Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » ‘Tiyatro zamanın ruhunda yükseliyor’

‘Tiyatro zamanın ruhunda yükseliyor’

‘Tiyatro zamanın ruhunda yükseliyor’08 Ocak 2023 - 12:01
Oyuncu, yazar ve yönetmen Okan Bayülgen’in el ele verip seyirciye büyük bir deneyim yaşattığı “Richard” için Bayülgen, “Richard, seyirciyi sarsmak istiyor. Bu yüzden Richard rolünü oynayan Okan; bağırıyor, saldırıyor, dönüşüyor, dönüştürüyor” diyor.
Seyhan Akıncı - Kraliçe Elizabeth öldüğünde bir yanımız neredeyse yas tutmadığı için suçlu hissetti. Güneş Batmayan İmparatorluğu bizim kuşağın en derinden hissettiği zamandı belki de. “Neye göre Batı?” hâlâ yanıtı olmayan bir sorudur mesela biz Doğu’dakilerin aklına düşmeyen. Hâl böyleyken Britanya’daki iktidar savaşları tarih boyunca tiyatro sahnelerinden magazin sayfalarına bizim de gündemimiz oldu. Tarihin en çok tartışılan isimlerinden biri olan III. Richard’ın aynı sezon iki oyunla ülkemizde hikâyesinin anlatılması oldukça dikkat çekici. Bunlardan biri Okan Bayülgen’in yazıp yönettiği “Richard”. Bayülgen, bizi Londra’da bir tiyatro kumpanyasına götürüyor ve oradan tiyatroların işleyiş biçiminden öteki kavramına, göç meselesinden kadın haklarına pek çok şey söylüyor. Bunu da oyuncaklı bir dille yapıyor. Kısacası ‘90’larda TV’lerde aykırılığı ile fark yaratan Okan Bayülgen bugün zamanın ruhunda yükseldiğini söylediği tiyatroda yapıyor bir benzerini. Hem de “Risk nedir?” sorusuna, “Risk budur” denecek bir cesaretle. Dada Salon Kabarett’te bir araya geldiğimiz Okan Bayülgen ile “Richard” ve tiyatro üzerine konuştuk.
 
Öteki, kadın hakları, iktidar vs. Tüm bu mesele ettiklerinizi “Richard” üzerinden anlatmaya karar vermenizin nedeni neydi?
 
İlk motivasyonumuz İKSV Tiyatro Festivali’ne ve Işıl Kasapoğlu’nun küratörlüğüne yaraşır bir iş düzenlemekti. İkinci motivasyonumuz da seyirciye bir bulmaca, bir felsefe sunan işi kitlesel hâle getirmekti. Asıl maksat 2020’lerden dünyaya bakmak ve uluslararası bir iş yapmaktı. Dünyadaki bütün Richard’lar iyi yönetmenlerin elinde, iyi oyuncularla gittikçe öcüleştirilerek oynanıyor. Bizim Richard’ımız diyor ki: “Benim ne kamburum var ne bir kolum çolak ne de topaldım. Ne de Makyavelistim. Bir iktidar yazarıydı Shakespeare. Beni çirkinleştirdi ve size öyle sundu.” Peki, kimdir bugünün ötekisi? Bugünün ötekisi diğer dünya üyeleri. Diğer dünyanın, Orta Doğu’nun insanları... Başka ülkelerden sığınmacı olarak gelen insanlar. Kaderlerinde sürekli savaş olan coğrafyalardan göçmek zorunda kalanlar. Gelecekte daha da çok göç konuşacağız. O zaman şunları sorgulayalım: Ait olmak nedir? Kimlik nedir? Ötekilik nedir? İşgal etmek nedir? Kendini ifade etmek nedir? Yalnızlık nedir? Bütün bu sorulara mı yanıt arıyorum bir oyun boyunca? Hayır. “Richard”, bir varoluş problemi içerisinde seyirciyle tek tek ilişki kurmak istiyor. Seyirciyi sarsmak istiyor. Bu yüzden Richard rolünü oynayan Okan, seyircinin arasına dalıyor, koltukların üzerine basa basa en baştan salonun sonuna kadar gidiyor. Bağırıyor, saldırıyor, dönüşüyor, dönüştürüyor.
 
