Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » ‘Z kuşağına güvenmeliyiz!’

‘Z kuşağına güvenmeliyiz!’

‘Z kuşağına güvenmeliyiz!’05 Ağustos 2021 - 10:08
Çocuk ve genç edebiyatının en dinamik kalemlerinden Deniz Erbulak’ın çok sevilen serisi 14 Yaşında Bir Genç Kızım Ben yeniden ve yeni okurlarıyla buluştu. Erbulak’ın kendine has akıcı anlatımı ve kurgusunu gençlik dönemine heyecanlarla buluşturan ve Doğan Egmont’tan yayınlanan kitap, gençlerin çatışmaları, soru işareti ve kaygılarına da ses oluyor.

LİKYA BADEMCİ

 

14 Yaşında Bir Genç Kızım Ben romanını kaleme almaya karar verdiğiniz ilk ana gidecek olursak, en temelde nasıl bir güç sizi böyle bir hikâye anlatmaya itti?

 

Görüyor olmak sanırım. Gençlerle yetişkinlerin ilişkisindeki ironi bana hem eğlenceli hem öğretici gelirdi. Gençlerin içine sıkıştığı bazı dar dönemeçler var. Bunu görmek isterseniz eğer, onlara bakmanız yeterli. Çocuklarım o yaşlardayken, bazen onlara klişe anne cümleleri sayıp döktüğüm anlarda söylediğim bazı sözlerin aslında nasıl işlevsiz kaldığını söylerlerdi. Bazı örnekler komik olurdu, çok gülerdik. Bazıları da onlara attığım “anneye öyle söylenmez, çok ayıp!” nutuklarıyla biterdi. Ama bu şekilde kendimi dışarıdan görürdüm. Çocuklarımla çok açık bir diyaloğum oldu hep. Ebeveynler kendi kalıplardan çıkmazlarsa gençlerin giderek yalnızlaştığını fark ettim ve bunu yazmak istedim. Ama melodram haline getirmeden. Bir tür ders verme, parmak sallama, nasihat etme törenine dönüştürmeden! Çocuk ve gençlik kitaplarının genellikle yetişkinlerin gözünden anlatan bir mantığı vardır. Ama ya gençlerin gözünden hayat ve yetişkinler? Onlar dünyayı ve bizi, zannettiğimizden çok daha derin ve ayrıntılı kavrıyorlar.

 

Bu serinin bu denli sevilmesindeki en büyük sebeplerin başında bilhassa bu yaş grubundaki okurların anlaşılma hissinin yattığını düşünüyorum. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?

 

Anlaşılmak bence insanoğlunun hayattaki tek ve nihai hedefidir. Neyi neden yaptığınız anlaşıldığı anda yaptığınız her şey hakiki olur, siz de hakiki olursunuz. O yüzden anlaşılmak, bir çeşit “görünür” hale gelmektir. Bu tamamlanma hissini, özgüveni, kendinden memnun olma huzurunu neden gençlerden, öğrencilerimizden, evlatlarımızdan esirgeyelim ki? Bir gence “seni anlıyorum” demek yetmez. Onun durduğu yere geçip onun gibi bakmak gerek. Anlamak için mümkünse “o olmak” gerek. Özge’ye de ailesinin ve öğretmenlerinin “seni anlıyorum” demesi yetmiyor bu seride. Yetişkinler ona ne yapması gerektiğini maddeler halinde saydığında, “günlük hayatta hiçbir şey bu kadar kolay değil ki, çizgi film karakteri miyiz biz?” diyor. Genç okuyucu, bu seride bu sebeple kendi gerçekliğini buldu bence. Bu kitapta bir yetişkin, gençlerin dilinden bir şeyler söylüyor. Pek çok okuyucum bana yazıp “bütün bunları nasıl biliyorsunuz?” dedi. Oysa zaten bilmem gerekmiyor muydu? Ben genç olmuştum, hatırlamalıydım. Şarkıdaki gibi, “genç olmanın ne demek olduğunu bilirim, ama sen yaşlı olmanın ne demek olduğunu bilemezsin!” O halde bilen biziz. Yani “anlaması gereken” de biziz. Genç okuyucu bence asıl serideki bu yaklaşıma olumlu cevap verdi.

 

Kusurlarıyla, başarılarıyla, hatalarıyla ve erdemleriyle sıradan bir genç

 

 

Kitapta Özge’nin kafasını karıştıran, onu hayaller âlemine daldıran, bir yandan ebeveynleri ve yetişkinler dünyasıyla çatışmaya sokan pek çok olaya şahitlik ediyoruz. Özge’yi yaratırken sizin aklınızda ne vardı? Nasıl bir düşünce ya da nasıl gözlemlerden çıktı Özge?

