarsınız. 'Kuşlar Yasına Gider' belki kişisel anlatı olma niteliği yüzünden bir yandan da okuru şaşırttı. Önceki kitaplarla fark neredeydi?
'Kuşlar Yasına Gider', otobiyografik bir roman zannedildi ama öyle değil. Evet, otobiyografik bir roman gibi görünmesi için oradaki anlatıcı, ikide bir Hasan Ali Toptaş’a dair bazı olayları, bazı kitap adlarını okurun önüne sürüyor, metnin çeşitli yerlerine serpiştiriyor. Fakat bunu şimdi burada söylemek istemediğim başka bir amaçla yapıyor. 'Gölgesizler’e, 'Bin Hüzünlü Haz’a ya da öteki romanlarıma benzeyen bir roman yazmanın bir anlamı yoktu, bu gibi durumlarda hiç yazmamak daha evlâdır; yazarın da yararınadır, edebiyatın da. 'Kuşlar Yasına Gider’de ben başka başka şeyler yapmak istedim. Her şeyden evvel, ulaşabileceğim en sade anlatıma ulaşmayı istedim. Bunun yanı sıra, acemiliği inşa etmek istedim. Doğal olan acemilikle inşa edilen acemiliğin ayrımına varılabildi mi bilmiyorum. Dediğiniz gibi, daha geniş bir okur kitlesine ulaştı bu roman, bir yıl içinde 40. baskısını yaptı. Bu övünülecek bir şey değil elbette. Satış rakamları edebî bir ölçü değildir çünkü, ticarî bir ölçüdür.
Bir arkadaşımız, 'Kuşlar Yasına Gider'i okurken en çok aniden arabanın yanında belirip doludizgin koşan atın hikayesini merak ettiğini söylemişti kitabı bitirdiğinde. İmgelerin ne kadarı çocukluğunuzdan, Denizli'den, ne kadarı olmak istediğiniz dünyadan?
Denizli yöresine ait bazı kelimeler var romanda, onları zevkle kullandım, ‘hembembe sekmek’ gibi mesela. Ecel atı bizim kültürümüzde eskiden beri var olan bir imge, biliyorsunuz. Sait Faik’in 'Ecel Atı' adlı bir öyküsü vardır mesela, fakat oradaki at oyuncakçı dükkânının vitrininde duran, ahşap bir ‘sallanan at’tır. Sonra, kelimesi kelimesine hatırlamıyorum ama Yunus Emre’nin, "Ecel atı seğirtüp…" diye başlayan bir dizesi vardır. Bu topraklarda yaşayan insanların dilinde, hayalinde, korkularında ve düşlerinde de vardır ecel atı.
Artık sıra kafanızda 10 küsür yıldır kurduğunuz romana geldi mi?
Maalesef, yine olmadı. O romanı yazmayı düşünürken yine başka bir romana başladım. Galiba bazı roman tasarıları, tıpkı bir fener gibi, başka bir romana uzanan yolu aydınlatıyor sadece. Ya da, öylece, tasarı olarak kalmaya mahkûmlar. Kim bilir, belki de bir heves rüzgârı estiriyorlardır, bir çeşit enerji veriyorlardır. Ya da ben çarçabuk yoldan çıkan biriyimdir yazarken, bilemiyorum.
Hasan Ali Toptaş ve Gökçer Tahincioğlu. Fotoğraf: Yavuz Özden
'30 yıl sonra bu noktaya geldim'
Genç yazarlar, hayatlarını yazıdan değil farklı işlerden ya da atölyelerden, kurslardan, eğitimlerden kazanmaktan şikayet ediyor. Siz yazıyla hayatınızı sürdürebileceğiniz noktaya ne zaman geldiniz?
Ben kitaplarımdan aldığım telifle hayatımı sürdürebilecek noktaya bu yıl geldim. Yani, ilk kitabımın yayımlanışından 30 yıl sonra. Yine de şunu hemen belirtmem gerekiyor, telifle hayatımı sürdürmeyi hiç düşünmedim, hiç böyle bir hayalim, böyle bir amacım olmadı. Bu kendiliğinden olan, ‘sonradan’ olan bir şey. Zaten, roman ya da öykü yazarken bana göre, bu tür amaçlar taşımamak lâzım gelir. Romancının ya da öykücünün biricik amacı, romanını ya da öyküsünü yazmaktır.
Zamansızlık, sosyal medya, hızla akıp giden hayat okuma alışkınlığını bitirdi mi, önceki kuşak daha mı şanslıydı, bugüne has bir tembellik mi var? Siz çocuklarınıza okuma alışkanlığını aşılayabildiniz mi?
Hayat şartları insanların kitap okumasını şu ya da bu ölçüde etkiliyordur elbette. Önceki kuşağın daha şanslı, şimdikilerin şanssız olduğunu düşünmüyorum. Okuyan yine okuyor. Kitap okumaları için ben çocuklarıma uyarıda bulunduğumu pek hatırlamıyorum. İkisi de okuyorlar.
'Kötülük bölüştürülünce görünmez oluyor'
Bir röportajınızda "Bütün insanlar kötüleşiyor sanki" ifadesini kullanmıştınız, ama öykülerinizde olan bitenler kötü ama kötü insan yok gibi...
Sanıyorum, dünya her geçen gün kötüye gidiyor anlamında bir şey söyledim. Öykülerimde, romanlarımda kötülüğe dair pek çok şey var aslında. 'Kuşlar Yasına Gider’de, hiç kötü yok dendi mesela; oysa romandaki baba bir ülkenin başkentinde havuza düşüyor ve onun imdat çığlıklarına kimse dönüp bakmıyor. Belki de kötülüğün bir ya da birkaç kişide temsiline alışmış bir yanımız var, kötülük binlerce kişiye bölüştürünce görünmez oluyor, gözden kayboluyor. Haddizatında, yek başına hayatın işleyişi bile kötü…
Ankara'ya, büyük kente veda edecek misiniz?
Ege’de, bir kasabada yaşamak isterim ama Ankara’dan ayrılabileceğimi pek sanmıyorum. Şartlar onu gösteriyor maalesef.
'Kuşlar Yasına Gider'den sonra bir ilgi farklılığı var mı gözlediğiniz?
'Kuşlar Yasına Gider’den sonra ben de evden çıktım biraz, söyleşilere hâlâ katılmıyorum ama epeyce imza gününe katıldım. Beni okuyanlarla yüz yüze geldik. Farklılık var mı onu tam olarak bilemiyorum.