“Transatlantik”in renkli hikâyecisi
28 Aralık 2023 - 05:12Erdil Yaşaroğlu, BüroSarıgedik imzalı yeni sergisi “Transatlantik” ile bize bambaşka hikâyeler anlatan, ilk görüşte sempatik, derdiyle çok sahici varlık heykelleriyle İstanbul Tepebaşı’ndaki Alexander Vallaury binasında. Sanatçı, “Eğer değerli ve güçlü bir şey söylüyorsan, bunu mağara duvarına bile çizsen, etkisi yüzyıllar sürüyor. Hikâyen yoksa ya da zayıfsa, medyumun eskidiği anda, sen de eskiyorsun,” diyor.
EVRİM ALTUĞ
evrimaltug@gmail.com
Erdil Yaşaroğlu, 2019’da Büro Sarıgedik imzasıyla Bomontiada’da açtığı ilk kişisel sergisi “Oyun”un ardından, ikinci sergisi “Transatlantik”i Aralık ayının son hafta başında izleyicilerine sundu.
Sanatçının sergisi, 30 Ocak’a kadar Pazartesi hariç hafta içi 10:00-20:00 saatleri arası İstanbul Tepebaşı’ndaki ‘Belle Epoque’ cepheli Alexander Vallaury binasının üçüncü katında izlenecek. Sergi, hafta sonu ise 11:00 ve 19:00 saatleri arası görülebilecek.
Erdil Yaşaroğlu bu anlamda, basına yaptığı açıklamaya göre ‘artık oyun alanı kurmaktansa heykelleriyle, zihnindeki oyunu ortaya döküyor.’ Sunulan metne bakılırsa, “Sanatçının tanıdık, renkli, parlak yüzlerinin arkasındaki içgörüye ve derinlere indikçe ışığın azaldığı, karanlığın hâkim olduğu ama tıpkı okyanus tabanındaki akıl almaz canlılar gibi gizemli ve ışıltılı bir dünyaya işaret eden “Transatlantik”, görkemli bir yolculuğun müjdesini verirken içinde bulunduğumuz zamanın, insanlığı tehdit eden savaşların, görmezden geldiğimiz doğa yıkımının tedirginliğini de taşıyor.
Sergisinde taş, bronz ve ahşap heykellere yer veren Erdil Yaşaroğlu, izleyicilerine bu kez, fotoğraf kâğıdına dijital baskı, kompozit malzeme ve mermer yapıtlarla da buluşuyor.
“Kedi”, “Gör Duy Konuş”, “İki Yüzlü Maymun”, “Bitmeyen Öykü” gibi çoğunluğu dışavurumcu figüratif, sempatik ve hınzır Yaşaroğlu karakterleriyle yüklü sergiyi, sanatçıyla konuştuk.
Serginin kızıl ‘anıt’larından sayabileceğim ‘Ayı ve Boğa’yı (“Bitmeyen Öykü”, 2019) yaratma fikri nereden doğdu?
“Bitmeyen Öykü”, İş Yatırım için yaptığım bir heykel. Benden borsa ile ilgili bir heykel yapmamı istemişlerdi. Ayı ve boğa ise tüm dünyada borsanın simgeleri. Boğa borsadaki yükselişi, ayı ise düşüşü temsil ediyor. Bütün dünyada bu ikili sanat eserlerinde hep dövüşürken canlandırıldı. Ben de tam bu dövüşe ara verdikleri anı hayal ettim. Yorgunlar, birbirlerine yaslanmışlar ama sarılmıyorlar. Ne olursa olsun bu ikisinin birbirine ihtiyacı var. Biri olmadan diğeri var olamıyor ve onların hikâyesi bir bitmeyen öykü.
Serginin isim babası “Transatlantik” diğer işlere de bulaşıcı bir iyi-kötü temsiliyeti yaratıyor. Serginizde ‘Neşe’nin esasen içinde taşıdığı eleştiri ve hüzün Chaplin’i, Il Pagliacco’nun insancıl vazifesini andırıyor. Yorumunuz nedir?
