“Trump sadece 500 kelime ile konuşuyor”
Üç baskı yapmış “Nostalji” kitabıyla Türkçeye de konuk olan Academie française üyesi kadın filozof Barbara Cassin Milliyet Sanat’la buluştu. “Avrupalılar yeterince güçlü olmadıklarının farkındalar. Kendilerini güçlü hissettikleri tek alan kültürde de artık bu unsurun dünyada bir öneminin kalmadığını görüyoruz” diyen Cassin’e göre “Trump bugün sadece 500 kelime ile konuşuyor. Kundera’nın da dediği gibi oysa ‘Avrupa’nın dili tercümedir.’”
EVRİM ALTUĞ
evrimaltug@gmail.com
Fransız dili ile ilgili konularda başlıca ‘Konsey’ olarak bariz öneme sahip, 1634 tarihli Academie Française’e seçilen beş imzadan biri olan Barbara Cassin, Institut Français’nin konuğu olarak Türkiye’den geçti.
Academie Française’e 2018’de kabul edilen, Chevalier de la Légion d’honneur, Officier de l’ordre national du Mérite, Commandeur des Arts et des Lettres ve Yunanistan’dan Grand Commandeur de l'ordre de l'Honneur gibi şeref nişaneleri elde eden Cassin, art arda gelen seçimler, savaşlar, çatışmalar ve krizler doğrultusunda Avrupa, Amerika ve Ortadoğu’nun adeta yeniden, üstelik hiç beklenmedik biçimde şekillendiği şu günlerde, İstanbul ve Ankara’ya uğradı.
Düşünür ve akademisyen son felsefî çalışmalarının yoldaşlığıyla Galatasaray Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi’nde özel birer konferans verdi.
Yazar ve düşünürün ‘İnsan Ne Zaman Evindedir?’ gibi taze bir soru ve alt başlıkla ilgi çeken, çevirmen Seçil Kıvrak’ın Türkçesiyle Kolektif Kitap etiketinde okuduğumuz “Nostalji” adlı kitabı Türkçede bugüne kadar tam üç baskı yaptı. Cassin yine kariyerinin erken döneminde Martin Heidegger’den etkilenerek Hannah Arendt’den çeviriler üstlenen bir zihin olarak tanındı. Akademi çatısı altında idarecilik ve öğretmenlik de yapan Cassin, emeğini Brezilya ve Güney Afrika’da da sürdürdü. Buna ek olarak Jacques Derrida’nın kurduğu “Uluslararası Felsefe Koleji”nde yöneticilik de yapan Barbara Cassin’in, yine alanında ünlü bir filozof olan, bugün 88 yaşındaki Alain Badiou’yla bir yayınevinde kurduğu felsefe dizisinin bir kitabı da “Heidegger: Nazizm, Kadınlar ve Felsefe” başlığıyla, 2011’de MonoKL Yayınevi’nce basılmış ve tükenmişti.
Cassin, Türkiye ziyareti kapsamında İstanbul’daki Fransız Sarayı’nda, Başkonsolos ile randevusu arifesinde Milliyet Sanat’la da bir araya gelmeyi kabul etti. Düşünür, “Nostalji” kitabı referansında gündeme ilişkin sorularımızı, Institut français’den Selin Şaşmaz Kalaycıoğlu’nun çeviri desteği ile felsefe ve mitologyanın ışığıyla şöyle yanıtladı:
“Nostalji” kitabınızda alıntıların değeri çok büyük. Göze iki tanesi çarpıyor derhal: Biri Umberto Eco (“Avrupa’nın dili ‘tercüme’dir”), diğeri Milan Kundera’ya ait. Kundera Avrupalı’yı tanımlarken ondan “Avrupa’ya nostalji duyan kişi” olarak söz ediyor. Avrupa bir nostalji mi gerçekten? Öyle ise neden?
“Avrupalı olmak, Avrupa’ya nostalji duymaktır,” evet. Bunun bugün daha da doğru olduğunu düşünüyorum. Neden mi? Bunu biraz da Trump’a bağlamak gerekiyor. Çünkü Avrupa’nın kendisini sürekli yeniden inşa etmesi gerek. Bu hiç de istikrarlı değil! Avrupa’nın sürekli kendini yenilemesi, devamlılığını sürdürmesi için çaba göstermesi gerek.