 

Özge, kusurlarıyla, başarılarıyla, hatalarıyla ve erdemleriyle sıradan olan bir genç. Eğlenceli, konuşkan, duygusal ve heyecanlı biri. Hayatta herkes kadar şaşırıp herkes kadar sorun çözüyor. Hakikilik de buradan geliyor; sıradan olmaktan. Sıradanlıkta sürekli zorluk ve dram ya da sürekli bir mutluluk ve idealizm yoktur. Basittir, hep karşımıza çıkan gibidir. Komiktir, yaşanasıdır, zordur, ağlanasıdır. Bozulur ama mutlaka düzelir. Gençlere yazarken karamsar olmamayı kendime şart koşmuştum. Aydınlık yüzlü bir kitap olacak, dedim. Sürekli çocuklarımıza hayatlarından neleri çıkarmaları gerektiğini söyleyip duruyoruz. Ama onun yerine neleri koyacaklarına dair bir tablo sunmuyoruz. Okuyucu için Özge, gerçekçi olsun ama bir yandan aydınlığı, neşesi, esprileriyle ve ironik gözlem gücüyle de çıkış yollarından bahsetsin istedim. Böylece Özge, bunalımlar, aile içi anlaşmazlıklar, arkadaş kırgınlıkları, okul başarısızlıkları ve sınav stresi yaşasa da baş etmekle ilgili basit, doğal, insani yolları izledi. Aslında bu açıdan bir aile hikâyesi de aynı zamanda.

 

Serinin okurlarından nasıl dönüşler aldınız şimdiye dek?

 

Müthiş samimi, heyecan dolu bir geri dönüş seli denebilir ve yıllardır sürüyor. Onlar için Özge gerçek. Kitap boyunca Özge’yle dertleşiyor, arkadaşlık ediyor ve gülüyorlar. Sanırım serinin Özge’nin ağzından anlatılıyor oluşu bu gerçekliği arttırıyor. Onun kendilerine ne kadar benzediğinden bahseden mesajlar, e-postalar gönderiyorlar bana. Hayatlarının aynı olduğunu, Özge’yle aynı şeyleri yaşadıklarını anlatıyorlar. “Siz Özge’yi değil benim hayatımı yazmışsınız” diyen onlarca yüzlerce okuyucum oldu yıllar içinde. Bir yandan ebeveynlerden de “Hiç kitap okumazdı, bu seri elinden düşmüyor,” cümlelerini sık duyuyorum. Evet, gözlemlerimi yazıyorum ama gerçek hayattaki karşılığının bu kadar fazla olduğunu görmek çok güzel. Bu serinin okuyucusu, geri dönüşleriyle benim yazarlık hayatımdaki ilk öğretmenim oldu ve daima inancımı tazeledi.

 

Bu seri bir kere daha okurlarla buluşturuldu. Bu noktada dilde ya da kurguda çeşitli yenilikler yapma ihtiyacı duydunuz mu nasıl bir editörlük süreci oldu kitabın?

 

Kitap 14 yıl boyunca okundu ve kullanılan bazı terimlerin yerini zaman içinde başka kelimeler aldı. Yeni basımda birkaç noktada bunları düzelttik. Kitabın editörü Keriman Güldiken çok hassas ve incelikli davrandı, onunla çok ayrıntılı çalıştık. Etrafımızda gördüğümüz bugünün gençlerini tekrar tekrar konuştuk. Ben, yazılmış ve okuyucuya sunulmuş metinlerin değişmesine çok sıcak bakmıyorum. Ama revizeler olabilir. Biz de kitabı sadece revizyondan geçirerek bu vesileyle basım hatalarını da düzeltme şansını yakaladık. Karakterler, diyaloglar ve de hikâyemizi anlatış biçimimiz olduğu gibi aynı kaldı. Unutmamak gerek, kitaplardaki hikâyelerin üzerinden zaman geçse ve kelimeler değişse de; işaret ettiği nokta, altını çizdiği doğrular zamansız biçimde aynı kalır. Hikâyenin inandırıcılığı da tam buradadır zaten.

 

“Birbirimizi anlarsak farklı olmak kolaylaşır”

 

 

Bu seriyi 2007 senesinde kaleme almıştınız. Aradan geçen 14 yıla bakacak olursak, gençlerin gündelik alışkanlıkları, hayattan beklentileri ya da kendini ifade biçimlerinde ne gibi değişiklikler gözlemlediniz?