Şenay Gürler söyleşimizde hazırlık sürecinde metnin çok tartışıldığını söylemişti. Bütün o tartışma döneminde sizi en çok kaygılandıran ya da heyecanlandıran şey neydi?
 
Baştan itibaren saygılı bir iş birliği yapma arzusuyla yaklaştım oyunculara. Bir proje grubu kurdum. Bu proje grubu ve diğer oyuncularla beraber 15 gün her biri 10’ar saat süren toplantılar yaptık. Sonbaharda provalara başladık. Açılışımızı festivalde yaptık. Oyuncaklı bir iş ürettik. Ve bir anda şok tabii. Çünkü seyirci hiç beklemediği bir şeyle karşılaştı. Bir puzzle var ve seyircinin çözmesi gerekiyor. Üzerine doğru akan felsefeyi, dipnotları çözmesi gerekiyor. Peki, ben seyirciye ne zevki vermek istiyorum? Karmaşık ve felsefi bir iş seyrettiğinde ertesi gün o işi düşünmeye devam etmesi benim en büyük hedefimdi. Hâlbuki kitlesel bir oyunda şu anda oynanmakta olan oyunlar gibi kolay anlaşılır, seyircinin size küfretmeden çıkacağı bir iş yapmanız gerekiyor. Peki, küçümseyelim mi şu anda İstanbul’daki özellikle genç seyirciyi? Onlardan ümit keselim mi? Şu anda dünyanın hiçbir metropolünde aynı anda üç tane Medea’yı temize çeken oyun oynanmıyor. Bu İstanbul’da var. O zaman diyorsun ki, “Bir dakika durun, bizim seyircimiz Paris’ten de Berlin’den de Londra’dan da New York’tan da daha entelektüel işler izliyor şu an.” Ama bir farkla Shakespeare’i ya da Richard’ı lisede ders olarak okumadı.
 
Bir metnin hem yazarı hem oyuncusu hem de yönetmeni olarak Okan Bayülgen en çok nerede zorlanıyor?
 
Oyuncuların “Unuttum onun yerine başka bir şey söyledim” deme şansı yok. Çok katı bir yönetmen bu açıdan Okan. Çok hızlı oynanması, tempoyla repliklerin söylenmesi, seyirciye aktarımın hızlı olması gerekiyor. Oyuncunun “Dur bakayım, şöyle bir oyunculuk hüneri göstereyim” demesine fırsat vermeden aktarılması gerekiyor. Bunun için yönetmen Okan oyunculara diyor ki, “Başlarım hüner göstermenize, başlarım sizin şahsiyetinize, hızla bir kumpanya olarak oynayacaksınız.” Bu açıdan çok gaddar bir yönetmen. Ama sağ olsunlar ona inanmış farklı yaşlardan, kariyerlerden oyuncular var. Yazar Okan’la yönetmen Okan’ın arası gayet iyi. Oyuncu Okan ise bütün bu işlerden fırsat bulursa oynayabiliyor. Oyunculuğumla ilgili bir şeyler söylenmiyor. Tartışılan yönetmenliğim de değil. Asıl tartışılan bu metni anlıyor muyuz, anlamıyor muyuz? Seyirciyle oyun oynuyoruz sonra da üzerine söyleşiyoruz.
 
Tiyatroyla meseleniz bana Bilge Karasu’yu anımsattı. Karasu çok kırar ya anlatıyı. Seversen çok seversin, ne yazdıysa okursun. İçine giremediysen de anlamadığını düşünür, kenarında durursun. Okan Bayülgen’in tiyatrosu da biraz böyle geliyor...
 
