Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » “Yerebasan” projesi basına tanıtıldı

“Yerebasan” projesi basına tanıtıldı

“Yerebasan” projesi basına tanıtıldı12 Mart 2025 - 03:03
Her ikisi de anne olmanın heyecanını yeni tatmış genç küratör ikili Ceren Erdem ve Bilge Kalfa, 19. Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu’na sundukları “Yerebasan” projesinde Anadolu coğrafyasının mimari, sanatsal, arkeolojik, sosyal ve kültürel hafızasına ilişkin ‘göbek bağları’nı, Türkiye’nin toprakları üzerinden buluşturdukları 20’nin üzerinde sanatçı, mimarlık ekibi ve kolektif üzerinden dünyaya sunuyor olacak. 10 Mayıs - 23 Kasım arası izlenecek bienal, İtalyan mimar Carlo Rotti küratörlüğünde bu yıl ‘zekâ’ kavramını 300’ün üzerinde projeyle tartışacak. Bienale bu yıl Refik Anadol da “Yaşayan Mimarlık: Biophilia” projesi ile çağrılmış bulunuyor.
EVRİM ALTUĞ 
evrimaltug@gmail.com
 
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) koordinasyonunu üstlendiği Venedik Bienali 19. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu’nda, Ceren Erdem ve Bilge Kalfa küratörlüğündeki “Yerebasan” başlıklı proje sergilenecek. Basın ve davetli önizlemesi 8 ve 9 Mayıs’ta yapılacak Bienal, 10 Mayıs’tan 23 Kasım’a dek gezilebilecek. Küratörlüğü İtalyan mimar - mühendis Carlo Ratti’ tarafından üstlenilen Venedik Mimarlık Bienali’nin İtalyanca ve İngilizce olarak anons edilen bu yılki teması ‘zekâ’ olarak paylaşılmıştı.
 
Küratör Ratti, ‘zekâ’ teriminin her iki dilde de ortak Latince kökeni ‘intelligens’e göndermede bulunurken katılımcı ülke, mimar, sanatçı ve kolektiflere “Yanan bir dünyayla yüzleşmek için mimarlık etrafımızdaki tüm zekâyı harekete geçirmelidir,” şeklinde bir çağrı da yapmıştı. Doktora tezini MIT'de Fulbright Bursiyeri olarak tamamlayan Ratti halen Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) ve Politecnico di Milano'da ders vermeyi sürdürüyor. Ratti, aynı zamanda, Senseable City Lab'ın yöneticisi ve mimarlık ve icat ofisi CRA - Carlo Ratti Associati'nin (Torino, New York City ve Londra) kurucu ortağı olarak biliniyor. Bu arada Venedik Mimarlık Bienali’ne bu yıl “Yaşayan Mimarlık: Biophilia” isimli projesiyle, güncel sanatçı Refik Anadol ve atölyesi de resmen seçilmiş bulunuyor.  
 
Öte yandan  “Ziyaretçileri toprakla daha derin bağ kurmaya davet etmeyi” amaçlayan 19. Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu’nda izlenecek “Yerebasan” sergisi toprağın hissedilip duyumsanabileceği, etkileşimli karakteri ile basın ve kamuoyunun ilgisini şimdiden çekmişe benziyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür Sanat çatısı altındaki, tarihi Tünel’e ev sahipliği yapan Metro Han’da buluşan yaklaşık 200’ü aşkın davetli, basın mensubu, sanatçı, mimar ve akademisyeni heyecan ve alkışlarla buluşturan “Yerebasan” sergisiyle ilgili olarak konuşan küratör ikili Erdem ve Kalfa, bu projede “sürdürülebilir, dayanıklı ve çevreyle uyumlu inşa ve yaşam biçimleri tasavvur ederken, toprağın öğretebileceklerine kulak vermeyi, geleceğin toplumları için toprağı ortak bir zemin olarak değerlendirmeyi” öneriyor. Proje ayrıca, kariyerine İKSV’de ilk adımı 21 yıl önce atmış olan Ceren Erdem için de ayrı bir duygusal değer taşıyor. Öte yandan küratör ikilinin annelik heyecanını yakın zamanlarda yaşamış olmaları da, etkinliğin kavramsal, etik ve sosyal kimliğinin gelişiminde büyük pay sahibi gibi görünüyor.
 
