Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Yaralarımız peşimizi hiç bırakmıyor

Yaralarımız peşimizi hiç bırakmıyor

Yaralarımız peşimizi hiç bırakmıyor11 Aralık 2022 - 12:12
Nermin Yıldırım, “Bavula Sığmayan”da çok tanıdık, bildik, hepimizde olan yaraları anlatıyor. Nasıl açıldıklarını, nelere mâl olduklarını gösteriyor. Buruk öyküler anlatıyor ama yanına hep umudu da yoldaş ediyor.
Efnan Atmaca- Bir yazarın ilk romanından itibaren onunla yürümek, geçtiği duraklarda birlikte mola vermek, değindiği konularla kendi yaşamınızda farklı pencereler açmak, yolculukların en öğretici ve en keyiflilerinden. Nermin Yıldırım benim için işte o yazarlardan biri. Belleğin derinlerine açılan sorgulamalarıyla başlayan bu yolculukta pek çok keşfine ortak etti okurlarını Yıldırım. Hep bir bağ vardı romanları arasında. Bir sonrakine işaret eder gibiydi satırlarında. En son “Ev”le “Çocuklar bulunmak için saklanır, yakalanmak için kaçarlar. Aranmayanlar ve bulunmayanlar da büyüyünce benim gibi olurlar” diyen kahramanla okurlarının kendi çocukluğuna dönmesine salık verdi. O romanıyla “Duygu Asena Kadının Hâlâ Adı Yok Roman Ödülü”nün de sahibi oldu. Şimdi ise hikâyeleriyle döndü. Yüreğine fazla gelen öyküleri “Bavula Sığmayan”da paylaştı.
 
Bir aile ağıtı
 
Üç bölümden oluşuyor bu hikâyeler. “Aile Yalanları” adlı ilk bölümde üç öykü birbirini tamamlıyor. Anne, baba ve kızlarının anlattıklarıyla yaşananların bilinmeyen tarafları aydınlanıyor, aile yalanları ortaya çıkıyor. Bu üç öyküde aile olmak, aldatmak, aldanmak, mutluluğun anlamı sorgulanırken aynı yastığa baş koyup ayrı yöne bakan insanlar var. “Ne zaman birbirimize sevmekten vazgeçtik, nasıl böyle yaşamayı kabullendik, katlanmanın fedakârlık mı yoksa korkaklık mı olduğunu neden hiç sorgulamadık?” tartışmalarına davet ediyor yazar okurunu. Hem çok tanıdık hem de hep başkasının yaşadığını kabul etmek istediğimiz bir aile ağıtı bu bölüm. Birbirinin gözünün içine bakıp yalan söylerken sırf onlar üzülmesin bahanesini kullananların hikâyeleri. Aslında tek istediklerinin sevdiklerinin mutluluğu olduğunu savunanların. Aldatan ile aldatılanın kovalamaca oynadığı ve hep birbirine karıştığı, çok bildik, her ailenin tarihinde yatan sırları okurun kulağına fısıldıyor Yıldırım. Yine aile fertleri duymadan, yine onlara çaktırmadan...
 
Hiç sormadıklarımız
 
İkinci bölümün adı “Dolunay Kaçkınları”. Bu bölümde birbiriyle konusal olarak bağlantılı ama birbirinin devamı olmayan üç hikâye var. Ortak özellikleri üçününde gerçeğinin de ay ışığıyla aydınlanması. Beni en çok “Bir Mahizer Zamanı” etkiledi. Yıldırım, güzelliğinin yükünü hayatı boyunca sırtında taşıyan Mahizer Hanım’ın yaşadıklarını anlatıyor bu hikâyede. Dedesinin 102 yaşında son nefesini kulağına üflediği Mahizer Hanım’ın yüzü ne kocadan ne evlattan ne de torundan gülüyor. Bir “oh” çekemeden geçip gidiyor dünyadan. Torunu öykünün bir yerinde onu hayatta en iyi anlayan kişinin anneannesi olduğunu, hep şefkatine sığındığını ama hiç şefkatini ona açmadığını, bir günden bir güne “Mutlu musun?” sorusunu sormadığını anlatıyor. İçim cız etti bu satırları okurken. Bize şefkatlerini açanlara karşı kör olduğumuzla, sanki yaralarımızı saranların hiç yarası olmadığına kendimizi inandırdığımızla yüzleştim. Diğer iki öyküden “Dönmek” bir özlem ve pişmanlık hikâyesi anlatırken, “Narin, Ben Geldim” bazı buluşmalara geç kalmamak gerektiğini hatırlatıyor.
 
Beyaz yalanlar
 
Son bölüme ise “Kronos Aylakları” adını vermiş Yıldırım. Kronos’tan yani zaman tanrısından kaçanların öyküleri yer alıyor bu bölümde. Kitaba adını veren “Bavula Sığmayan” da bu bölümde. Kitabın en yumuşak, en naif, en tanıdık öyküsü bu. Ablasının gelin olup giderken onu da bavuluna koyacağını söylerken aslında kandırıldığı gerçeğiyle sarsılan küçük kız kardeşin hissettiklerini anlatıyor Yıldırım. Başta da söylediğim gibi hep takip ediyor Yıldırım’ın satırları birbirini. Bu öyküyle de yine üzülmesin diye kandırılan bir küçük kız var. Ve kimse bilmiyor ki küçükken yaşadığımız bu hayal kırıklıkları, bizi sevenlerin sırf mutsuz olmayalım diye bizi kandırırken yüreğimizde açtıkları yaralar yakamızı hiç bırakmıyor. Kaç yaşına gelirsek gelelim o yaralar sık sık gösteriyor kendini. Sonra da neden ruhlarımızın tedavi olmadığını sorgulayıp duruyoruz. Yıldırım bu kitapta ruhumuzda açılan yaraları anlatıyor. Öyle çok yara var ki anlatılacak. Yıldırım da anlatıyor o yaraları, nasıl açıldıklarını, nelere mâl olduklarını... Belki tanırsak, bilirsek yaralarımızı; tedavisinin de ne olduğunu buluruz. Denemeye değmez mi?