 

Gençleri konu edindiyseniz, hayatın en hızlı değişkenini anlatmaya kalkışmışsınız demektir. Okul, öğrencilik, kurslar, sınav hazırlık yöntemleri, kullandıkları kelimeler, giyim tercihleri, hobileri, öncelikleri, ebeveynlerine verdikleri tepkiler, hepsi özünde olmasa da şeklen farklı. Bir de şimdi gençler daha bireysel bir bakış açısına sahip. Ama umursamaz ya da hayatla ilgisiz değiller. Merhametli, mantıklı ve pratikler. Sanki daha hızlı olmayı önemsiyorlar ama yetişkinlerin telaş ve kaygılarına da uzaklar. Hayatı korkusuz bir serinkanlılıkla yönetiyorlar. Bu konuda gözlem yapmak ilginç oluyor. Ama yazarken insana ait değişkenleri bir dekor olarak kullansam da benim asıl yazdığım, yazmayı önemsediğim şey; insana ait değişmezleri anlatmak. Bu seri, genç-ebeveyn denklemini veriyor ve zaman ne kadar değişirse değişsin, özünde bu denklem aynı kalıyor.

 

Üst jenerasyonun bir sonraki nesli anlamaması durumu hep devam edecek bir şey mi sizce? Sizin nasıl bir gençlik döneminiz oldu, siz de benzer dertlerden muzdarip miydiniz?

 

Önce dünyadan bir örnek: “Gençliğimiz artık lüksten, zenginlikten hoşlanıyor. Görgü kurallarına hiç uymuyorlar. Otoriteye karşı aşağılayıcı, küçümser bir tavırları var. İleri yaştakilere büyüklere hiç saygıları yok. Anne babalarına karşı çıkıyor, ters düşüyor, büyüklerin önünde gevezelik ediyor, hızlı hızlı görgüsüz bir biçimde atıştırıyorlar. Öğretmenlerini ezmeye çalışıyor, onlara zorbalık ediyorlar.” Bunu sizce kim söylemiş olabilir? Cevap: Sokrates. Zaman: M.Ö. 399. Yani sorunuzun cevabı evet, bu hep devam edecek. Çünkü hep vardı.

Bir de benden bir örnek: Annem bana “odanı topla” derdi ve ben, odamın zaten toplu olduğunu düşünürdüm. Şimdi ben çocuklarıma “odanı topla” diyorum ve onlar da odalarının zaten toplu olduğunu düşünüyorlar. Yaşınız ve tecrübelerinizle birlikte savunduğunuz doğrular, önemsediğiniz noktalar değişir. Kuşaklar arası farklılık doğaldır. Burada püf noktası anlamak. Birbirimizi anlarsak farklı olmak kolaylaşır.

 

“Çocuklarımız hayata dair her şeyi önce bizimle deniyorlar”

 

 

Z kuşağı kimileri tarafından çok eleştirilirken kimileri için de anlaşılması zor bir nesil olarak tanımlanıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu konuyu?

 

Z kuşağı da diğer kuşaklar gibi, bir öncekilerden öğrendiklerini ve kendi yaşadıklarını biriktirip kendi yolunu çizecek. Biz öyle yapmadık mı? Z kuşağını biraz daha farklı yapan hayatın artık daha büyük adımlarla değişim geçirmesi, özellikle de teknolojik olarak. Onlar hızlılar, becerikliler ve algıları da yüksek. Yolları epey farklı. Bu yollar kendi keyfi tercihleri gibi görünse de yeni dünya düzeninde ve dijital çağda mecbur oldukları bir yol. Biz yadırgıyoruz ama onlar mükemmel biçimde adapte oluyorlar. Bizim aktardıklarımızı görmediklerini anlamadıklarını düşünmüyorum. Onlara güvenmek gerek. Z kuşağı bizim “yeter artık bilgisayarının başından kalk” dediğimiz sonra da “gel şu bilgisayarıma bir bak, bir şeyler oldu, düzeltemiyorum” diye geri çağırdığımız kuşak. Onlara; bizden devralıp, değişen dünyada dahi kullanacakları, o değişmez evrensel değerleri aktarmalıyız, onları anlamalıyız ve güvenmeliyiz. Bu yeterli bence.

 

Bu noktada özellikle ebeveyn ve öğretmenlere ne önerirsiniz?

