Yolu Milliyet Sanat’tan geçen yazarlar
08 Ekim 2022 - 04:10Kimler geldi kimler geçti... Milliyet Sanat’ın yarım asrı bulan serüveninde edebiyat sayfalarına hoş bir sada bırakan edebiyatçıları anmak istedik. Anlatılan sadece Milliyet Sanat’ın değil Türk edebiyatının da hikâyesidir...
SERAY ŞAHİNLER
seray.sahinler@milliyet.com.tr
Dile kolay tam 50 yıl, yarım asır… Bundan 96 sene önce ilk sayısı yayımlanan Türk basın tarihinin mihenk taşlarından Milliyet Gazetesi’nin seyrine 1972 yılında ortakoldu Milliyet Sanat. Kültür ve sanata kıymet veren, kendisi de üretken bir sanat insanı olan, ‘80’ darbesi öncesindeki kaotik ortamda dergiyi kapattırmamak için çetin mücadeleler veren Abdi İpekçi’nin vizyonuyla doğup büyüyen; kısa sürede yazarları, yazıları, kapakları ve dosya konularıyla sanat dünyasına yön veren bir dergi oldu.
İlk sayısı 29 Eylül’de yayımlandı. Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatının en özelkalemlerinin yazmaya devam ettiği yıllardan bahsediyoruz... Türkiye’nin en önemli yazar, çizer ve şairleri Milliyet Sanat’ın sayfalarında buluştu.Kimler yoktu ki dergide? Aziz Nesin, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Sabahattin Kudret Aksal, Suut Kemal Yetkin, Asım Bezirci, Metin And, Attila İlhan, Cemal Süreya, Ferit Edgü akla ilk gelenler… Fakat öyle derya deniz bir dergi ki Milliyet Sanat… 50. yılı kutladığımız bu sayıda yolu Milliyet Sanat’tan geçen, sayfalarda hoş sada bırakan yazarlara sözü bırakmak istedik. Anlatılan sadece Milliyet Sanat’ın değil Türk edebiyatının hikâyesi…
Sanat güncesi
Derginin her sayfası Türkiye’deki sanat dünyasının bir güncesi adeta. Kâğıt kokusunun hâlâ taptaze olduğu eski nüshalara yaptığımız yolculukta Türkiye’nin ve dünyanın nabzını tutan kritiklere, söyleşilere, soruşturmalara rastlıyoruz. '70 ve ‘80’ler,Cumhuriyet sonrasında edebiyatın öncülerinin olduğu kadar bugün usta addettiğimiz birçok ismin ilk gençlik, ilk üretim yılları. Yeni çıkanlar köşesi, özel söyleşiler,yazarların roman taslakları, gündem yaratan soruşturmalar derginin sayfalarında yankılanıyor. Neler yok ki bu hazinede… Aziz Nesin 1973’te “Televizyonda edebiyata şimdikinden daha çok yer verilmedir,” çağrısı yapıyor.
Ahmet Muhip Dıranas, 1974’te Zekai Muratçay ile yaptığı mülakatta neden şiir kitabı yayımladığının hesabını veriyor kalem kalem. James Baldwin’in son kitabı eleştirmenleri ikiye bölüyor. Varlık dergisiyle Türk edebiyatında çığır açan Yaşar Nabi Nayır, doğumunun 70. yıldönümünde Panait Istrati’nin toplumcu gerçekçiliğini analiz ediyor. Yaşar Kemal, Bedri Rahmi’yi anarak aslında aynı kaynaktan nasıl beslendiklerini anlatıyor. Fikret Otyam’ın vefatının beşinci yılında “Kaç yıl oldu gelmiyor Ankara’ya,” sözleriyle Orhan Kemal’i yâd ediyor. Çetin Altan 1974’te yayımlayacağı “Bir Avuç Gökyüzü” adlı romanını yazmak için hazır olduğunu Milliyet Sanat’ın sayfalarından duyuruyor.
