Perdede seçim heyecanı
14 Mayıs 2023 - 03:0514 Mayıs’ta önemli bir seçime giderken seçimi farklı şekillerde konu alan filmlerden bir seçme yaparak gündemi takip edelim istedik.
Müjde Işıl - "Hayat bir seçimdir” sözü, seçim günleri daha da önem kazanıyor. Oy verirken sadece kendi hayatımızı değil, toplumun geleceğini de şekillendiriyoruz. Bir vaat fikirleri, tek bir oy çok şeyi değiştirebiliyor. Böylesine önemli bir seçim gününde sinemanın seçim olgusuna nasıl baktığını, hangi filmlerin farklılık yaratabildiğini okumanın hem keyifli hem de bilgilendirici olacağı bu dosyayı hazırladık.
“The Manchurian Candidate/Mançuryalı Aday” (1962): Richard Condon’ın aynı adlı romanından uyarlanan film, John Frankenheimer’ın yönetiminde ve Frank Sinatra, Laurence Harvey, Angela Lansbury, Janet Leigh gibi yıldız kadrosuyla zaten yeterince dikkat çekici. Ama meselesi daha da ilginç. Çünkü manipülasyonu seçim konuşmaları ya da reklam kampanyalarına değil, fiziksel olarak beyin yıkamaya bağlıyor. Savaş gazileri üzerinde denenen bu yöntem, seyirciyi karanlık bir seçim atmosferiyle baş başa bırakıyor. Filmin 2004’te yeniden çevrimi yapıldı.
“The Best Man” (1964): Gore Vidal’in aynı adlı oyunundan uyarlanan ve Franklin J. Schaffner’ın yönettiği filmde Henry Fonda ve Cliff Robertson iki başkan adayını canlandırıyor. Bu iki aday, eski başkanın onayını almak için rekabet eder. Adaylardan biri ilkeli bir entelektüel, diğeri ise alabildiğine hırslı bir popülisttir. Eski başkana göre birinin ilkeleri, diğerinin ise acımasızlığı handikaptır. Film, seçilmeden önceki seçim sürecine odaklanarak gerçekçi bir durum tespiti yapar.
“All The President’s Men/Başkanın Bütün Adamları” (1976): Watergate skandalını anlatan film hem en iyi gazetecilik filmlerinden biri hem de seçim çalışmaları adı altında yapılan hukuksuzlukları gösteren bir politik gerilim. Başkan Richard Nixon’ın bizatihi karıştığı ve hatta yönlendirdiği, rakip partiyi dinleme skandalı sonrasında seçim kazanma hayalinin istifaya dönüşmesi, kurmaca olamayacak kadar gerçektir. Bağımsız medyanın ve gazetecilerin cesareti, daha sandığa gitmeden bir ülkenin kaderini değiştirir. Alan J. Pakula’nın yönettiği filmde Dustin Hoffman ve Robert Redford’ın muhteşem performanslarını da unutmamalı.
“Zübük” (1980): Televizyonlarda yayınlanmasa da efsanesi yürümüş gitmiş bir klasik. Doğrudan seçim heyecanını anlatmaz, seçilenin katakullilerine odaklanır. Aziz Nesin’in aynı adlı eserinden uyarlanan filmde Kemal Sunal, İbrahim Zübükzade rolünde harikalar yaratır. Zübükzade kılıktan kılığa, partiden partiye geçer; hiçbir etik değeri yoktur. Yoluna çıkan herkesi bir şekilde kandırır, dolandırır. Tek hedefi vardır; seçilmek ve sürekli yükselmek. Kendisiyle röportaj yapmaya gelen gazeteci bile onun ahlak yoksunluğundan nasibini alır.
“Wag the Dog/Başkanın Adamları” (1997): Seçim kampanyalarının simge filmlerinden. Üstelik her şeyi açık açık ama mizahla anlatıyor. Reklamcılığın, kurnaz ellerde nasıl seçim sonucunu belirleyici noktaya evrilebileceğini izletiyor. ABD Başkanı’nın seçim öncesinde karıştığı skandalı örtbas etmek için özel bir ekip kurulur. Hedef, dikkatleri başka yöne çevirip başkanın yeniden seçilmesini sağlamaktır. Ekip bunun için sahte bir savaş, sahte mağdurlar ve sahte kahramanlar yaratmaktan çekinmez. Barry Levinson’ın yönettiği filmde Dustin Hoffman ve Robert De Niro’yu izlemek ayrı bir keyif.
“Swing Vote/Oyum Kime” (2008): Belki çok hatırlanan bir film değil ama ‘tek bir oy bile çok değerli’ önermesini doğrulayan bir hikâyeye sahip. Filmde Kevin Costner işsiz, politikadan uzak, duyarsız bir adamı canlandırıyor. Ama başkanlık seçiminin sonucu, onun vereceği tek oya kalıyor. Dolayısıyla hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi aday, onu kendine oy vermeye ikna etmek için türlü türlü yollar deniyor.
“The Ides of March/Zirveye Giden Yol” (2011): Tiyatro oyunundan uyarlanan ve Barack Obama’nın 2008’deki seçim kampanyasını temel alan film George Clooney’nin imzasını taşıyor. Clooney filmde idealist başkan adayı rolünde. Yanında ise ona sonsuz sadakat ve güven duyan yardımcısı var. Ancak filmin vurguladığı, siyasetin saf-temiz bir idealizm yolu olmadığı… Aslında gerçek seçim, başkan adayının dürüstlüğü ve idealizminin, siyasetin çirkin oyunları karşısında kazanıp kazanamayacağı.
“No” (2012): Seçilmiş Salvador Allende’yi devirip diktatörlük kuran Augusto Pinochet’ye karşı yürütülen reklam kampanyasını anlatan “No” da seçimlere kampanya tarafından bakıyor. Şili’de 1988’de gerçekleştirilen referandumda muhalefetin hedefi Pinochet’ye karşı hayır diyerek kazanmaktır. Hayır, anlam olarak negatifliği çağrıştırmaktadır. Ülkede yaşanan işkenceler, tutuklamalar, kayıplar zaten hayatı negatife çevirmiştir. Ama reklamcı René Saavedra’nın yönettiği reklam kampanyası, bu negatif algının karşısına umudu, ışığı, mutluluğu koyar; reklam kampanyasını pozitiflik üzerine inşa eder. Pablo Larraín filmde hem dönemsel hem de zamandan ve mekândan muaf bir umut seçiminin hikâyesini anlatır.