Hep buna inandım. Nietzsche’nin çok güzel sözüdür: “Bütün harikalar ürpertici kılıklara bürünmeli. Ancak bu şekilde insanların kalplerinde bir yer edinebilirler.” Şahsımla ilgili söylemiyorum ürünlerle ilgili. Dolayısıyla ürpertici, şaşırtıcı ve yekten anlaşılmayan bir oyun olması da onun kalbimizde yer etmesi için bir nedendir. Kolay bir şeye âşık olmayız zaten.
 
 
“İstanbul tiyatrocu olacak diye ödüm kopuyor”
 
Kızınızla “Richard”da beraber sahnedesiniz, bu nasıl bir duygu?
 
Gurur verici çünkü kostümünü giyiyor, makyajını yapıyor birinci perdede kısa bir görüntü veriyor ve ciddi bir şekilde kuliste bekliyor. İkinci perdenin başında geliyor, sus pus oturuyor, repliğini düşünüyor. Sonra da repliğini söylüyor ve benimle birlikte selamını veriyor. Ne yapayım bir baba olarak? Zırıl zırıl ağlarım sevinçten. İstanbul oyunu çok beğeniyor. Provalarda da gördü. Bu sefer de, “Tiyatro benim hoşuma gidiyor, ben bu işi yapabilirim” diyor. Bu da benim ödümü koparıyor. Çünkü hiçbir sanatçı çocuğunun kendi işini yapmasını istemez.
 
“Bugün hepimiz tekil izleme hâlindeyiz”
 
Bir dönem neredeyse “aforoz” edildiniz. Tiyatroyla bu kadar hemhâl olmanızın, üzerine bu kadar düşünmeniz ve bize bir noktada özel bir şey sunacak fırsatı yaratmanız bununla ilintili mi?
 
Bu bahsettiğiniz nedenler tabii ki vardı ama geçmişte kaldı. Aslında bunun zamanın ruhuyla ilgisi var çünkü sürekli sözünü ettiğim ve zannımca ileride herkesin daha çok hissedip büyük bir problem olarak kavrayacağı tekil izleme ve çoğul izleme meselesi var. Bugün hepimiz tekil izleme hâlindeyiz. Aile üyeleri aynı şeye bakmıyorlar. Aynı monitörden bakmıyorlar. Beraber izlemenin zevki de yok. Tekil izleme çok tehlikelidir. Çoğul izleme bir ihtiyaç olarak ortaya çıktı. İnsanlar beraber bir şey yapma ihtiyacı hissediyorlar. Sinema filmleri dijital platformlar yüzünden sanki orada izleyeceği şeyi tekrar etmek gibi algılanıyor. Patlamış mısır ve ben. Sinema salonu ve ben. Çek bir Instagram fotoğrafı ‘looser’ görünüyorsun. Hâlbuki tiyatroda ya da bir müzik performansı izlerken öyle görünmüyorsun. Bizzat oradasın. Aktif seyircisin. Bu yüzden tiyatro zamanın ruhunda yükseliyor bugün. Ve insanlar oyuna katılıyor, oyun finalinde ayağa kalkıyor, alkışlıyor, fotoğraf çekiyorlar. Tiyatrocular bu kareleri, videoları kendi sosyal medyalarına koyuyor. Oyunlarının reklamını böyle yapıyorlar.
 
Bu çok tartışılan bir şey...
 
Bence OK. Bana göre hava hoş.
 
Oyun esnasında da fotoğraf çeksinler mi?
 
Niye çekilmesin? Artık bundan başka bir şey yapmak istemeyen insanlar var. Çoğu zaman yolda beni durduran birine diyorum ki, “Bir dakika, ben buradaki bir tarihi eser ya da ağaç değilim. Farkındaysanız ben de yürüyüp bir yere gitmekteyim.” Fotoğrafı çekilecek bir kapı önü falan değilim. Sizin önünde güzel duracağınız bir fon da değilim. Böyle yaşayan insanların tiyatroda telefonlarını kapatıp çantalarına koymaları da mümkün olmuyor. “Ben de buradaydım” demek istiyor. Bu bir tür seyirci motivasyonuysa eyvallah. Yapıyorsa yapsın.