Norgunk Yayınevi’nin ‘fikir babası’na veda
20 Nisan 2024 - 02:04Eşi Ayşe Orhun Gültekin ile Mart 2002’de kurduğu öncü yayınevi Norgunk ile, bu çatıda ürettiği dergi, sergi ve pek çok alternatif mekândaki nice projeleri ile tanınan yayıncı - editör ve eleştirmen - yazar Alpagut Gültekin, hayata veda etti. Gültekin’in Norgunk’u kurma gerekçeleri, ‘bir tür manifesto’ dediği denemeler kitabı ‘Cesaret, kaçalım!’da kayıtlara geçmişti. Gültekin’i bu emekleri ve dostlarının kendisine dair ifadeleri ile anıyoruz.
Derleyen: Evrim ALTUĞ
evrimaltug@gmail.com
Çok yönlü yayıncı, yazar, editör ve eleştirmen Alpagut Gültekin, uzun süredir mücadele ettiği rahatsızlığa yenik düşerek, 16 Nisan 2024 tarihinde aramızdan ayrıldı. Gültekin’in cenazesi, 17 Nisan 2024 tarihinde İstanbul Levent’teki Afet Yolal Camii’nde kılınan öğle namazını takiben kılınan cenaze namazı ardından, Kilyos Mezarlığı’na defnedildi.
Eşi Ayşe Orhun Gültekin ile, yazar Oğuz Atay’ın ‘Korkuyu Beklerken’ öyküsünde yer alan ‘Norgunk!’ kelimesinden ilhamla 9 Mart 2002’de kurdukları aynı adlı ödüllü yayınevi ile tanınan Gültekin, verdiği bir röportajda (1) yayınevi için niçin Oğuz Atay çıkışlı, ‘evden çıkamama hastalığı’na tekabül eden bu kelimeyi seçmiş olduklarını şöyle açıklamıştı:
“Denir ki, çok eski bir vazgeçiş dilinden gelen aristokrat bir sözcüktür Norgunk. Bir zamanlar bir anlamı varmış, şimdilerde kimse hatırlamıyor.”
1982’de Galatasaray Lisesi’nden mezun olan Gültekin, fotoğraf, sinema, tiyatro ve mimarlık gibi pek çok disiplinde eserler ortaya koydu. Gültekin’in ‘bir tür manifesto’ saydığı ve Norgunk Yayınevi’nden çıkan ‘Cesaret, kaçalım!’ isimli denemeler bütünü, Nisan 2002’de okurlara sunulurken, yazar çalışmasında “Bütün yüzeylerinden kendi isteğiyle çekildi. Kendine dönük duran, ama sıçrayışlar kendine gitmeyen, ya da hızla yanlış tasarlanmış bir kaulidoru, bir yazım hatasını düzeltircesine, aynı anda her iki uca doğru katederek... Ama bilmiyoruz, sonuçta, iki taraf arasındaki bir konuşmanın dibinde oluyor, her ne oluyorsa!...” ifadelerini kullanmıştı.
Norgunk Yayınevi kurucusu Gültekin çifti, yayınevinin resmî internet sitesinde de belirttikleri gibi, Norgunk’un kuruluşunu, ayrıca şöyle kayıt altına almıştı: “Hikâye Paris’te, küçük bir otel odasında başlıyor, tarih 18 Mart 2001. Televizyonda Jérôme Lindon ve Minuit Yayınları üzerine bir belgesel izliyoruz. Minuit II. Dünya Savaşı sırasında yeraltında kurulmuş, Lindon, Beckett’in, Deleuze’ün yayıncısı, çok etkileniyoruz. Bir yıl sonra, 9 Mart 2002’de Norgunk Yayıncılık kuruluyor: n üzeri siyah kare.”
1 Ekim 1961’de doğan Alpagut Gültekin, 2009’da kendisiyle yapılan aynı röportajda (1) özetle yöneltilen “Enis Batur, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi isimlere yöneldiniz. Ana akıma yaklaşma yönünde bir endişeniz var mı?” şeklindeki soruyu ise, şöyle yanıtlamıştı: “Gözlerinden zekâ ve yaratıcılık fışkıran bir reklâmcı şunu sormuştu bir gün: Sarkis'i yayımlıyorsunuz, iyi güzel, ama yanında Dağlarca'yı niye yayımlıyorsunuz, hiç anlamıyorum?
Cevabımız şöyle olmuştu: “Yaşayan en büyük şair olduğuna inandığımız için.”