 
Fotoğraf: Fatih Yılmaz
 
Toprağa duyarlı sanat ve mimarlık komünü
 
Venedik Bienali’ni ‘Giardini’ ile dünyaya sunan ‘Arsenale’ bölgesinde izlenecek ‘Yerebasan-Grounded’ kolektif sergisi, bünyesinde Hüseyin Aksoy, Michael Akstaller, E. Füsun Alioğlu ve Senem Akçay, Ali Mahmut Demirel, Sinem Dişli, Yelda Gin, Ali Miharbi, Özgül Öztürk, Serkan Taycan ve Orkan Telhan gibi isimlerin sergiye bireysel katkılarıyla zenginleşiyor. 
 
Taşıdığı kültürel, sanatsal, sosyal, bilimsel katkının yanı sıra “Yerebasan” projesinde  Bire-Pan, Common Action Walls, Herkes İçin Mimarlık ve Poçolana Works, Mono Earth, Ozruh, Rec II, ReYard House, Solidified ve Yalın Mimarlık gibi imzalar da, etkinliğe birer ekip olarak çeşitlilik katıyor. Bu etkileşimli, zengin zemin üzerinde “Yerebasan”ı basına ve kamuoyuna açıklayan küratörler Erdem ile Kalfa projenin detaylı niteliklerini ise şöyle dillendiriyor:
 
“Yerebasan ile ziyaretçileri toprağı, müstakil bir varlık olarak değil, etrafımızı saran yaşam dokusunun ayrılmaz bir parçası olarak algılamaya davet ediyoruz. Altımızdaki bir yüzeyden, ya da çıkarılacak bir kaynaktan ibaret değil toprak; daha ziyade yoğun, zeki ve ayrıca parçası olduğumuz bir dünya o.
 
Sergi, malzeme araştırmaları, sanatsal belgelemeler ve bilimsel gözlemlerle bizleri, bu dinamik alışverişin içindeki yerimizi yeniden düşünmeye yüreklendiriyor. Bizi, aşındırdığımız yapıları ve ekseriyetle göz ardı ettiğimiz olasılıkları görmeye çağırıyor. Böylelikle, kendini dayatmayan, aksine çevreyi dinleyen ve onunla etkileşim kuran yaşam ve inşa biçimleri öneriyor.”
 
 
Fotoğraf: Evrim Altuğ
 
Bienale giden açık çağrıya 119 başvuru gerçekleşti
 
Basın toplantısında küratör ikili tarafından verilen bilgilere göre, 3 Mart’taki açık katılım çağrı süresi bittiğinde 119 başvuruyu değerlendirmiş bulunan “Yerebasan” projesi ayrıca medeniyetler, ekosistemler ve sürdürülebilir yaşamın özünü anlamamız için hayati öneme sahip, bütün dinamizmine rağmen çoğunlukla göz ardı edilen bir kaynak olan toprağı ön plana çıkarıyor. Türkiye’den toprak örneklerini içeren sergi, duyusal deneyimler, bilimsel araştırmalar ve sanatsal yorumlar aracılığıyla, toprağın türlü vasıflarını gözler önüne seriyor. 
 
 
Fotoğraf: Evrim Altuğ
 
Ceren Erdem ve Bilge Kalfa serginin özelliklerini, ayrıca şöyle kayda geçiriyor:
 
“Mimarlık sıklıkla, temiz ve denetlenebilir ortamlar yaratmak uğruna, toprağa ilişkin özellikleri bastırmaya meyillidir. Bunun aksine Yerebasan, toprağı pavyonun merkezine yerleştirerek, onu, zekâ ve eylemliliğe sahip canlı bir varlık olarak sunuyor. Ziyaretçiler, toprağın dokusuyla, kokusuyla ve sesiyle etkileşime geçiyor; onu hem ekolojik bir sistem hem de doğa ve insanlık tarihinin canlı bir arşivi olarak deneyimliyor.
 
Yerebasan ayrıca, inşaat gibi insan faaliyetlerinin tesirleri üzerine fikir yürütürken, Türkiye’nin zengin mirasını, arkeolojik alanlarını ve sürdürülebilir yapı uygulamalarını araştırıyor. Sergi, yerel teknikleri çağdaş yeniliklerle harmanlayarak, doğaya ve kültüre hürmet eden mimari yaklaşımlar tahayyül ediyor; doğayla daha ahenkli yaşam biçimlerine teşvik ediyor.” 
 