Özellikle Trump’ın ikinci başkanlık döneminden itibaren, Avrupa’nın kendini, politik, ekonomik bakımdan, taktik bakımdan yeniden inşa etmesi gerekiyor. Avrupalılar, bugün bu yönleriyle yeterince güçlü olmadıklarının farkındalar. Kendilerini güçlü hissettikleri tek alan kültürde de artık bu unsurun dünyada bir öneminin kalmadığını görüyoruz! Trump bugün sadece 500 kelime ile konuşuyor. Kundera’nın da dediği gibi oysa, ‘Avrupa’nın dili tercümedir.’
Türkçede de büyük ilgi gören kitap mitologya üzerinden bir sarkaç gibi işliyor ve sürekli İlyada ile Odysseia’ya referans veriyor. Türkiye’yi bu kitabın ‘anavatanı’ veya ‘yarı-vatanı’ saymamız doğru mu? Hisleriniz nedir?
Bu kitaptaki konu aslında biraz da göçle, eve dönmek ve milliyetçilikle ilgili. Şu soruyla ilgili: Biz ne zaman kendi evimizdeyiz? Bir yerde köklendiğimiz zaman değil aslında. Bir yerde ‘ağırlandığımızda’ böyledir bu. Peki Ulysses kendini ne zaman evinde sayıyor? Kendi yatağında köklenmiş olduğunda kendi evini yaratıyor, anadilini unuttuğunda, Roma’yı ‘yarattığında’, Yunanca konuşmayı bıraktığında kendini evinde hissediyor. Yunancadan Latinceye geçtiğinde böyle oluyor. Yine bu kitapta Hannah Arendt’a baktığınızda, kendisinin hiç bir halka ait olmadığı yönündeki sözü de öne çıkıyor: “Ben Yahudi de, Alman da değilim, ben ‘dilim’im diyor Arendt.”
Verdiğiniz başka bir eski söyleşide dilde ‘küreselleşme’ye getirdiğiniz uyarı açısından, tam da bu duruma yönelik ‘deva’nız, ilacınız, teklifiniz varsa, nedir ?
Tabii ki çeviri buna bir çözüm getirebilir. Ama bugün yapay zekâ’yı da (AI) buna katabiliriz! Belki çeviriler kötü. Ama en azından, çeviri yapılmış oluyor. Burada önemli olan her dili duymaktır. ‘Globish’ konuşsak da, ‘globish’ düşünmemektir. Dilin bir iletişim aracı değil, bir vizyon, kültür olduğunu düşündüğünüz an böyle düşünmemiş olursunuz.
Kitap sürgünlüğü işlerken akla bugünkü ‘turizm ve kültür’ ilişkisini de getiriyor. Kitabınızda Odysseius’un kurnazlığı, ‘Polytropos’ tabiri üzerinden ‘çok gezip çok bilen’ şeklinde ifade edilerek, Nostalji haliyle eşzamanlı vurgulanıyor. Buradan hareketle günümüzde, giderek yapaylaştırılan turizmin de sahici kültüre zarar verdiği düşünülebilir mi?
Benim turizmle bir alıp veremediğim yok, ben de turistim. Keşke şu an Prens Adaları’nda olsam! Ama siz yapaylığa atıfta bulununca elbette bir fark oluyor. Bu anlamda Ulysses için bir turist denemez. Polytropos da burada çok gezen değil ama hep yeni icatlar bulmak yoluyla bulunduğu engelleri aşan anlamında değerlendirilmeli. Turistler bugün sadece para ödüyor ve bir şeyler tecrübe ediyor evet ama, Ulysses da bir çaba var. Pratik zekâ var.
Kitabın 42. sayfasında ‘ötekilik’ konusunda da önemli tespitleriniz bulunuyor. ‘Öteki’ni anlamak adına, uğruna ‘aynı’ olma fedakârlığının altı çiziliyor. Peki bugün ‘öteki’ olmaya ne kadar gereksinim duyarız, bunun size göre uygun koşulları varsa, nelerdir? Zira ‘öteki’ni anlamak, kendimizden vazgeçmeyi gerektirir. Odysseius’un kendine / yurduna olan özlemi – nostaljisinden yola çıkarak sormaya çalışırsak: Fedakârlık kendini hangi anda gösterir?
