Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Milyonlarca dolarlık muz münazarası

Milyonlarca dolarlık muz münazarası

Milyonlarca dolarlık muz münazarası20 Şubat 2025 - 05:02
Sanat tarihçi - eleştirmen Barış Acar, İtalyan sanatçı Maurizio Cattelan’ın ‘Comedian’ isimli sansasyonel yapıtı üzerinden yaptığı ortak tartışmayı beş meslektaşı ile belgeledi. Livera Yayınevi’nce basılan kitapta, değer, iktidar, eleştiri ve sanat tarihi tartışmalarını tazeleyip piyasa değeri 6 milyon doları aşmış ‘Comedian’a kuşku yüklü bir büyüteç tutuluyor. Kitaba katkıda bulunan imzalar, Çinli-Grenadalı siber borsacı genç koleksiyoner sahibi Justin Sun tarafından yenilip yutulduğu halde varlığını tüm ticari biçimleriyle sanat piyasasında inadına sürdüren eserin çağrıştırdıklarını, Milliyet Sanat’la paylaştı.
EVRİM ALTUĞ 
evrimaltug@gmail.com
 
Yaşamı ve çalışmalarına Avusturya’nın başkenti Viyana’da devam eden sanat tarihçi, eleştirmen ve AİCA TR (www.aicaturkey.org ) üyesi Barış Acar’ın Livera kitap etiketli yeni projesi, dünya sanat gündemi ve piyasasına 2019’dan bu yana dahil olmuş, İtalyan çağdaş sanatçı Maurizio Cattelan’ın ‘Comedian’ adlı ‘duvara yapışık muz’ çalışmasının yarattığı tartışmayı sürdürüyor. 
 
Acar bir ‘oda müziği’ gibi beş uluslararası meslektaşını da kattığı tartışmaya Rafet Arslan, Noit Banai, Süreyyya Evren ve Onur Serdar’ı davet ediyor. Görünüş olarak ‘incecik’ olmakla birlikte, kitabın öne sürdüğü argüman, sanat piyasasında değer, anlam, iktidar, ironi ve hakikatin test edilmesi adına bu kavramların altına hayli kalın çizgiler döşüyor. Hal böyle iken Milliyet Sanat’ın sorularına da tıpkı kitapta amaçlanıp yaşandığı gibi karma bir zenginlikle yanıt veren yazarların görüşleri, birbirlerinden uzaklaştıkları ölçüde kitabın da önerdiği fikir ve yorum zenginliğini tekrar pekiştiriyor. 
 
 
Maurizio Cattelan’ın üç edisyonla ilk defa Art Basel Miami Beach’te 2019’da ortaya çıkan, değeri 6 milyon doları aşan ‘Comedian’ isimli düzenlemesi ile yarattığı sansasyon akabinde, bu kitabın ‘Hücum Yayın’ etiketi ile yayınlanması hakkında fikriniz neydi?
 
Barış Acar: Hücum Yayınlar konseptiyle bir yayın dizisi yapmak uzun zamandır aklımda olan bir projeydi. 2018 öncesinde oluşmuştu diyebilirim, daha tam tarih olarak. Corpus Yayınları ile Ekphrasis Üçlemesi’ni yaptığım zamanlardan. Bu fikrimi zaman içinde insanlarla paylaşmıştım ama hayata geçecek ortamı bulamadı maalesef bir türlü. Yayın sektörünün güçlükleri, pandemi vb. derken bugünü bulduk. Bugün arka arkaya iki-üç etmen hızla birleştiği için mümkün olabildi diyebilirim: Öncelikle Livera Yayınevi ile başladığımız, yakında duyurularını yapacağımız, çağdaş sanat kuramı dizisi; ikinci olarak Alp Doğu Eser ile ArtUnlimited dergisi ve YouTube kanalları üzerinden sürdürmeye başladığımız “Karşı-Konuşmalar” adlı video söyleşileri ve son olarak Maurizio Cattelan’ın Comedian’ının 6,2 milyon dolara el değiştirmesiyle başlayan “çağdaş sanat skandalı”. 
 