Sergiye paralel olarak Melis Cankara editörlüğünde hazırlanan kitaba ise Aytek Soner Alpan, Sevince Bayrak, Ömür Harmanşah, Enise Burcu Karaçizmeli, Burcu Serdar Köknar, Aslı Odman, Bülent Tanju ve Evren Uzer, yazılarıyla katkıda bulunuyor. Küratörlerin metni ve katılımcıların eser açıklamalarını içeren yayın eserlerde ele alınan temaların farklı bakış açılarıyla derinleştirilmesini de amaçlıyor. 
 
Bienalin ana mekânlarından Arsenale’de yer alan Türkiye Pavyonu, İKSV’nin koordinasyonunda, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkıları ve T.C. Dışişleri Bakanlığı himayesinde düzenleniyor. Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu sergileri, 2014’ten bu yana Schüco Türkiye ve VitrA’nın eş sponsorluğunda gerçekleştiriliyor. Bu yıl Türkiye Pavyonu’na Fibrobeton Yapı Elemanları ve STONELINE katkı sağlayan kuruluşlar, Türk Hava Yolları havayolu partneri, FÖRNİ ve SAHA Derneği ise prodüksiyon destekçileri olarak katkı sunuyor. 
 
 
VenedikBienali 24 Türkiye Pavyonu Fotoğraf: Fatih Yılmaz
 
“‘Yerebasan’ hikâyesinin ‘anahtar kelimeleri’ vardı.”
 
Basın toplantısının soru-cevap kısmında Milliyet Sanat’ın sorularına da yanıt veren küratör ikili Erdem ile Kalfa “Venedik Bienali’nin aşırı ticarileşen, rekabetçi, projelerin üst üste ‘sığınmış’ aşırı istifli teşhirci halleriyle yoğunlaşan tasarım biçimi üzerinden Venedik’e getirdikleri “Yerebasan” isimli proje ile gündeme ne gibi bir ders ve eylem hali çıkardıkları,” şeklindeki sorumuzu, şöyle yanıtlıyor:
 
“Aslında daha proje başvurusunu hazırlarken, Türkiye’de bu konuda kimler çalışıyor diye, epey bir araştırma yaptık. Bildiğimiz isimler de vardı ama bir de aslında, ulaştığımız, bu konuda araştırma yapan hocalardan çok ciddi tavsiyeler aldık. Başka bir hikâye kurduk. O hikâyenin belli ‘anahtar kelimeleri’ (keyword’leri) vardı. Onlara yanıt olabilecek, bize öneri isimler neler olabilir? O araştırmaları istedik, topladık ve onların aralarından eleyerek gittik. Tabii çok kısıtlı bir zamandı. Biz (geçen) Kasım sonu gittik ve bir ‘açık çağrı ile’ bunun sonuçlarının gelmesi ve üretilmesi ile bu işi üretmek neredeyse mümkün değildi.
 
O yüzden çoğu projenin zaten araştırmaları yapılmıştı. Biz bu kısmı çok önemsiyoruz. Altı ayda böylece hızlıca üretilmiş bir araştırmayı yansıtmaktansa, burada altı yıldır emek verilen çok iş var. O yüzden ‘yoğun araştırılmış işler bir araya gelip, nasıl bir hikâye anlatabiliyor?’ Ona bakmak istedik.”
 
Basın toplantısında ayrıca, gazeteci - yazar Gila Benmayor’un İstanbul mimarisine dayalı ‘siyah ve kahverengi, asbest yüklü’ eleştirisi de büyük ilgi gördü. Benmayor toplantıda ‘içini dökmek istediğini, artık bir şeyler yapılması gerektiğini, müteahhitleri çağırmak gerektiğini’ ifade edince küratör ikiliden önce Bilge Kalfa’nın bu eleştirel yoruma “Yerebasan” projesi üzerinden verdiği tepki ise, şöyle oldu: 
 
