Pusulasını kaybetmiş bir geminin içindeyiz’
25 Aralık 2022 - 01:12Oyuncu Buğra Gülsoy yeni romanı “Luna”da genç polis memuru Âdem’in serüveni üzerinden gerçeği ve geleceği tartışmaya açıyor. Gülsoy, “Algoritmalara sahip olanlar geleceği şekillendirecek. Gerçek bilgi sezgilerinizde, hislerinizde kayıtlı” diyor.
Seray Şahinler- yuncu Buğra Gülsoy “Birinci Kıyamet” ve “İkinci Kıyamet” ile başladığı edebiyat yolculuğunu yeni romanı “Luna” ile sürdürüyor. Bu kez bir ‘sırrın’ peşine düşen genç polisi memuru Âdem ile tanışıyoruz. Adem’in bulduğu bir ‘cesetle’ ve günlükle sorgulama süreci başlıyor. Bu kendine dönük bir sorgulama. Çünkü keşfettiği her şey birbirine eklemleniyor ve annesinin sırlarla dolu ölümünü, geçmişi, geleceği, aileyi, inancı, evreni, kaderi birbirine bağlayan bir sarmala dönüşüyor. Teknolojinin, gücü elinde tutanların ve insanlığa yeni bir gelecek inşa etmek isteyenlerle mücadelesi de bu sarmalda önemli. Bütün değerler arasında sıkışıp kalmış insanlığın distopik ama çok gerçek öyküsü bu. Zira “Aslolan gerçek, bildiklerinde değil, bilmediklerinde saklı...”
-“Luna”nın serüveni nasıl başladı?
Bir şeylerin yaklaştığı hissi herkesin içinde giderek artıyor değil mi? Evet, anlam veremediğimiz, henüz kavrayamadığımız bir şeye doğru sürükleniyoruz gibi. Zaman artık daha hızlı akıyor. Gerek yeryüzünde gerekse bedenlerimizde titreşen enerji dalgalanmalarını/değişikliklerini artık netçe algılayabiliyoruz. Hissettiğimse sürüklendiğimiz iki sürecin olması. Biri dünyayı sonsuza dek karanlıklara hapsetmek isteyenler, diğeri ise başlayacak yeni/farklı güneşli bir çağın kozmik planı. Araştırmalarımda, okumalarımda ve tüm bu hissettiklerim sonucunda zihnim beni “Luna”yı yazmaya teşvik etti.
-Âdem, Luna’nın sırrına varmaya çalışırken hayatı, kaderi, inancı, evreni, medeniyeti, bilimi, gücü ve daha pek çok şeyi çözmeye, anlama çalışıyor. Âdem’in anlam arayışı neydi sizce?
Bizi aramak, insanı aramak, özümüzü aramak aslında. Âdem, tıpkı yeryüzünde yaşayan bir çok insan gibi, sistemin çarkları arasına sıkışmış, debelendikçe daha da dibe batan bir varlığa dönüştürülmüş. En önemli şeyi unutmuş; gerçek bilginin sezgilerinde, hislerinde kayıtlı olduğunu. Manipüle edilen kısıtlı bilgiler havuzunda çırpınan bir balık gibi, içi sonsuz bir okyanusa açılmak istiyor, dışı ise o havuzun sınırları arasına sıkışıyor. Bir şeylerin yanlış olduğunu, yolunda gitmediğini seziyor, ama harekete geçebilecek gücü bir türlü bulamıyor. Taa ki gereken destek kendisine sağlanıncaya dek.
-Luna’nın günlüğünden çıkan ipuçları aslında okuru da bir sorgulamaya davet ediyor. “Nesillerimizi bekleyen en büyük tehlike, sorgulamayı unutup onlara sunulan sanal cennetlerin içinde vasıfsızlaştırmak” diyor mesela… Siz de kitabı “Kadim geleceğe” ithaf ediyorsunuz. Nedir bugün insanlığın pençesine düştü çıkmazlar?
“Kadim gelecek” bir metafor. Umut dolu bir söz. Bir zamanlar insan soyunun içinde yaşadığı Altın Çağ’a geri dönüş umudu. İnsanlığın pençesine düştüğü çıkmazlar ise işte o kaybedilen Altın Çağ sonrası algısal ve sezgisel olarak eksiltilen/düşürülen insanın bir alt titreşime/seviyeye, yani bu madde boyutuna hapsedilmesini anlatıyor. Derin bir düşüşün içinde olan insan ırkı şimdi en dibi görmek üzere, diye düşünüyorum. O en dipte ise bizleri bekleyen en büyük tehlikenin biyolojik/organik insan bedenlerinin sonu olduğunu hissediyorum. Bu yüzden de sorular sormalıyız. Algoritmalara sahip olanlar geleceği şekillendirecek. Geçilmek istenen çağ bunun üzerine kurulu: Dijital bir otokrasi. Teknolojinin ve yapay zekânın gelişmesi şüphesiz ki sağlık anlamında, insanların refahı anlamında çok olumlu yanlara sahip. Ama bu yarar mekanizması tekelleşemeyecek kadar önemli bir konu.
