“‘Sessiz Havuz’ hayata karşı olan bir tavır”
28 Kasım 2024 - 03:11Begüm Egeli Bursalıgil’in ilk romanı “Sessiz Havuz” okurlarla buluştu. Mübadeleden 1960’ların Alsancak’ına, Midilli-İzmir hattından günümüze uzanan roman, insan ruhunun karmaşık yönlerini ve geçmişin günümüze etkilerini konu alıyor.
Begüm Egeli Bursalıgil, ilk romanı “Sessiz Havuz”da köklerine dönerek memleketi İzmir’de geçen ve fonda İzmir’in tarihini de konu alan sürükleyici bir hikâye sunuyor. Psikolojik derinliği ve incelikle örülen kurgusuyla dikkat çeken romanın merkezi, hayatın akışı içinde sessizliğini korumayı seçen ya da kendini buna mecbur hisseden karakterlerin iç dünyasına açılıyor. Başkarakter Ayla’nın başına gelenleri, yaşamındaki travmaları, onları aşma süreçlerini ve tüm bunların nedenlerini, geçmişe dönerek adım adım açığa çıkaran yazar, okuyucuya düşündürücü ve derin bir yolculuk sunuyor.
Bursalıgil ile ilk romanı hakkında konuştuk.
“Sessiz Havuz” romanınızın teması hakkında biraz daha ayrıntılı bilgi verebilir misiniz? Hangi ana duygusal ve psikolojik temaları işlemeyi amaçladınız?
“Sessiz Havuz” ilhamını Türk insanından, bu coğrafyadan, tarihin modern gündelik yaşama yön verişinden ve jenerasyonlar arası etkileşimlerden alıyor. Tüm bunları yaparken, kitabın odağında insanın hayatının tek günde değişebileceği gerçeği var. Hepimiz bu gerçeği bilerek yaşıyoruz. Ancak bunun gerektirdiği farkındalığı an be an taşımıyoruz.
Kendi kendime ‘insan niye okur?’ diye çok sordum. Bunun çok farklı yanıtları olabilir; fakat bence insan en çok kendini tanımak için okur. Bu cevabı vermek bana psikoloji odaklı çalışmanın kapısı araladı. Kitaptaki karakterler üzerinden kurgulanan çözümlemeler, bizleri düşünmeye davet ediyor. Kendimiz veya tanıdıklarımızdan izlerle bezenerek bizlere hayatı geri anlatıyor. İşte bu sahnelerin sayesinde kitabın kat kat açıldığını ve olay akışı değil ‘bildik bir his’ seviyesinde okuyucuyla buluştuğunu düşünüyorum. Günün sonunda kitabın bitmesini istememek veya karakterlere veda etmeye hazır olmamak bence bu his sayesinde okuyucuya işleniyor.
Ayla karakterinin iç dünyası, romanın merkezinde önemli bir yer tutuyor. Karakterin geçmişiyle yüzleşmesi ve bu süreçte yaşadığı zorluklar, yazım sürecinizde ne gibi zorluklar oluşturdu?
Sessiz Havuz’a can veren ilk adım başkarakter Ayla’yı aklımda canlandırmak oldu. Gerçekten elime kalemi alıp onu betimleyecek sıfatları birer birer yazdım. Bunlar hikâye içerisinde Ayla’nın nasıl hissedip, ne şekilde davranacağı veya asla davranmayacağı konusunda bana anahtar oldu. Böylece hikâyenin yönünü, Ayla’nın diğer karakterler ile etkileşimini de belirledi.
Diğer bir deyişle Ayla’nın kağıdın üzerinde canlanması bana zorluktan ziyade üzerine işlenebilecek bir baz oluşturdu.
Romanda, mübadelenin ve İzmir’in tarihsel etkilerine sıkça vurgu yapılıyor. Geçmişin bugüne olan etkilerini anlatırken, bu tarihsel bağlamın sizin için özel bir anlamı var mıydı?
İsmimin içinde sakladığım kızlık soyadı belki ipucu vermiştir. İzmir doğumluyum. Anne ve baba tarafı İzmirli, biri Kurtuluş Savaşı, diğeri Mübadele ile bu coğrafyaya kavuşan bir aileden geliyorum. İki taraf da ayrı ayrı çok kalabalık, çok renkli olan bir aile ortamı içerisinde büyüdüm. Küçükken dinlediğim hikayeler, oturduğumuz aile apartmanı ve duyduğum Rumca kelimeler benim için kesinlikle çok ilham verici oldu.
Kitabın adının “Sessiz Havuz” olmasının özel bir anlamı var mı? Bu ad, romanın teması ve karakter gelişimiyle nasıl bir ilişki kuruyor?
“Sessiz Havuz” aslında bir metafor. Hayata karşı olan bir tavır… Bu ismin kitaba sahne olan bir zamanların gösterişli İzmir’ini, kitaptaki birçok karakteri ve en çok da Ayla’nın iç dünyasını çok güzel tasvir ettiğini düşünüyorum. Kitabı uzun süre isimsiz yazdım. Ancak hikâye iyiden iyiye ortaya çıkınca, onu en güzel anlatacak başlığın bu olduğuna karar verdim ve yazdığım word dökümanının en başına dönüp kocaman bir başlık attım.
“Sessiz Havuz”da geçmiş ve bugün arasındaki geçişleri işlerken, karakterlerin içsel yolculuklarını nasıl betimlediniz? Okuyucunun psikolojik çözümlemelere nasıl bir yaklaşım sergilemesini bekliyorsunuz?