Alp’le “Çağdaş Sanatın İtibarsızlaştırılması” başlığıyla yaptığımız ilk konuşmadan başlayarak Cattelan’ın işi, bugünün çağdaş sanatını anlama sorunsalı üzerine geldi merkeze oturdu bir şekilde. Livera’ya, gündeme sanat lehine müdahale eden çok hızlı bir yayın oluşturma fikri ile gittiğimde teraddüt etmeden kabul ettiler. Ana fikir, gündemin ve bu arada gündemin eleştirisinin de bayağılığına karşı bizim üretmemiz gereken bir pozisyon olduğu düşüncesiydi. Cattelan’ın işi bir turnusol kâğıdı işlevi görüyordu. Onun üzerinden çağdaş sanata, giderek sanata saldırmanın önünü açan inanılmaz basite indirgeyici (popülist) bir eleştiri vardı. Bu yüzden farklı perspektiflerden Comedian’ın ve onun etrafında oluşan heyulanın kaynaklarına inmek gerekiyordu. 
 
Açık ki, basite indirgeme, bir yerde Milan Kundera’nın da dediği gibi, teori kendisinin suyunun suyu haline geldiğinde bu faşizmleri üreten bir dünyayla karşı karşıya bırakıyordu bizi. Bu yüzden, basite kaçmadan, sanat tarihi, felsefe, avangard, performatiflik, sosyoloji, reklam dünyası gibi her yazarın baktığı başka bir noktadan Cattelan’ın yapıtını değerlendirmeye çalıştık ama temel mesele, çok hızlı olmalıydık bunu yaparken, çünkü gündem biz daha farkına varmadan ardında devasa tortular bırakarak ilerleyip gidiyordu. Yayıncılık, raflara dizilecek kitaplar için değildir; bir düşünceyi, duyguyu ötekine iletmek ve örgütlemek içindir. Yayıncılığın temeline dair bu fikir Hücum Yayınlar’ın ana fikriydi. 
 
Arslan: “Kitap ‘topun gelişine’ hızlıca vuruyor”
 
Rafet Arslan: Bu kitabın, deyim yerindeyse “topun gelişine” hızlıca vuruyor olması beni ona çekti. Ben de ilk elden oluşan düşüncelerimi, kendi okumam ile sanat tarihine yerleştirdim. Warhol’dan çok Duchamp’a bir selam olduğu fikrindeyim ve öyle yazdım. Tarihsel bir bağlam ve gelişim içinde.
 
 
Rafet Arslan
 
Eseri satın alıp yiyen koleksiyonerin, aynı zamanda bu çalışma üzerinden yeni ‘meta’lar üretme, onu bir marka haline girişimini nasıl karşıladınız? 
 
Barış Acar: Bu ve benzeri sorular çok yaygın başından beri. Kitabın yola çıkış nedeni bu sorunun arkasında gizlenen eleştiri formuna bir direnç noktası oluşturmaktı diyebilirim aslında. Sanat piyasasının eleştirisi ile sanatın eleştirisini bir ve aynı gibi düşünmekten suyunu alıyor bu form ve gitgide neden yola çıktığını unutuyor. Mesela Klimt’in Belvedere Müzesi ve Viyana Belediyesi tarafından yıllardır turistik mal düzeyine indirgenip satılması Klimt’in değerinden bir şey kaybettirmez. Devlet, en azından bildiğimiz formlarıyla, kitsch ile çalışır, sanat ise aksi yönde. Bu yüzden sanat anti-otoriterdir. Bu olgu sanatçının tavrından bile bağımsızdır. Balzac aristokrasinin ve kraliyetin ateşli bir savunucusuydu ama yapıtları gerçekçiliğin başyapıtları olmuştur. Dolayısıyla bir kripto para milyonerinin alışkanlıkları ya da kâr hırsı benim sanata bakışımın ölçütü olamaz. Kapitalizm, her şeyi kendisi için değişim değeri taşıyan bir “meta”ya çevirir. Bu, onun mantığıdır. Buradan sanat yapıtının değerini ölçmeye kalkarsak kapitalizmin eleştirisini yapacağım derken tam aksine onun piyasasını alevlemeye odun taşımış oluruz. Comedian’ın performansı ona para sayan kişiyi de, onun sanatçısını da aşar. O, Joker’dir. 
 
 
Çinli kripto para platformunun kurucusu Justin Sun, ünlü sanatçı Maurizio Cattelan'ın "Comedian" adlı eserini 6,2 milyon dolara satın aldıktan sonra yiyerek gündeme gelmişti.
 
