Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » “Priscilla’yı Marie Antoinette’e benzetiyorum”

“Priscilla’yı Marie Antoinette’e benzetiyorum”

“Priscilla’yı Marie Antoinette’e benzetiyorum”12 Mart 2024 - 09:03
Filmekimi’ndeki gösteriminden sonra MUBI’ye dikey geçiş yapan “Priscilla” vesilesiyle yönetmen Sofia Coppola ile bir yuvarlak masa röportajında buluştuk.
SELİN GÜREL
gurel.selin@gmail.com
 
Sofia Coppola’nın yeni filmi “Priscilla” ödül sezonunda adı sıkça geçen yapımlardan. Coppola ile Elvis-Priscilla Presley evliliğine madalyonun diğer yüzünden bakmayı, ‘60’larda kadın olmayı ve izlediğimizin neden pek de romantik bir hikâye olmadığını konuştuk.
 
Priscilla Presley’in anı kitabını okuduğunuzda, o kitabı filme dönüştürme hevesinizi uyandıran ne oldu?
Öncelikle onun hakkında nasıl olup da bu kadar az şey bildiğime hayret ettim. Annemin nesli ve o neslin beklentilerini düşününce, hikâyesinin ne kadar özdeşleşilebilir olduğunu fark ettim. Benim için egzotik bir dünyaydı ve o dünyayı görselleştirmek gerçekten heyecan vericiydi.
 
“Priscilla”yı izlerken en sevdiğim repliklerden birini hatırladım “The Virgin Suicides”tan. “Belli ki Doktor, daha önce hiç 13 yaşında bir kız olmadınız.” Elvis’le tanıştığında daha 14 yaşındaydı. Oysa bu aşk hikâyesi hakkında konuşulurken, başta Priscilla’nın basbayağı bir çocuk olduğu pek hatırlanmıyor nedense. Filminiz, bu gerçeğin o dönem nasıl algılandığı ve bugünkü kabul edilemezliği arasında sağlam bir denge kuruyor. Hikâyede bu dengeyi nasıl kurdunuz? 
Priscilla’nın inişli çıkışlı hikâyesinin aydınlık ve karanlık tarafları arasında bir denge kurmak zorundaydım. Onun bakış açısından çıkmamaya çalıştım, sürekli olarak onun penceresinden olayların nasıl göründüğünü hayal ettim. Sadece kitabını okuyarak değil, onunla vakit geçirerek de. Çünkü kitabı yazdıktan sonra olaylara bakış açısında elbette bazı değişiklikler olmuştu. Priscilla’ya göre onunki romantik bir hikâyeydi ama iki genç kız annesi bir kadın olarak bu hikâyeye romantik bir pencereden bakamıyorum. Yine de bir yönetmen olarak onun bakış açısına sadık kalmalıydım.
 
 
Priscilla Presley’i daha yakından tanıdığınızda, onun hakkında daha önce bilmediğiniz neler keşfettiniz? 
 
Hikâyesinin sonunda Elvis’ten ayrılması beni çok etkiledi. O dönemde hiçbir geliri olmayan bir kadının güçlü bir erkekten boşanmasının hiç de kolay olmadığını biliyorum. Kimliğinizi oturtmaya çalıştığınız bir yaşta öyle bir durumda kalmak ve sonra o durumdan sağ salim çıkabilmek çok zordur mutlaka. Priscilla o dönemde kendi zevki hakkında hiçbir şey bilmediğini söylemişti; bildiği tek şey Elvis’in zevkiydi. Ancak daha sonra Graceland’i terk ettiğinde farklı insanlarla tanışıp nelere ilgisi olduğunu keşfetmeye başlamış. Nihayetinde kendi kendine ulaştığı bu mutlu son çok hoşuma gidiyor.
 
Annenizin nesli, kendi gençliğiniz ve bugünün gençleri üzerinden düşünürseniz, genç bir kadın olma deneyimi sizce ne kadar değişti?
 
Birçok şey değişirken bazı şeylerin de hep aynı kaldığını hissediyorum. Kızlarımın nesliyle annemin nesli arasında büyük farklar var. Bense tam ortadayım. Normal bulduğum bir şeye kızlarımın asla göz yummaması, ben bir kariyer inşa edebilirken Priscilla’nın zamanında istese de çalışamaması, annemin anne ve eş olmakla çalışmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalması… Çalışma özgürlüğü açısından işler değişti elbette. Priscilla’nın üzerinde Elvis için ideal kadın olma ve dahası Elvis’in ‘ideal kadın’ tanımına uyma baskısı vardı. Bu baskı artık ortadan kalkmış olsa da kadınlar bugün de erkeklerin çekici buldukları şeylerden etkilenebiliyor. Bu yüzden bu soruyu hakkıyla cevaplayamıyorum ama bu konuda keşfetmek istediğim daha çok şey olduğunu söyleyebilirim. Örneğin “Priscilla”yı çekerken o dönemde bir kadının nasıl yaşadığını, kusursuz kalmak için mesela saçına ne kadar zaman harcadığını keşfetmek bile çok acayipti.
 