Bu kitap için başlangıç noktam hayatla ilgili kendimce saptadığım içgörüleri anlatmaktı. Bunları daha okunur kılabilmek için bir hikâye içerisinde oturtmamın iyi olacağını düşündüm. Yoksa yarattığım metin daha öncekilere çok benzeyecek, bir makalenin denemeye dönüşmüş halinden öteye gidemeyecekti. Oysa ben bir roman yazmak istiyordum.
Dolayısıyla kitabın kurgusu içsel yolculuklarda gelmek istediğim noktaların etrafında şekillendi. Önce varmak istediğim destinasyon belliydi. Karakterler ona göre oluşup bu çözümlemelere hayat verdi diyebiliriz. Okuyucunun bu psikolojik çözümlemelerle kendinden bir parçayı bütünün içerisinde, farklı gözle görebilmesi benim için en büyük başarı olur.
Romanda, insan ruhunun karmaşıklığına dair çok derin çözümlemeler bulunuyor. Sizce, bir birey geçmişiyle yüzleştiğinde, o kişi gerçekten değişebilir mi?
Böylesine bir değişimin çok sabır, istek ve efor gerektiren uzun bir yol olduğunu düşünüyorum. Kitabı yazmayı bitirdiğim gün göğsümde umulmadık bir yumru hissettim. Ardından gelen ve ailede izi olmayan, kanser teşhisi beni hiç düşünemeyeceğim yerlere savurdu. Kitabı kemoterapi sürecim boyunca editleyip Boyut Yayınlarına teslim ettim. Ve şimdi olduğum yerden inanın diyebilirim ki, insanın değişmesi, insanın kendini yenmesi kanseri yenmesinden zor. Zor ama mümkünü var. Bunun için ise insanın ruhuna ciddiyetle, usanmadan bakması ve kendini izlemesi gerekli diye düşünüyorum. Değişim geçmişle yüzleşince hemen yaşanabilecek bir olgu değil; ancak geçmişle yüzleşmeden de yaşanması mümkün değil.
Ayla’nın hikâyesi bir arkadaşının yerine bir buluşmaya gitmesiyle başlıyor. Başlangıç noktasındaki bu fikir nasıl şekillendi?
Hikâyeye başlarken, en sıradan günün bile nasıl (hiç ummayacağımız şekilde) bambaşka bir yere sapabileceğinin altını çizmek istedim. Ayla’nın başına gelen her birimizin başına gelebilir. Olan bir olay, ortaya çıkan bir sağlık problemi veya en yakınımızın yaşayacağı bir şok bizim hayatımızı beklenmeyen bir biçimde ele geçirebilir.
Kitapta, Alsancak’tan Midilli’ye uzanan bir zaman diliminde karakterler arasında kesişen hayatlar anlatılıyor. Bu tür mekân ve zaman geçişleri, yazım sürecinizi nasıl etkiledi?
Tam da belirttiğiniz gibi kitapta Ayla ile beraber, onun etrafında hayatları birbirine farklı ipliklerden örülmüş daha birçok kadının hikâyesi var. Bence “Sessiz Havuz”u esas derinleştiren de bu etkileşimlerden doğan kurgu ve analizler. Yolları birbiriyle kesişen kadın hikayeleri oldukça ilgimi çekiyor. Bu etkinin zaman, mekân, samimiyet seviyesi veya yaşam tarzı gibi küme başlıklarını aşarak birbirini tetikleyen bir enerji frekansında olduğunu düşünüyorum. Kitabıma bu bütünü yansıtmayı arzuladım. Bu tür etkileşimlerin tıpkı gerçek hayata olduğu gibi kitaba da zenginlik kattığını düşünüyorum.
Bir pazarlama uzmanı olarak edebiyat dünyasına adım atmak, sizi nasıl bir yolda sürükledi? İlk romanınızı yazarken yaşadığınız en büyük zorluk ve en büyük tatmin ne oldu?
Yazmak benim için kendi düşüncelerimi duyma biçimi. Belki de bu nedenle yazmayı öğrendiğim yaştan itibaren elimin kalem tuttuğu her an beni hem heyecanlandırdı; hem de rahatlattı.
Kitap yazma fikri için ise yeni diyemem. Fikir yıllardır içimde dolanan bir fısıltı gibiydi. Kulak verip dinlemem yeni oldu diyelim… Ancak her şeyde olduğu gibi esas yapılması gereken aklında çevirme kısmını geçerek, kalem kağıdı önüne koyup denemeye başlamakmış. Sonrası gerçekten de geliyor.
Kitabı başından sonuna sıralı şekilde yazmadım. Örneğin, ilk yazdığım kısımlardan bir tanesi Ayla’nın bakkala gittiği sahne. Onu öykü içerisinde nerede, nasıl kullanacağımı bilmiyordum. Bir diğeri kitabın en sonu. Kitaba dahil etmek istediğim içgörülerin birçoğunu bu hikayenin çok öncesinde not olarak tutuyordum. Dolayısı ile bu parçaları birleştirip anlamlı bir akış haline getirmek en zor kısım oldu.
En büyük tatmin ise şüphesiz kitabın baskıdan çıkmış halini elimde tutmak. Yepyeni kitap kokusuyla… Gerçekten insanın bebeği gibi oluyormuş.