Serdar: “Bakılması gereken, sanat dünyasının kast sistemi”
 
Onur Serdar: Öncelikle, koleksiyonerin sanatı tam anlamıyla ‘içselleştirmesi’ gerçekten etkileyici. Bir eserin oral bir tüketim yoluyla marka lansmanına dönüşmesi… Sanırım bir sonraki aşama, sindirilmiş sanat eserlerinden NFT üretmek olacak—böylece koleksiyonerler, sanatın yalnızca fiziksel varlığını değil, biyolojik süreçlerinden elde edilen verileri de yatırım aracına dönüştürebilirler. Şaka bir yana, bu olay sanatın bir medya stratejisine dönüşmesini gözler önüne seriyor. 21. yüzyılın en güncel, viral, yenilebilir ve yeniden üretilebilir sanat nesnesi, küresel ağlarda hızla dolaşıyor, kişisel ekranlara düşüyor, paylaşılıyor ve etkileşim yaratıyor. Bu durum, kripto para yatırımcıları, ticaretçiler ve girişimciler için oldukça işlevsel bir şaklabanlık sunuyor. Ancak sanat dünyasının asıl bakması gereken yer, muz ya da onun sindirim süreçleri değil; tam tersine, bu şaklabanın ifşa ettiği sanat dünyasının kast sistemi ve imgeler üzerindeki etkileri. Çünkü burada belirleyici olan, sanatın bağımlı olduğu ekonomik ve politik mekanizmalar ile bu sistem içinde şanslıların nasıl belirlendiği. Sanatın ekonomi politiği tam da bu noktada devreye giriyor.
 
 
Onur Serdar
 
Kitap, Milliyet Sanat’a da yıllarca kalemiyle zenginlik katmış, 1995’te yitirdiğimiz merhum aydın Onat Kutlar’ın 2009 tarihli ‘İshak’ (YKY) kitabından bir aforizma ile başlıyor: “İshak dalda gökyüzünü oymaya, orada, kendisi uçup gittikten sonra da hep kalacak bir boşluk bırakmaya çalışıyordu.” Bu aforizmanın pusulasıyla, çağdaş – güncel sanat denen fenomene baktığınızda, ölümsüzlüğün ve şöhretin bu fenomen ile kurduğu yerli ve yabancı (sanat tarihsel) ilişkiyi nasıl yorumlarsınız? 
 
Barış Acar: 1990’larda öykü dergisi yayıncılığı yapıyorduk. Adam Öykü’lü yıllar. Biz de Ankara’da 5 yıl boyunca yayın hayatını sürdüren Bir Bilet: Gidiş-Dönüş dergisini çıkartıyorduk. 1997-2003 yılları arası. Erkal Tülek’tir asıl mimarı benim gözümde. Sonra Volkan Çalı, Aylin Öcel, İlker Almış. Pek çok arkadaş vardı dergide yolu öyküden geçen. Mesela Elif Çınar. Sonradan Yaşar Nabi Nayır öykü ödülünü aldı Bahar Dalı kitabıyla, ki inanılmaz bir kitaptır. Süreyyya Evren de yazıyordu zaman zaman. Yusuf Eradam, İpek Güngeç, Cengiz Erdem, Tolga Binbay, Necmi Zekâa... Hepimiz için müthiş bir işlikti orası. 
 
Onat Kutlar, o yılların mirası bana. “İshak” müthiş bir öykü. Günümüzden uzakta gibi görünmesine karşın hâlâ yanı başımızda soluk alıp veren. Kitaba motto olarak onu seçtim, zira gökyüzünde bırakacağımız boşluğun peşindeyiz önünde sonunda. Edebiyatın bütün sanat alanları için çok özel bir yeri var; bunu unutmamak gerekiyor öncelikle. İlk nedeni budur kitabın mottosu olmasının. İkinci olarak ise çağdaş sanatçının eylemi için de müthiş isabetli bir tasvir bence. Baudelaire’in “geçip giden bulutlar”ı gibi çağdaş sanatçının işleri; yaşamın içinde bir an’a tutunmaya çabalıyor, imkânsız olduğunu bile bile. Varlığıyla ödüyor bedelini. Öyküde de öyledir. Bir tanıklık öyküsüdür “İshak”. Kimi şöhretin peşinde koşar ama aslolan geçip giden bulutlara tanık olmaktır. 
 
Rafet Arslan: Ebediliğin içinde, kısıtlı zamana mahkûm özneleriz. doğal olarak "yalnızlıktır dinimiz". Fakat yaşanan küçük anlar, bazı günler, geceler ya da saatler; yani başka hiçbir şeyi düşünmeden "an" da döndüğümüz kutsal dakikalar işte; onlar varoluşsal yalnızlığın aşıldığı anlar. Onlarla sonsuz döngünün birer bileşeniyiz. Bana göre şöhret bir yanılsamadır, insanlığın tinsel birikimine ve dünyadaki yaşama izler, kıvrımlar bırakabilmek tek ölümsüzlük formülüdür. Komedyen denilen iş fanidir.
 