“Evet böyle ‘ulvî’ bir çağrımız yok, ama bu ‘açık çağrı’da özellikle öğrencilerin katılımda bulunmalarını ve özellikle bilinçli bir bakış açısı geliştirmelerini çok istedik. Çünkü (İstanbul’daki)  bu dönüşüm ile birlikte Anadolu yakası bütün bahçelerini kaybetti. Tamamı otoparklarla doldu. Bu nedenle su, toprağa değemiyor. Aslında bu çok büyük bir problem. Bu farkındalık bir şekilde yayılsın istiyoruz. Toprağın ve suyun kavuşmasının ne kadar kıymetli olduğunun bir şekilde bilinmesini çok istiyoruz. Bu müteahhitle olabilir mi bilemiyorum, ama en azından gençlere ulaşabilirsek belki...” 
 
 
Bilge Kalfa. Fotoğraf: Fatih Yılmaz
 
Küratör Kalfa ardından söz alan meslektaşı Ceren Erdem ise bu yorumu şöyle zenginleştirdi: “Bu arada aslında benzer projeler yıllardır mimarlık fakülteleri ve içindeki stüdyolarda çalışılıyor. Dolayısıyla aslında bizim de burada bir araya gelmemiz tesadüf değil. Bir yandan da zaten bunların çalışılıyor olması da bize cesaret ve bunları konuşabilmek için ilham veriyor. Eminim, bu konuda dünya ile ilişkileri çok daha göbekten bağlanabilecek daha genç mimar ve araştırmacılar çıkacaktır. Onların da etkisi ile hakikaten bunu ummaktan, bunları konuşarak daha da görünür hale getirmekten başka bir çaremiz yok.”
 
 
Ceren Erdem. Fotoğraf: Fatih Yılmaz
 
Doğadaki toprağın tamirine kolektif vurgu
 
Toplantıda ayrıca, katılımcılardan biri “Yerebasan” projesinin doğadaki toprağın ‘tamir’ine dönük katılımcı ruhu ve amacına göndermede bulununca küratör ikilinin buna gösterdiği katkı ise şöyle kayıtlara geçti:
 
“Tamir, bakım ve bir arada var olmak. Bu bir üstünlük değil aslında. Aynı düzlemde, zeminde var olmayı düşünmek üzerinden, insan hegemonyasından da çıkabilecek bir bakış açısını bu sergide kurmayı istedik. Ve evet, tamir, bakım önemli oldu. İkimizin de yakın zamanlarda anne oluşuyla da birlikte gelen bakım ve sabır, orada durma ve başka hayatları düşünmek de, belki bizi bu düşünme sürecinde etkilemiştir. ‘Biz neden bunları yapıyoruz? Bunun için yapıyoruz.’ Buradan çıkmadık ama, bir de bakmışız, böyle bir araya gelmişiz. Böylesine göbekten bir bağ hissettik. 
 
Ayrıca şöyle bir bağ daha hissettik: Anadolu’daki bütün bu kerpiç yapıların taşıdığı bakım etkinliği de, bir kolektif etkinlik aslında. Bahar aylarında kerpiç yapılardan alınan DNA el izlerinde, hep kadın el izlerine rastlanıyor. Bu bir kadın etkinliği aslında.  Kadınların bir araya geldiği, yavaş yaptıkları bir etkinlik. Ve bu, kendine yeten, yavaş yapan, bakım veren durumu önceliklendirmek, bence mimarlığın en büyük sorumluluklarından biri.”
 
“Yerebasan” pavyonun deşifre hali: Anadolu toprağı
 
İkili bununla birlikte bienali zenginleştiren “Yerebasan” ismi üzerine nasıl yoğunlaştıkları ve projenin ‘aşağıdan (yukarı)’ inşa halinin çağrıştırdığı ‘under Construction - şantiye’ ruhu hakkındaki sorumuzu Ulusal Pavyon’un Venedik’e getirdiği kolektif ama ‘ulusal’ karakter adına değerlendirme fırsatı buldu. Küratörler Erdem ile Bilge Kalfa sorumuzu art arda şöyle yanıtladı:
 
“‘Yerebasan’ başlığı hikâyesini anlatalım önce: Biz İngilizce bir sunum hazırlıyorduk. Bütün o yazıları, aramızda her ne kadar Türkçe konuşuyor olsak da, yazma sürecini İngilizce düşündük elbette. Ve o toprakla kurduğumuz, kurulmasını istediğimiz ilişkinin, samimiyetin ve toprağın kendi özelliklerini de düşündüğümüzde, ‘Down to Earth’ diye bir başlıkla ortaya çıktık.  
 