Bu ikiye yarılma, bu boynu tutulmuşluk ne yazık ki her zaman oldu Türkiye’de. Önyargıları zinde tutmanın bir yolu olsa gerek bu. Enis Batur’a gelince: O, en başından beri var; Norgunk’u biraz kazıyın, altından Yazı dergisi çıkar, Gergedan çıkar, ‘İblise Göre İncil’in tek nüshası çıkar. Şiir ana akımın dışına itilmiş durumda epeydir. Fanusun içindeki bir avuç şaşkın olarak bakılıyor şairlere. O yüzden ana akım dediğiniz şeyi doğru tanımlamak gerekiyor: Ana akım televizyondur bugün, kanaat önderleri olarak orda burda ahkâm kesen değnekçilerdir. Yozlaştırma politikalarının mekaniği onlar üzerinden işliyor. Her sahada varlar, her konuda uzmanlar. Vasat onlar sayesinde, onların eliyle her alanda iktidar oldu.”
Gültekin’in bibliyografyasında, Dirimart Yayınları tarafından sınırlı sayıda özel olarak 2016’da basılan “Sinemaskop Türkiye” isimli Nuri Bilge Ceylan kitabı da öne çıkıyordu. Gültekin, editörlüğünü yaptığı bu çalışmasında Cannes Altın Palmiye ve Jüri Büyük Ödülü ile FIPRESCI Ödülü sahibi ünlü sinemacıya ait pek çok fotoğrafı kitaplaştırdı. Norgunk Yayınevi, kuruluşu itibariyle gösterdiği özgün editoryal ve grafik tasarımsal pozisyon sebebiyle de ödüllendirildi. Ürettiği pek çok yan projede dostu, grafik tasarımcı Bülent Erkmen ile çalışan Norgunk, 19 Aralık 2004 tarihinde yayımladığı yapıtların seçiminde, sayfa düzeni yazım kurallarına bağlılık ve baskı titizliğine gösterdiği özenle ‘Memet Fuat Yayıncılık Ödülü’nü alırken, 7 Mayıs 2011’de ise ‘2010 yılı içinde yayımlanmış ilk şiir kitapları arasından ‘Terk Gürültüsü’ ile Ceyhun Tuna ile, yayıncı sıfatıyla Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’ne değer bulundu.
Yine, yayınevinden pek çok eseri basılmış çağdaş sanatçı Sarkis’in, yayınevi onuruna Aralık 2006’da ‘Norgunk’ isimli mavi neon işini ürettiği kuruluş, 2020’de ise ‘Sarkis: Vermeer / Cezanne’ isimli bir kitabı basarken, bu kitaptan yola çıkarak bir de çevrimiçi sergiye imza attı. Norgunk öte yandan, metnini Cem İleri’nin yazmış olduğu ‘Başlangıçta, İstanbul 19389 -20200’ kitabının editörlüğünü Ayşe Orhun Gültekin ile yaptı ve çalışma Dirimart desteği ile okurlara sunuldu.
Norgunk ayrıca, 20 yılı aşan külliyatına Romalı düşünür Lucreitus’dan (Evrenin Yapısı, 1. Baskı Aralık 2011, 4. Baskı Aralık 2023, Kapak resmi: Fatma Tülin, Türkçesi: Turgut ve Tomris Uyar) Fransız düşünürler Gilles Deleuze -Felix Guattari’nin alanında simgesel eseri ‘Bin Yayla: Kapitalizm ve Şizofreni 2’ye pek çok yapıtı sığdırdı. Bu yönüyle, Kuad Galeri’de de Bilgi Sinema işbirliğiyle ‘Deleuze ve Sinema’ adlı bir etkinlik düzenleyen Gültekin’ler, bu girişimi Mayıs 2014’te santralistanbul’da hayata geçirmişti. Zaten Norgunk, özellikle bu Fransız ikili düşünürün külliyatını logosu altında toplamaya büyük özen göstermesiyle dikkat çekerken, bu son çalışmanın kapağında ise modern sanatçı Tiraje’nin bir desenine yer veren Gültekin çifti, ‘20’nci YY’ın manifestosu’ dedikleri 558 sayfalık eserin alanında Fransızcadan Türkçeye bu ilk çevirisi için, Emre Sünter ile çalıştı.