Sevgi Soysal'ın cezaevi romanı
Sevgi Soysal, “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” adlı kitabıyla 1974’te Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazanmasının hemen ardından Milliyet Sanat’a verdiği röportajda hem ödülle ilgili duygularını dile getiriyor hem Türk romanını tahlil ediyor. Soysal, iki buçuk ay süreyle kaldığı Adana Cezaevi’nde iken yazdığı roman için şunları söylüyor: “Onu Yıldırım Bölgesi Askeri Tutukevi’nde yazdım. Otuz kadar koğuş arkadaşımın kafasını daktilo sesiyle şişirerek. Hapishanede yatmış olanlar koğuş sessizliğinin değerini ve önemini çok iyi bilirler. Çoğu hâlâ tutuklu olan sabırlı, sevgili koğuş dostlarımın bu ödülün sevinciyle, kendilerine vermiş olduğum sıkıntıyı bağışlayacaklarını umuyorum. 1972 yazının sıcağını benimle birlikte aynı koğuşta paylaşan arkadaşlarımı da bu ödüle ortak sayıyorum… Yeterince iyi roman yazamıyorsak, suç bizde. Biraz daha titiz, biraz daha çalışkan olmak gerekiyor. Geçmişle bağlantılarımızı iyi kurmak, geleceğe hayalci değil, gerçekçi açıdan açılmak, daha iyi ayıklayabilmek, öze daha yoğunluk kazandırmak, çağdaş özlere çağdaş biçimler aramak, uzaya gidilen, televizyonlu, sinemalı, elektronik bir çağda yaşadığımızı unutmamak zorundayız.”Aynı ödülü bir yıl sonra bu kez 12 Mart tutuklamalarınıkonu alan “Yaralısın” romanıyla kazanan Erdal Öz, henüz ilk yıllarında olan ödülün önemini “Halkının demokratik mücadelesine romanlarıyla, hikâyeleriyle katılmış ve öncülük etmiş bu büyük yazarın adını taşıyan büyük bir ödülü almak benim için sonsuz mutluluktur,” sözleriyle ifade ediyor.
Füruzan: “Türk romanı onurlu bir arayışta”
3 Ekim 1975’te bu kez Türk Dil Kurumu Ödülleri’ni kazanan Füruzan, Demirtaş Ceyhun, Tomris Uyar ve Turgut Uyar çıkıyor karşımıza. Füruzan “47’liler” ile roman, Demirtaş Ceyhun “Apartman” ile hikâye, Tomris Uyar ve Turgut Uyar Lucretius’tan çevirdikleri “Evrenin Yapısı” ile çeviri dalında ödülün sahibi oluyorlar. “Türk romanı onurlu bir arayış içinde,” diyor Füruzan ve ekliyor: “47’liler” ilk romanımdır. Şimdi şu günlerde umutlu, onurlu bir yeri var bu seçimin. İleride mi? İleride de yeni romanlar yazılacak, gerçeği daha da aydınlık sunan romanlar; hem de geridekileri, yazılmışları deney diye kullanarak. Bu bile azımsanmayacak bir onurdur bizce”. Tomris Uyar ile Turgut Uyar ise bugün dâhiedebiyatın su götürmeyen konularından çevirimeselesine 47 yıl öncesinden seslenerek “50 yılda oldukça önemli bir yol alındı çeviri alanında. Yine de bugün dil adına en büyük savaşlardan biri; gittikçeyaygınlaşan kötü çeviriye, o çeviriyi yayımlayanlara karşı verilmelidir,” çağrısını yapıyorlar.
Bir şair bir şairi yâd ederse...
Derginin en lezzetli bölümleri arasında bir sanatçının bir başka sanatçı hakkında kaleme aldığı yazılar var. Özellikle şairler birbirleri hakkında görüş beyan etmeyi pek sevmiş gibi görünüyor. Cemal Süreya doğum ve ölüm yıldönümlerinde Guillaume Apollainaire ve Paul Valery’yi anıyor. Hilmi Yavuz, vefatının 10. yıldönümünde “Necatigil Yok Şimdi” yazısıyla “Şimdi hüzün gerilerde kaldı. Hüzün, düğün oldu bir şiirinde dediği gibi… Acı da yok. ‘Acı anıları ilerilere kaçırdı.’ Bellekte çık yok.‘Necatigil yok şimdi.’ Belki bir gün olmuştur,” diyerek şaire saygı duruşunda bulunuyor.