 

Çocuklarımız hayata dair her şeyi önce bizimle deniyorlar. Kendilerini ifade etmeyi, dertlerini anlatmayı, sevindiklerini söylemeyi, gücenmeyi, merhamet etmeyi, anlayıp dinlemeyi, tartışmayı ve özür dilemeyi… Her şeyi! Onlar bunu her denediklerinde, (kendimizin mi onların mı haklı olduğu hesabını yapmadan) ellerinden tutup kaldırmak, nasıl yapacağını, nasıl savunacağını, nasıl düzelteceğini, nasıl gönül alacağını ve nasıl yolundan dönmeyeceğini baştan anlatacak olan bizleriz. Yetişkin olmak böyle bir şey, her seferinde tutmak, kaldırmak, daha yukarı kendimizden yukarıya kaldırmak demek. Ben çocuklarımla tartıştığımda derdim ki, “ben unuturum, affederim, seni hırpalamam, sen söylemeden anlarım, ama hayatta karşılaştığın herkesle böyle olmayacak. Şimdi benimle dene; kendini doğru anlatmayı dene, haksızsan özür dilemeyi dene, doğrularından taviz vermemeyi dene, barışmayı, uzlaşmayı, incitmemeyi, aynı anda incinmemenin yollarını bulmayı dene. Benimle dene, beraber yaparız bozarız, bir daha yaparız. Ama benden sonra birini kırdığında tamir edilmeyebilir, sen kırılır dökülürsen de tamir edilmeyebilir.” İşte ebeveynlerin ve öğretmenlerin görevi bu. Mesele asla gençlerle yetişkinlerin arasında değil. Mesele, hayatın kendisiyle gençler arasında. Ebeveynler ve öğretmenler bir rehber. Çocuklarına ve öğrencilerine, hayatla karşılaşmadan önceki son dersi verecekler, son sözü söyleyecekler. Bu fırsatı mükemmel değerlendirmekten başka görevleri yok.

 

Dijital çağda yaşadığımızı göz önüne alacak olursak, şimdiki gençlerin okuma alışkanlıkları bundan nasıl etkilendi sizce?

 

Ben kitap cildinin kokusunu, sayfanın çevriliş sesini sevenlerdenim. Ama okumak zihindedir. Fiziki şekli değişecektir, bence bu kaçınılmaz. Taş tabletten papirüse, papirüsten de ciltli kitaplara geçiş eminim o dönemde de duygusal açıdan zor olmuştur. Şimdi de “telefondan roman mı okunurmuş” sözlerini duyuyorum. Ben zorlanırım ama yeni kuşak zorlanmıyor. Ben kaç kere oğluma “telefona takıldın yine hani test çözecektin” diyorum, o da bana “anne, şu an telefondan bir konu anlatımı çalışıyorum zaten” diyor. Yolları farklı. Bu önemli mi? Bence değil. Onların seçtiği bu yeni yollar da evrensel doğrulara, evrensel sanata, bilime çıkıyorsa sorun yok. Tabletten, telefondan roman okuyan kuşak da, harika okurlar ve harika yazarlar yetiştirecek. Onlar da aynı hayal dünyasının içinde aynı kalp çarpıntısını duymuyorlar mı?

 

Bu serinin en dikkat çeken tarafı şüphesiz zamanın ruhunu yakalaması ve aslında gençlerin sesine eşlik edebilmesi. Bu anlamda sizi besleyen şeyler neler oluyor?

 

Kesinlikle mizah. Mizah, zamansızdır. Mizah, değişenle, değişmeyenle, eskiyle, yeniyle, değişim sürecinin hem kendisiyle hem de değişen bireyle dalgasını geçen eğlenceli bir yol yaratır. Hayattaki aksayan taraflara, zorlandığımız alanlara gülümseyerek bakmak iyi bir başlangıç değil mi? Özge’nin sesi canlı, komik, heyecanlı, değişken. O sesi verebilmek için biraz da bu enerjiye sahip insanlarla beslendim. Bunların başında kız kardeşim geliyor. Benden on yaş küçüktür ve neşeli, esprili, capcanlıdır. Onun ilk gençlik yıllarını gayet iyi hatırlıyorum. Bu hatıralar Özge’nin ortaya çıkışında bana çok yardımcı oldu.

 

Son olarak Özge’yi gelecekte nasıl maceralar bekliyor biraz ipucu verebilir misiniz?

 

Özge insansız yapamaz. O, etrafında sevdiği kişiler, ailesi, arkadaşları olduğunda mutlu ve güçlü. O zaman hayatın aksilikleriyle başedebiliyor. Bu aksilikler bazen komik bazen de şok edici şeyler. Aslında hepsi başımıza gelen günlük olaylar. Başka bir şehre yapılan akraba ziyareti, yeni arkadaşlar edinmek, görünüşünü değiştirmek ve biraz çılgın olmayı denemek, kardeşinden bıkmak ve yine de onu çok sevmek, ailecek tatile gitmek, açıklanacak sınav sonucunu beklemek ve sık sık “of anne ya” diyerek annesinin “ya deme ya deme!” sözlerine maruz kalmak… Özge, biz ne yaşıyorsak onu yaşayacak yine. Bize hayatımızı renklendiren, anlam kazandıran pek çok ufak tefek güzel şey olduğunu hatırlatarak.