Neşe ve hüzün birbirini var eden iki kavram. Mizahın ve hikâyenin tam ortasında duran iki duygu. “Transatlantik” heykelinde önce sevimli, küçük ve sarı bir gemicik görüyorsun. Sonra ise ardında bıraktığı devasa karanlık dumanı. Dünyayı nasıl mahvettiğimizi anlatıyor bu küçük sevimli şey. Adım adım sona nasıl yaklaştığımızı.
Sanatçının bir derdi de sorunu göstermek. Ona çözüm bulamayabiliriz ama farkındalığı arttırarak çözüm bulabilecek insanları harekete geçirebiliriz. Dünyayı, doğayı, canlıları seviyorsan, duramıyorsun işte.
Kimi işlerinizle bu berbat ekolojide hayvanatı bizzat onore edici, anıt fikrini koruyarak tartışan bir hal var. Ne düşünüyorsunuz?
Hayvanları çok seviyorum. Onlarla insan hikâyeleri anlatıyorum. İnsanın şimdiki kültürü maalesef diğer canlıları sömürmek üzerine kurulu. Bu hep böyle değildi. Eskiden onlara daha çok saygı duyardık. Ben diğer canlılara saygı duyuyorum ve bunu hatırlatmak istiyorum.
Üstelik hayvanlarla hikâye anlatmak da eğlenceli. Beni de, izleyeni de mutlu ediyor. Bazı işlerimde onları insanlaştırarak, bizim empati kurmamızı kolaylaştırıp, onları daha iyi anlamamızı sağlamak hoşuma gidiyor.
Serginin yaş aralığı, hedef kitleniz ve onlara vaat ettiklerinizi nasıl dillendirirdiniz ?
Bir hedef kitlem yok. Anlattığım öyküler herkes için. Açıkçası heykelle daha önce hiç ilişkisi olmayan insanlara ve çocuklara ulaşmak beni daha da mutlu ediyor.
Transatlantik’te otuza yakın iş var: Heykel, rölyef, baskı. Farklı malzemeler ve farklı hikayeler. Daha önce görmedikleri şeyler göreceklerini söyleyebilirim. Yeni öyküler duyacaklarını. Aralarında
gri ve karanlık olanları olsa da izleyicilerin sonunda mutlu ayrılacaklarını da söyleyebilirim.
Bu üç boyutlu, manyetik ve esasen çok ciddi varlıklar üzerinden, bizleri daha tektipleştirici dijital-ikonik ve samimiyetsizce ‘sembol’leşen sabırsız ekran dünyasıyla da hesaplaşıyor musunuz?
Dijital dünya reddedebileceğim bir şey değil. Reddedersem ona yenilirim. Bu yeni dünyayı, yeni öyküler anlatmak için bir araç olarak görüyorum. Tıpkı eski dünyanın araçları olan mermer, bronz,
ahşap gibi. Önemli olan ne ile yaptığın değil. Ne anlattığın. Benim için içerik her zaman önde geliyor. Karikatürde de, heykelde de... Nasıl anlattığın ise o anlattığın şeyle ilgili bir dert. En kolay ve en güzel nasıl anlatacaksam o yolu seçerim. Eğer değerli ve güçlü bir şey söylüyorsan, bunu mağara duvarına bile çizsen, etkisi yüzyıllar sürüyor. Hikâyen yoksa ya da zayıfsa, medyumun eskidiği anda, sen de eskiyorsun.
Eserlerinizde ebat ve biriciklik üzerine kaideleriniz nedir?
Bu konular da anlatma derdi ile verilen kararlar sonucunda şekilleniyor. Ebat, nerede nasıl sergileneceği ile ilgili. Tabii bırakmak istediğin etki ile de. Bazen heykelin hikâyesi de söylüyor sana nasıl bir büyüklükte olması gerektiğini. Biriciklik ise başka bir konu. Yayılmakla ilgili. Sonuçta amacım bir şey söylemek. Bu söylediğimi de olabildiğince insan duysun isterim. Bunun için bazen edisyonu çoğaltmak işe yarar, bazen de biricik olmak.
Bilgi: sarigedik.com/#/erdilyasaroglu/