“Bize Nobel verirler mi hiç?”
"86 yaşındayım ben. Ama daha yazmak istiyorum. Anadolu için çok şey yazdım ama henüz istediğimi söyleyemedim.” Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı, 86 yaşında dört yeni eser hazırladığı sırada Milliyet Sanat’a verdiği söyleşide söylüyor bunları. 8 Aralık 1972’de Orhan Duru’ya konuşan yazar, “Akdeniz’in Sonsuz Gençliği”, “Anadolu Uluları”, “İnsan Kral” ve yayımlanmamış öykülerinin yer aldığı kitabının çıkacağını duyuruyor. Röportajın büyük bölümü ise Nobel tartışmalarına ayrılmış. “Nobel ödülünü bizden kimse alamaz mıydı, bazı yazarlarımız sizi adaygöstermişlerdi…” sorusuyla başlayan söyleşiye, “Bize Nobel armağanı vermezler. Her şeyden önce batıya sempatik gelmiyoruz. Hıristiyan olmamamızın da etkisi var bunda. Kaldı ki Türkçeden başka dillere iyi çeviri yapacak kişi de yok pek. Ben bir yazım başka bir dile çevrildi mi sevinemiyor, çokçası üzülüyorum. Bakalım kim nasıl çevirdi diye…” Halikarnas Balıkçısı, muharririn ödülün 100 bin dolar olduğunu hatırlatması üzerine “Hemen aldığım gece dağıtırdım. Bakma öyle tuhaf… Sevinç satın alırdım böylece…” yanıtını veriyor. 13 Ekim 1973’te hayata veda eden Kabaağaçlı anısına ayrılan “Mavi Ömür Bitti” başlıklı özel sayıda ise onu Yaşar Kemal “Balıkçı, edebiyatımıza sağlıklı, güzel, yaratıcı doğayı getirdi. Yepyeni doğalar yarattı.
Bizim genç romanımız bu büyük ustadan çok şey öğrenmiştir,” sözleriyle anıyor.
Disiplinlerarası dayanışma
Birçok sayıda karşımıza çıkan “Edebiyatçılarımız neler hazırlıyorlar?” başlıklı köşede “İnce Memed”in Farsçaya çevrildiğini, Oğuz Atay’ın “Tehlikeli Oyunlar”ı kaleme aldı-
ğını görünce heyecanlanmadan edemiyorum. Yine “İnce Memed”in 1987 yılında yayımlanan dördüncü kitabı sayfalarda geniş yer buluyor. 1985 yılında, “En yeni yapıtlar” köşesinde Cevdet Kudret “Bilumum Çorbalar”, Ferit Edgü “Perisiz Ev”, Pınar Kür “Robert Taylor’u Kim Öldürdü?; Cemal Süreya “Sıcak Nal”, Enis Batur “Yaz Tuğrası” adlı yeni eserlerinin haberini veriyorlar. Politikacı sanatçılar da bu hikâyenin kahramanlarından… Bülent Ecevit’in 1970’li yıllarda yaptığı şiir çevirilerini okuyoruz. Yazar ve şairler sadece kendi yapıtlarına değil disiplinlerarası dayanışmaya da imza atıyor. 1986 tarihli, Türkiye’de tiyatro eğitimi başlıklı kapak konusuna Cevat Çapan yurtdışındaki tiyatro eğitimini anlatıyor. Ferit Edgü, 1 Mayıs 1990’da Van Gogh
kapağıyla çıkıyor okurun karşısına. Ve yine aynı tarihlerde “Benim resimlerim” başlıklı kitapçıklarda çağdaş Türk resminin ustalarını işliyor.
Değişmeyen gündemler
Edebiyat sayfalarının bir günce olduğunu söylemiştim, peki neler görüyoruz elli yıllık bu güncede?
Seray Şahinler’in yazısının devamını Milliyet Sanat ekim sayısında okuyabilirsiniz.