Öte yandan, kapak tasarımı Bülent Erkmen’e ait 47 sayfalık, Georg Büchner imzalı ‘Lenz’i Ağustos 2023’te Hasan Kuruyazıcı Türkçesi ile ‘Erratum’ çerçevesinde yayımlayan Norgunk, Can Alkor çevirisi ile Ocak 2023’te ise Arthur Rimbaud’nun ‘Les Illimunations’ adlı klasiğini okurlara sundu. Yayınevi, Ayberk Erkay yayın yönetmenliğinde hazırladıkları ‘Erratum’ çerçevesiyle meraklılarına Stéphane Mallarmé, André Breton ve Philippe Soupault’nun eserlerinin Türkçelerini armağan etti.
Erkmen’in aktardığına göre, ‘inanılmaz bir film yapma ve sinema tutkusu’ olan Alpagut Gültekin’in çektiği iki kısa filmin yanı sıra, yine ‘Lenz’ adını almış bulunan, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğini almış ve halen montaj sürecinde olan bir de uzun metrajlı filmi bulunuyordu. Gültekin’in bu alandaki ‘idol’leri ise, Danièle Huillet ve Jean-Marie Straub oldu.
Norgunk Yayıncılık, Cem İleri’den Michel Foucault’ya, Abidin Dino’dan Beral Madra’ya, Yves Klein’dan Canan Tolon’a, Sarkis’ten Herman Melville’e, James Joyce’dan Rainer Maria Rilke’ye, Fatma Tülin’den Mürüvvet Türkyılmaz ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya pek çok imzanın, editör, çevirmen, sanatçı ve aydının buluştuğu alçakgönüllü, ancak yüksek vizyonlu sivil bir akademik arşivsellik, her seferinde yenilikçi, deneysel bir çeşitlilik güdüsü ile hareket etti. Nitekim Alpagut ve Ayşe Orhun Gültekin’in kavramsal çerçevesini Norgunk başlığı altında ortaya koydukları ve alanında gelenekselleşen, iletişim konsept ve tasarımı Bülent Erkmen imzalı ‘Büyük Çayır Sergileri’ de bu vizyon ve çeşitliliğin 2018 itibariyle dikkate değer bir diğer delili oldu. Norgunk ayrıca bu projesiyle, sayısı 50’yi geçen güncel sanatçı ve 10’un üzerinde kurum ile işbirliğine gitti.
Bu kapsamda, ikilinin Norgunk imzasını taşıyan bir diğer sergi projesi ise İstanbul Fransız Kültür Merkezi ile Beyoğlu’nun türlü mekânlarda yapımcılığını üstlendikleri ‘Pera Ressamları - Pera Sergileri 1845 - 1916’ de yakın sanat tarihimizdeki yerini aldı. Proje kendi içinde sergi, konferans, rehberli turlar ve Türkçe - Fransızca bir kitabı kapsıyordu. (3)
Alpagut ve Ayşe Gültekin ayrıca - ticari amaca odaklanmayan - Kuad, Ariel ve Riverrun isimli çağdaş sanat mekânlarını da yönetti. Sözgelimi, Norgunk’un 2017’de İstanbul Beyoğlu Boğazkesen Yokuşu’nda harekete geçirdiği 31 numaralı yapıdaki sergi alanı ‘Riverrun’da, iki buçuk yıl boyunca birçok etkinlik yapıldı. İkili burada, 20’ye yakın ‘Bunker’ sergileri düzenledi. Bu sergilere Ayşe Erkmen de dahil olurken, sanatçıya ait ‘Şimdilik Hepsi Bu’ isimli kitabın editörleri de, yine Gültekin’ler oldu. İkilinin editörlüğünü yaptığı pek çok çalışma arasında ayrıca, ‘Emin Altan / Chaosmos’, ‘Sarı Punctum’ / Sarkis’ ve Pelin Kırca’nın illüstrasyonlarını ürettiği Lewis Carroll klasiği ‘Alice Harikalar Diyarında’ da (2015) öne çıktı.
Norgunk ayrıca, ilerleyen tarihlerde İngilizce edisyonuyla da öne çıkan ve Alpagut Gültekin’in tabiri ile (1) “Mekân sorunsalını her yanıyla kurcalamaya çalışan eleştirel bir dergi,” olarak Doxa’yı da hayata geçirdi. Norgunk’un, kapaklarını çağdaş sanatçılarla geliştirdiği ve yılda üç kez yayınladığı bir diğer dergi ise, ilhamını Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dizelerinden almış olan, Aralık 2014’te hayata geçirilen ‘Aç yazı’ dergisiydi.