Projemiz seçilmeye yakın olduğunda projeyi Türkçe ‘Yerebasan’ gibi bir bileşik kelime ile ortaya çıkardığımız bir başlık ortaya çıkardık. Ve sağ olsun, seçici kurul bizi seçtikten sonra da, geçen Venedik Bienali’ndeki komşu pavyonumuz Lüksemburg’un pavyon başlığının ‘Down to Earth’ olduğunu hatırlatarak böyle bir tekrara düşmeyelim dedik. Yerebasan’ı da çok sevip, benimsemiştik. Yerebasan ve Down to Earth’u da çok benimseyerek, İngilizcesini de ‘Grounded’ yaptık. ‘Yerebasan’ hem bizim fiziken toprakla kuracağımız temas, hem de toprağın kendisinin de ayağı yere basan özelliklerini barındırmasından dolayı ortaya çıktı. ‘Ulusal Pavyon’ meselesine gelecek olursak, aslında bunu bir ‘ulusal temsiliyet’ üzerinden düşünmedik. Ama bu kolektif üretim ve düşünce bizim için çok önemliydi. 
 
Bir de aslında, Anadolu’da toprakla ilişki binyıllardır olan bir şey. Bu iklim krizine verilen cevaplar, o coğrafyanın koşullarıyla çok ilişkili. Orada ağaç varsa, ahşap yapılar önceliklendiriliyor. 
 
Aslına bakarsanız coğrafi düşündük. Coğrafi düşünmenin sadece arkeolojik alanlarda doğrudan çıkan bilgiler değil, üreten ekipler de bizi buna yönlendirdi. Örneğin Soldified ekibi, Adana’da faaliyetlerini gösteriyor. Yine, projede birlikte çalıştığımız Atelier FY - Fatih Yazar Şanlıurfa’da çalışıyor. Niğde’den, Aksaray’dan, Isparta’dan konuştuğumuz pek çok akademisyen var. Zaten projenin kendisi coğrafyaya yayılmış bir şekilde ortaya çıktı. (...) Bir de zaten, toprakla birlikte çalışan herkes ‘topraklanmış’! O kadar sakin, besleyici ve güzel çalışıyoruz ki, bu kadar kalabalık bir proje, bu kadar dingin ve rahat çalışılabilir.”
 
 
“Gülle Games”, Sinem Dişli, 2019 
 
Toplantıda küratör ikiliye son olarak da, ‘XXI’ Mimarlık ve Tasarım Dergisi’ tarafından, ‘Türkiye Pavyonu’ / ‘Yerebasan’ projesinin izleyici adına nasıl deneyimleneceği sorusu yöneltildi. Verilen yanıt da, gelen soru gibi hayli ilginçti ve projeye dair merakı daha da tetikleyiciydi:
 
“Aslında pavyona tam merkezden, karşılıklı kapılardan giriliyor. O yüzden ikimizin daha kavramsal olarak oluşturduğu ‘toprağa giriş’i, ya da bu bir çukur da olabilir, bunun içine girdiğimiz alanı merkeze koymak istedik ki girişte ziyaretçiyi karşılasın.
 
Dileğimiz önce onun içine girilerek vakit geçirilmesi. Toprağın kokusunun, sesinin, dokusunun hissedilmesi. Çünkü bu, biraz da hafıza tetikleyen bir durumdur ya… Kimi çocukken oynadığı bahçeyi düşünür. Kimi, mezarlık ziyaretini düşünür. Kimi, ‘ah ben evimin duvarlarını bununla kaplasam,’ diye düşünür. Ama dileğimiz, düşündürmek üzere önce orada vakit geçirilmesi. Bir yandan da, serginin gezilme akslarını, izleyici herhangi bir yönden başlasa da bir tur attığında rahatlıkla yakalayacağı bir şekilde kurgulamıştık. Aslında tüm işler mekânda birbiriyle ilişkili. Birinden diğerine, o hikâyeyi yerleştirmeye yönelik olarak kurgulamaya çok çabaladık aslında.” 
 
Bilgi: turkiyepavyonu25.iksv.org