 
“Priscilla” kendi filmografiniz içinde, özellikle genç kız olma deneyimi üzerine odaklandığınız filmler arasında nasıl bir yerde duruyor?
 
Diğer filmlerimle arasında bir bağ olduğunu hissediyorum, en çok da “Marie Antoniette”e benzetiyorum. “Priscilla”nın dünyasını yaratmak ve bunu yaparken hikâyeyi gerçekten yaşamış biriyle çalışabilmek heyecan vericiydi. Birinin kimliğini bulmak için verdiği mücadele ve olduğu kişiye dönüşme yolculuğu, her zaman ilgi çekici bir malzeme sunuyor bence.
 
Hikâyelerinizi tanımlarken eylemlerden çok duygulardan yardım alsak, “Priscilla” yalnızlık ve hayranlık, “The Virgin Suicides” özgürlük dürtüsü, “On the Rocks” kendinden şüphe etmekle tanımlanabilirdi. Henüz hikâyelerinizle dokunmadığınız ama gelecekte mutlaka dokunmak istediğiniz bir duygu olabilir mi?
 
Bunu hiç düşünmemiştim. Yazarken hangi duygunun içine gireceğimi bilmiyorum ama daha ötesini keşfetmek istediğim belli konular mutlaka oluyor. Evet, doğru. Hikâyeyi, diyaloglarla değil de karakterin duygusal yolculuğuyla anlatmayı tercih ediyorum. Çünkü söylenmeyen şeyler, aradaki sessizlikler sözcüklerden daha değerli. Ayrıca atmosferin hikâyenin büyük bir parçası olduğunu ve hikâyeyi benzersiz kıldığını düşünüyorum.
 
 
“Archive” adlı kitabınız çıkıyor. Bu kitap vesilesiyle sinemanızın bir nevi geçmişini aralıyorsunuz. 
Evet. Bir filmi bitirdikten sonra o filme dair tüm malzemeyi bir kutuya koyup kaldırırım. Bu kutuda genelde benim için duygusal değeri olan malzemeler olur. Kostüm provaları, fotoğraflar, referans aldığım eserler… Pandemi sırasında bu kutuları gözden geçiriyordum. “The Virgin Suicides” setinde çekilmiş bazı fotoğraflar buldum. “Bunları paylaşsam ne iyi olur” dedim içimden. Sakladığım tüm fotoğrafları bir araya getirip bir kitapta toplarsam, belki filmlerimle ilgilenen genç sinemacılara onların iç dünyasını ve nelerden ilham aldığımı gösterebilirim diye düşündüm. Tüm filmlerimi bir arada gördüğüm olmamıştı hiç. Ne kadar çok yol aldığımı, her bir filmin bir sonrakini nasıl tamamladığını görmek beni şaşırttı doğrusu. Daha önce durup bunları düşünmemiştim.
 
 
Filmlerinizin festival ve dijital platform yolculuklarını düşündüğünüzde, film dağıtımında kuralların değişmesi sizi ne kadar etkiliyor?
 
Bağımsız sinemayı seviyor ve daima desteklemek istiyorum. Filmlerimin vizyona girmesi benim için çok önemli. İnsanların filmleri büyük perde karşısında bir arada deneyimlemesinin yerini hiçbir şey tutamaz. Film festivallerine katılmayı, o geleneğin içinde olmayı da çok seviyorum. Dijital platformları ve televizyonu sinemayla aynı kefeye koyamam. Kendi içlerinde eğlenceli olmakla beraber bambaşka mecralar.
 
“On the Rocks” ne yazık ki Türkiye’de gösterime girmedi ama “Priscilla” hem daha büyük hem daha şanslı bir film…
 
“On the Rocks” pandemi sırasında çıktığı için birçok ülkede gösterime giremedi. Buna gerçekten üzülmüştüm ama evde de izlenebilecek bir film aslında. Hatta küçük ekrana daha uygun. “Priscilla”nın ise büyük ekranda izlenmesi benim için çok daha önemli.