Alpagut Gültekin, Ekim 2013’te ‘Futuristika!’ adlı yayın adına Barış Yarsel ile ‘Kitapların Sesini Duymak’ hakkında verdiği (2) röportajda, Yarsel’in Norgunk’un ‘butik yayıncılık’ ekseninde faaliyet gösterdiğine dair söylentilere yönelik yanıtını şu sözlerle vermişti: “Butik yayıncılık derken ne demek isteniyor, çok emin değilim. Yaptığı işe kolayından sınıf atlatmaya kalkışanlar pek seviyor daha ziyade bu terimi; kasabın bile butik olanı var artık! "Butik kasap Ali dostumdur." Biz düz yayıncılık yapıyoruz. Kitap ne istiyor bizden ona bakıyoruz, kitabın sesini duymaya çalışıyoruz (evet, kitaplar yazılırken de, yapılırken de, okunurken de ses çıkarırlar). Bir tarzı tasarlayamazsınız, tarz sizden çıkıp dünyaya giden şeydir. Bunu da size hiç belli etmeden yapar.”
Bilgi: norgunk.com
(1) "Dünyanın yuvarlak olduğundan emin olmak istiyoruz", söyleşi: Elif Bereketli, Cumhuriyet Kitap Eki, 3 Aralık 2009
(2) ‘Kitapların Sesini Duymak’, Alpagut Gültekin ile röportaj, Futuristika!, Barış Yarsel, Ekim 2013
Alpagut Gültekin’in ‘Ardından…’
(Alfabetik soyadı sırasıyla)
Alpagut ve Ayşe Orhun Gültekin Foto - A.O.Gültekin Arşivi ve Özel İzniyle
Alpagut, bana kalırsa, belirli çağdaş düşünürlerin tutkunuydu: Hatta sadece onların ve onların söz ettiklerinin. Bana bir gün söylemiş olduğu kadarıyla (Louis) Althusser’e büyük bir hayranlığı vardı. (Gilles) Deleuze, tüm hayatına bir tutku nesnesi olarak girmişti diye düşünüyorum.
Deleuze’e bağlı olarak Ahmet Soysal, Ulus Baker tutkusu da vardı sanırım.
Sarkis de, onun tutkularından biriydi. Sarkis’in sergisini 2005’te yaptığımda, sergi hazırlanış sürecinde her gece bizimle yemek yiyorlardı Alpagut ve Ayşe. Ve, Sarkis’in kitabını yayınlayarak, bir kütüphaneye kitapları dizerek, sergiye katkı vermişlerdi. Daha sonra, Beral Madra ile bir galeri (Kuad) açacak kadar, sanata girmişti.
Eşi Ayşe ile birlikte çok güzel kitaplar çıkarttılar.
Yayın tarihine iz bıraktığını söyleyebilirim. Umarım Ayşe devam ettirir.
Şaşırtıcı bir insandı. En tuhaf şeyleri biliyordu. Meselâ Paris te oturduğumuz eski bilardo fabrikası olan evi bildiğini söylemişti. Eski bilardo fabrikasının tarihini bildiğini, üstelik de uçağa binip Paris e gitmediği halde bilmişti. Bu, bana Kemal Tahir’in bilmediği N.Y. üzerine polisiye romanları (Mayk Hammer) yazmasını hatırlatmıştı.
Işıklarda yatsın!
Ali AKAY
Alpagut’un dostluğu, çalışma arkadaşlığı hayatta en çok minnet duyduğum, bana en çok şey katan tecrübelerden biri. Metinleri dikkatle okumak, gerçekten okumak az kişinin, giderek daha az sayıda kişinin yapabildiği bir iş. Alpagut metnin içeriğini, anlatımını, diğer metinlerle ilişkilerini büyük dikkatle okur, aynı dikkati metnin fiziksel sunumuna da gösterirdi.
Birlikte çalışmamız on yılı çoktan geçti; Alpagut ve Ayşe bir yandan getirdiğim projeleri desteklediler, onların hayallerimden de daha iyi yapılmış olarak ortaya çıkmasını sağladılar, bir yandan da benim aklıma gelmeyecek, kalkışmayacağım, cesaret edemeyeceğim konuları önüme getirip harekete geçmemi sağladılar. Örneğin, Alice çevirileri hayatta en sevdiğim, en gurur duyduğum işlerimden, Alpagut Alice’leri basmak isteyip bunu benim yapabileceğimi düşünerek önüme getirmese kalkışmazdım.
