Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Yıkımın tam ortasındayız

Yıkımın tam ortasındayız

Yıkımın tam ortasındayız09 Mart 2023 - 10:03
Maçka Sanat’ta 11 ili yıkan depremden beş gün önce açılan “Neredeyiz” sergisi, adeta labirent gibi içinde kaybolduğumuz şehrimize, evimize, ocağımıza odaklanıyor: Neredeydik nerelere geldik, nereliyiz, neredeyiz?
SERAY ŞAHİNLER- Kahramanmaraş’ta meydana gelen ve 11 ilde büyük yıkıma yol açan depremler yapı, mimari, inşaat ve kentleşme kavramlarının hayatımızdaki yerini en acı şekilde hatırlattı… Tıpkı bilim insanları gibi sanatçılar da bu konuya uzun yıllardır dikkat çekiyor. Kentleşmenin, potansiyel yıkımın izleri, gerek solo gerek karma birçok sergide hatırlatıldı bizlere…
 
Türkiye’nin en köklü galerilerinden Maçka Sanat, kent ve kentleşme ekseninde yeni bir sergiye imza attı. Hem de depremden beş gün önce… Didem Çapa’nın küratörlüğünde 12 sanatçının eserlerinin yer aldığı “Neredeyiz” adlı karma sergi, bozulan topografyadan ekosistemin yıkımına, kimlikten belleğe, değişen seslerinden kokularına adeta labirent gibi içinde kaybolduğumuz şehrimize, evimize, ocağımıza odaklanıyor. Sergide Akın Güreş, Ayşen Urfalıoğlu, Fatih Kızılcan, Fırat Engin, Füreya Koral, Güneş Çınar, Murat Germen, Mustafa Duymaz, Ömür Tokgöz, Rabia Seyhan, Rüçhan Şahinoğlu ve Yunus Çermik’in işleri var.
 
Her şeyin başı, yerleşik hayata geçişle birlikte ihtiyaçlar hiyerarşisinin kilidini açan “barınma” meselesi. İnsan zamanla kendi eliyle inşa ettiği yapılarda yaşamaya başlıyor fakat kapısını, kilimini, kap kacağını yine kendisi yapıyor. Endüstriyle boyut değiştiren kentler, insana rağmen başka bir yöne doğru büyüyerek bugünkü ‘çarpık kente’ evriliyor. Ve o kentteki insanlar kendi biricikliğinden çıkarak şehirdeki “herkese” dönüşüyor. Sergide ilk dikkatimi çeken Füreya Koral’ın “Çığlık” adlı eseri işte bu evlere bakıyor. İnsanın kendi biricikliğini yaşadığı evlere… Hepsi eski bir kentin yerleşkesini andıran, kapıların açık olduğu, herkesin birbirinin misafiri olduğu evlere. Bu evlerin tam karşısında camlarını açmanın dahi mümkün görünmediği, dev bir aynadan ibaretmiş gibi görünen, plazayı andıran Rüçhan Şahinoğlu’nun işi var. Aslında her iki işin birbiriyle diyaloğu bu sergiyi en iyi şekilde anlatıyor. Füreya Koral’ın tıpkı o evler gibi herkesleşmiş yalnız insanın ‘çığlığı’ da her şeyin özeti gibi…
 
 
Her yerimiz demir…
 
Fatih Kızılcan’ın “Human extension-urbanisation” adlı işi 6 Şubat’tan beri yaşadığımız sürecin belki de en ‘sembolik’ hâli… Kızılcan, insan bedeninin kaburgalarının nasıl birer inşaat demirine dönüştüğünü gösteriyor. Güneş Çınar imzalı “Tüm renkler solduğunda”, kentlerde hiç bitmeyen inşaat silsilesine, kepçe ve vinçlerin durmadan çalıştığı bir süreçte yok olan doğal hayata bakıyor. Mustafa Duymaz’ın “Gördüklerimi Duyuyor musun?” adlı ses enstalasyonunda kentin keşmekeşi sese dönüşüyor. Sanatçının atölyesinin bulunduğu sokaktan gelen gürültüler, trafik sesleri ne kadar tanıdık. Ben sergiyi gezerken dahi bir yerlerden inşaat sesleri geliyor…
 
Depremin yarattığı enkaz sürerken aklımızda çığlıklar var, yakarışlar ve tuz buz olan binalar var. Rönesans Rezidans faciası zihnimizden çıkmıyor… Akın Güreş’in “Uygarlık II” adlı işi, çeperi (bir nevi makyajlanmış yerleri) düşen evlerin görüntülerini getiriyor akıllara. Fırat Engin’in kent belleği üzerinde durduğu çalışması ise bütün kentlerin birbirine benzeyerek kimliksizleştiğini hatırlatıyor.
 
6 Şubat’tan bugüne yaşadığımız şu süreçte yaşam alanlarımızın aynı zamanda nasıl mezarımıza dönüşebileceğini gördük. Çarpık kentleşmenin, zorunlu göçlerin, nüfus hareketlerinin kentlerin kimyasını yeniden şekillendirdiği bu düzlükte yıkımın tam ortasındayız. Fakat tam da burada Maçka Sanat’ın sorduğu “Neredeydik nerelere geldik, nereliyiz, neredeyiz?” soruları enkazdan kurtulmamıza vesile olacak belki de… Yanıtı hep birlikte arayacağız ve hep birlikte iyileşeceğiz. Sergi 18 Mart’a kadar ziyaret edilebilir.
 
 
Füreya Koral’ın ‘Çığlık’ı insanın kendi biricikliğini yaşadığı evlere bakıyor.
 
‘Binalarda mahkûmuz’
 
Küratör Didem Çapa, sergiyi şu sözlerle anlatıyor: “Kentlerin içindeki insanların mutsuzluğu beni en çok çarpan şey oldu. Yaşarken hissetmiyor musunuz? Bu kentleri yaratırken, yerleşik hayata geçerken insanlar mutlu olmak için yola çıktı. Fakat kendi seçtikleri insanlarla mutlu olmak için başladıkları bu yolculukta kendi seçmedikleri insanlarla aynı binalarda mahkûm yaşıyorlar. Üretimden çok para kazanmak amacıyla istemedikleri işleri yapıyorlar. Son yıllarda yeniden göç başladı. Kentin içindeki mutsuz insanlar sürekli bir arayış içinde, tekrar göçe eğilim gösteriyor. Ama gittiğiniz yer de bir kent. Eğer bilinçlenmezsek nereye gidersek gidelim sonuç aynı olacak.”