Biz başkası değiliz; biz, biziz. Odysseius burada ‘İsmim hiç kimse,’ diyor ve yaşayabilmek adına bunu o sırada icat ediyor. Bir dil kurnazlığı, hile yapıyor.
Odysseius’nun bu tavrı biraz ‘varoluşçu’ değil mi? Hatta Sufi bir tavır mı bu?
Aslında orada Odyssieus’nun Calypso’ya karşı yaptığı şey bir tür dil kurnazlığı. Yoksa kendisi öyle varoluşçu bir zihniyet içinde filan da değil. (Gülüşmeler.)
Peki, Sufizmdeki ‘kendini aşmak’ ve Tanrıya yola çıkış eğilimi ile Odysseius’un yolculuğundaki bu ‘nostalji’ haliyle, mitologyada yaşadığını yan yana getirmemiz olası mı ?
Bu elbette Sufizmi nasıl tabir ettiğinizle ilgili.
Bu maddî âlemin geçici olduğunun bilinciyle fanî olduğumuzu bilme hali desek. Buradaki ömre, başka bir âleme hazırlık için yaşanan, sürekli varışı adına özlenen bir yolculuk desek… Buradaki emeği başka bir âlem uğruna muhasebe ettiğimizi söylesek, yeterli midir?
Ulysses / Odyssieus, ölümlü olduğunun bilincinde ve aslında bunu seçiyor. Hatta Calypso kendisine ölümsüzlük teklif ettiğinde, kabul etmiyor, eşinin yaşlandığını görmeyi arzu ettiği için reddediyor. Yine bildiğiniz gibi, Yunancada ‘ölümlü’ olmak, ışıkla bağlantılıdır. Mitologyada ölümden sonrası karanlıkla bağdaşıktır. ‘Mortel’ ve ‘lumiere’ yani ‘ölümlü’ ve ‘ışık’ Yunancada aynı kelimedir. Sadece aksanı farklıdır. Burada Odysseius’un ikilemi önümüze çıkıyor: Bir yandan köklü şekilde evinde, yatağında olmayı sürekli arzuluyor. Diğer yanda ise sürekli başka yerde, uzakta olma halini arzusunu yaşıyor. Bu anlamda iki nostalji türünden söz edilebilir. Biri ‘Sürekli evinde olmayı arzulama’ hali; ‘Home Sweet Home’, ikincisi ise ‘Sehnsucht’ daha uzağı, ileriyi sürekli arzulama, arama duygusu. Odysseius tam ikisinin arasında kalıyor!
Bugünün dünya haritasına, özellikle Ortadoğu’ya, Akdeniz’e baktığımızda Mitologya’nın tekrarladığı söylenebilir mi? Birçok çatışma gözümüz önünde. Ukrayna, İsrail, Filistin…
Akdeniz, gerçekten böyle mitolojik durumların tekrarlandığı bir yer. İlyada ve Odyssiea’da yaşanan tam bir toprak kavgası olmasa da kaçırılan bir kadının hikâyesidir. Yine de orada topyekûn bir yok oluş söz konusu.
Şu anda Academie Française ajandanızın öncelikli soru işaretleri neler olabilir ?
Akademi ilk kurulduğunda neredeyse hiç kadın olmaması adına kurulmuş bir yapıydı! Akademiye her geçen gün daha da fazla kadın üye kabul ediyoruz. Bugünkü Akademi’nin mesuliyeti, Fransız dilindeki değişimi sürdürmesidir. Normlar ve gerçek hayatta kullanım arasındaki ilişkiyi kurabilmesidir. Baktığınızda, bir (Fransızca) sözlük bittiği zaman öteki başlıyor ve biz bu devamlılığı sağlama sorumluluğuna sahibiz.
Türkiye’deki konferanslarınızın konu başlıklarını katılamayanlar için paylaşır mıydınız?
Konferanslar tamamen yeni kitabın üzerine kurulu olduğu içindir ki kitabı da konferansların bir özeti olarak sayabiliriz.
Okurlara vermek istediğiniz özel bir mesaj var mı?
Fransa ve Türkiye arasında, Fransızca ve Türkçe arasında, Avrupa ve Ukrayna konuları hakkında da işbirliği mesajı vermeyi çok isterim, teşekkür ediyorum.
Bilgi: https://www.academie-francaise.fr/les-immortels/barbara-cassin