Aç Yazı’nın 11. sayısı Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal ve Karacaoğlan ile başlar, sonra blues üzerine yazılar ve metin çevirileriyle sürer. Ufak bir dilek: Aç Yazı’ları, mesela bu sayıyı, onun anısına, onun dikkatine yakışan bir dikkatle okuyun.
Armağan EKİCİ
Uzun zaman önce, işi biraz da talihe bırakarak tanışmıştım Alpagut Gültekin’le. O gün kurduğumuz ilişki bana büyük bir zenginlik olarak döndü. Ortak heveslerde buluşmamız, ortak tutkumuzla kurduğumuz bağın yakınlığı, yaşamın yalnız kalmaya müsait bir alanında denk gelişimiz bana hem cesaret hem güç hem de keyif verdi. Çok şey paylaştık. Çok heveslere kapıldık. Ondan çok şey öğrendim. Ama en çok da, insanın tutkusuna özenle sahip çıkmasının, güzele ulaşmak için gayret göstermesinin en zarif örneği oldu benim için. Ne mutlu bize ki yeni heveslerimizle zenginliğine zenginlik katabileceğimiz büyük bir düş mekânı bıraktı geride.
Ayberk ERKAY
***
“Kişiliğinde sıradanlığa ait hiçbir şey olmayan çok ender insanlardan biri...
Büyük olasılıkla, ' obituary / ardından ' yazılarını da, pek hoş karşılamazdı bu açıdan.”
Fatma TÜLİN
Bir insanın yokluğunu karşılayabilecek hiçbir şey yok,
denemeye de kalkmamalı, tahammül etmeli ve dayanmalı;
Çok sert gelse de büyük bir teselli bu aynı zamanda.
Boşluk gerçekten doldurulmadan kaldığında,
boşluk, sayesinde birbirine bağlı tutuyor.
Tanrı boşluğu doldurur demek ters,
asla doldurmuyor boşluğu,
tersine boş bırakarak
-acılı da olsa- gerçek bir bağı korumamıza
yardımcı oluyor.
Dahası:
ne kadar doyurucu ve güzelse anılar, o kadar zor ayrılık.
Ama hatıraların acısını sessiz bir sevince dönüştürüyor
şükran.
Artık olmayan güzelliği batan bir diken gibi değil,
paha biçilmez bir armağan gibi taşıyor içinde.
Dietrich Bonhoeffer, Tegel hapisanesi, 24 Aralık 1943
Kitapların sesini duymaktan söz ediyordu Alpagut Gültekin, yazdığım son kitabı
Norgunk’tan yayımlamak istememin bir nedeni de buydu, kitaplardan sesleri çıkarılmıştı ve kitaplara seslerini iade etmek gayretinde olan bir yayıneviydi bu. En gecinden Genel Dilbilim Dersleri’nden bu yana bir göstergeler zinciri olarak tanımlanıyordu dil, birer gösterge olarak tanımlanan sözcüklerin temsil ettiği bir gösterileni, seslendiren bir göstereni, aralarında onları bölen bir yarık vardı. Sesin ve anlamın, müziğin ve notanın, jestin ve yazının, çizginin ve doğrunun ayrıştığı alandı kitap, matbaanın icadı ile metinler sadece elin jestini yitirmemiş, aynı zamanda sessizleşmişlerdi. Oysa çizmek anlamına gelen şeyi, bir deseni, bir yazıyı, izi, bir yüzeyde (kağıtta, kitapta, vb.) biçime açan hareketti jest. Elin jesti, çizgiyle biçimi açınca en eski mağaralardaki, Lascaux’daki, Karahantepe’deki, en eski tapınaklardaki gibi, insanlığın başlangıcındaki hayreti, insan olmaklığın kendine duyduğu şaşkınlığı, henüz tanışı olmadığı, asla tanışamayacağı bir yabancılığı davet ederdi biçime. Aynı anda fazlalık, aynı anda eksiklik olan, uzaklardan gelen bir yabancılıktı bu. Kendi yabancılığını, evrenin yabancılığını, kendine yabancılığı ağırlardı yazının çizgisi.