Tehlikeli sularda, sonuçları öngörülemeyen bir bilinmeyene doğru yol alan -pusulasını kaybetmiş- bir geminin içindeyiz gerçekten de. Bu algoritmaları yöneten tekeller, bir gün insanlar hiçbir işe yaramayan, ekonomiye bile katısı olmayan yararsız kalabalıklara dönüşünce ne yapacaklar? Nasıl bir karar verecekler? Zamanı gelip de “her şeyi” makinelerin yaptığı bir düzenin içinde, gezegende fazlalık olan, hiçbir işe yaramayan, bir nevi atıklar hâline dönüştürülen insan yığınlarına ne olacak? Fiziksel dünyada hiçbir şeye ihtiyacımız kalmadığında, sabah uyandığımızda gidebilecek bir işimizin bile olmadığı bir dünyada, artık yürümemize bile gerek kalmadığında ne olacak? Asıl şeyin yoksunluğunu hissetmeyecek miyiz? Yaşama amacı. Hayatın anlamı. Yeryüzünde boş boş gezen amaçsız insanlar için nasıl bir kader yaratacaklar? Belki de bir süre o amaçsız insanlar, yaratılan “artırılırmış sanal gerçeklik” dünyaların içinde kendilerine bir anlam bulmaya çalışacaklar. Peki ama daha sonra ne olacak? O insanları veri tabanlarına mı dönüştürecekler?
“Olgunlaşmak, gelişmek ve hakikatine uzanmak...”
-Kitabın kilit cümlelerinden biri de “Kaderlerimizi kendimiz seçeriz, çoğu zaman. Ama bazen, o bizi seçer.” Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Kaderci misiniz?
Çoğu zaman kendi yollarımızı kendi düşüncelerimizle, kendi eylemlerimizle belirleriz. Ve aslında her an, yaptığımız her seçimle kendimizi sonsuza bölünen gelecek sarmalları içinde buluyoruz. Ama hissettiğim şey, o her sarmalın içi bizi aynı şeye ulaştırmak için; kim olduğumuzu hatırlamak! Özümüzü bulmak. Başımıza gelen her iyi ya da kötü şeyler, bizim düşündüğümüz hâliyle iyi ya da kötü şeyler değil aslında. Çünkü hepsinin sonuçları bize aynı şeyi öğretmeye çalışıyor; olgunlaşmak, gelişmek ve hakikatine uzanmak. Özümüze uzanabilmek için bizi bazen sert tokatlarla yere serebiliyor bu yüzden.
-“Luna” baştan sonra tempoyu düşürmeyen, okurun yaşadığı sarmalı edebi gücüyle de perçinleyen bir roman oldu benim için. Sizin yazarlık serüveninizde nerede duracak “Luna”?
“Birinci Kıyamet” ve “İkinci Kıyamet” seri romanları anlatım olarak “Luna”dan daha kuvvetli edebi metinler. “Luna” ise gücünü daha çok kurduğu dünyadan değil, söylenilen sözlerin derinliğinden alan bir metin. Bu yüzden hikâye anlatımı çok daha sade olmak zorundaydı. Ağır bir konuyu en yalın ve basit hâliyle okurlara aktarması gerekiyordu. Bu yüzden “Luna”, “Kıyamet” serisi kadar edebi değil ama sözüyle daha ebedi bir metin, olduğunu düşünüyorum.
-“Luna”nın okura çağrısı ne olur?
Uyanmak! Sorgulamak! Bize öğretilen, sunulan her şeyin manipüle edilebileceğini bilmek. Bilim, tarih, tarım, enerji, sağlık sektörü ve teknoloji tekellerin elinde olduğu sürece, bunları kontrol etmeye çalışanların ellerinde bulundurdukları bu orantısız gücü her zaman kendi çıkarları için kullanabileceklerini asla unutmamak gerekir. Amerikalı bir politikacının dediği gibi: “Enerjiyi kontrol edersen ulusları, gıdayı kontrol edersen insanları kontrol edersin.” Ya da Hitler’in propaganda bakanın zamanında söylediği gibi: “Umutlara hükmedersen insana, algılara hükmedersen insanoğluna ulaşırsın.”
Devamı gelecek
Gülsoy, romanın devamını da müjdeliyor: “Luna: Başlangıç” kitabı karanlık bir çağın kapılarının aralandığından ve yalnızca gözlerini açanların bu karanlığı görebileceğinden bahsederken, üçlemenin ikinci kitabı olacak “Luna: Monark” ise okurları hem tüm kozmik gerçeklerle yüzleştirecek hem de yaklaşan değişimin kalbine götürecek.