Sonraları kimin ev sahibi, kimin yabancı, kimin içeriden, kimin dışarıdan, kimin buradan, kimin başka yerden olduğunun bilinmediği bir konukseverliği ifade eden sözcüğe, imgeye dönüşmüştü çizgi. Kitap da bir mekandı, duvarlara asılan resimler, boşlukları kaplayan işler (heykeller, yerleştirmeler vb.) gibi elin, kendisinin de ne olduğundan asla emin olamadığı bir jestin, sesin, çizginin mekanıydı. Norgunk yayınevi, kitaplarına mekansal varlıklar olarak yaklaşmaktaydı. Önceleri Atina’da, sonraları Roma’da hocalık yapan Yunanlı sofist Philostratos’un Latince çevirisinde dile gelen türden bir mekandı bu, imago, imagines. Konuk odaları duvarlarında, konuklara sunulan armağanların, yemişlerin resimlerini ifade ederdi imge, yabancılığı armağana ve dayanışmaya dikişler, anlamla doldurulamayan bir dünyaya adım atan vorteksi, uzaklardan gelen bir yabancılığın ağırlanması sayesinde açardı. Ölü maskesi anlamına gelen, yabancılığı hayalet ya da düşman diye algılamayan, saldığı ürkü nedeniyle yabancılığın ruhundan imtina etmeyen bir konukseverlikti: imago. Oysa zaman içinde harfler karaktere, sözcükler göstergeye, yabancılar düşmana, yabancılık korkuya dönüşmüş, boşluğu ağırlayan konukseverlik boşluğa hükmeden bir buyurganlığa dönüşmüştü. Alpagut ve Ayşe Gültekin’in yayınevlerinin ismi Norgunk’tu, duvarlarında yemiş resimleri olan odalarda ağırlanan bir konuk yerine, mutfağında isimsiz bir mektup bulan bir evsahibinin öyküsüydü içinde bu sözcüğün geçtiği öykü, Korkuyu Beklerken. Oldukça endişeli öykü kahramanının dilini anlamadığı, bir ölü diller uzmanına gösterdiği, hayatını bir ters Bartleby gibi alt üst eden bu mektupta;Morde ratesden, Esur tinda serg! Teslaron portog tis ugor anleter, ferto tagan ugotahenc metot-doscent zist. Norgunk! UBOR-METENGA; yazmaktaydı, Gültekin’ler yayınevlerine korkuyu beklemeyi tersinleyen, yabancılığı yayımlarına davet eden anlam ötesi bu sözcüğü takmıştı, Norgunk isimli bir yayınevine dahil olma düşüncesi tam bana göreydi.
Şimdi Alpagut Gültekin uzaklara, nereye olduğunu bilmediğimiz bir yabancılığa gitti. Sayfanın marjı gibi metinlerine dahil ettiği boşluğu, bir tür fon, bir tür rezerv alan olarak bıraktı Norgunk’a ve bizlere, zaten boşluk korkusu olmadan, boşluğu doldurmaya çalışmadan, korkusuzca, yokluğun mevcudiyetiyle, incelikle, özenle var olmuştu. Acılı da olsa, doldurulmadığı sürece gerçek bir bağ kurmamıza yardımcı olan, yokluğuyla mevcuda gelen, artık olmayışın da bir varlığa gelme biçimi olduğunu hatırlatan bir boşluk bu, sadece varlığıyla değil, bıraktığı boşlukla da Alpagut Gültekin iyi ki vardı. Her zaman yapmış olduğu şeyi yapacak, bıraktığı yabancılığı konuk edecek, boşluğun ev sahipliğini yapacağız artık.
Zeynep SAYIN
Alpagut Gültekin, birçok ırmağın kendisine doğru aktığı büyük bir yataktı. Her ırmağa karşı beslediği derin kavrayışla onları yeni yollara doğru yeniden yola çıkarmaya, bunu yaparken kendisi için de yeni yollar edinmeye dair derin bir rü’yet sahibiydi. Bunları sadelikle, dostlukla ve güzellikle yaptı. Bir apartman dairesinden uzaya doğru açıldığını, onu tanıyan herkes bilir. Aç Yazı’nın her sayısı için nasıl heyecanlandığını, Ulysses’i sesli olarak kaç kere okuduğunu, yeni tasarıları için nasıl kar topladığını… Onu, çok sevdiği Vüs’at O. Bener’in öyküsü gibi, Dost olarak hatırlayacağım her zaman. Senin de Cesaret, kaçalım!’da dediğin gibi: “(hayat) beklenmedik kırılmalar oyunu…” Biz cesaretimizi toplayana dek, canım ağabeyim: krak, krek, krik…
Emrah YOLCU