Barış Acar, kitaptaki metninde (s.29) göze batan kıymetli bir meseleye vurguda bulunuyor: “Eleştirinin piyasalaşması.” Sanatçıların da eleştirmenlerden daha çok eleştiri yapmaya başladığı, PR, kimi sanat tarihçi ve dahi bazı küratörlerin, salt eleştirinin medya veya kamusal alanda (forumlar, sempozyum ve basın buluşmaları vb.) teneffüs alanlarını sırf kariyer adına işgal ettiği şeklindeki analizi, bu ‘piyasalaşma’ya ne sahicilikte ve ne kadar yakın bulursunuz?
 
Rafet Arslan: Barış’ın yaklaşımını anlamak için, yazısından şu alıntı “hayati” önemde: “Her türlü ironiyi, kinik eleştiriyi, sisteme dokunabilecek arızayı içine alarak evcilleştiren, alamadığı noktada da “politik doğruculuk” içinde ahlakileştirerek yok eden bir mekanizmaya bağlanmış durumdayız.” 
 
Ben şahsen ironi ya da kinik eleştiriyi ve yahut insanın ontolojik krizine dokunmayan bir arızayı hakikatle temas kurmayı amaçlayan bir eleştirellik olarak ele ya da ciddiye almam. Çağdaş sanat bu yapılandırılan dilin ötesine geçmeye yeltendiğinde ise “politik doğruculuk” bir sansür düzeneği olarak ortaya çıkıyor. Genel söylem ve biçimler dünyaya hâkim neo-liberal dilin bir simülasyonundan öte bir şey değildir. Sanatçıların artık “Amerika’nın Keşfi” gibi bir eser üretmesini beklemek yerine; sanatçının yapıtının bütününde yaratıcı, etik ve eleştirel bir imgenin peşine düşmek gerekir.
 
Acar: “Sanat tam da piyasanın dışıdır”
 
Barış Acar: Sanırım bu konudaki temel yanılsama şundan kaynaklanıyor: Piyasanın dışı yokmuş gibi düşünülüyor. Sanatçılara da bu öğretiliyor ne yazık ki. Oysa sanat tam da piyasanın dışıdır. Bu yüzden piyasadaki ilişkileri yeniden düzenleme potansiyeline de sahiptir. Ana vasfı bu değildir ama bunu da yapabilir. Biraz Rancière ve sanatın politikası okumak gerekiyor bunu anlamak için. Türkçede yeterince kaynak mevcut bu konuda. 
 
 
Barış Acar
 
Çağdaş - güncel sanat piyasasında yapıtlara ‘iş’ – work veya taşıdıkları mesaj ya da sembolik yoğunluğa ‘gönderme’ denilmesi, aleni biçimde sanatın kapitalizm ve piyasa ilişkisinin alışılmış, kabullenilmiş bir dil sürçmesi olarak nitelenebilir mi? Aksi söz konusu ise yorumlarınız veya önermeleriniz nelerdir?
 
Onur Serdar: Sanat eserine ‘iş’ denmesi kulağa biraz kurumsal gelse de, aslında bir süreci de açıklıyor. Sonuçta sanat, yalnızca nihai bir nesne değil, aynı zamanda devam eden bir emek sürecinin sonucu. Çalışma, üretim, yapıt, eser, sanat nesnesi… Ne derseniz deyin, bunlar zamana, eğilimlere ve tavırlara göre değişen ifadeler. Bu noktada özel bir duyarlılığım yok. Ancak, sanat dünyasının piyasa diliyle iç içe geçmiş olması gerçeği ortada. ‘İş’ kelimesi emeğe mi, yoksa sanatın piyasa içindeki konumuna mı işaret ediyor, bunu sorgulamak önemli. ‘Gönderme’ kavramı da benzer bir şekilde, sanat eserinin entelektüel içeriğine mi yoksa yatırım değerine mi işaret ediyor, tartışmalı. Sonuçta, sanatın yalnızca içerik üzerinden değil, aynı zamanda piyasa spekülasyonlarıyla konuşulması, belki de çağdaş sanatın varlığını belirliyor. Ama asıl mesele, sanat dünyasının bu oyunu nasıl oynadığı ve bu kelimelerin sanatın hayal gücünü nasıl şekillendirdiği.
 
Rafet Arslan: Çağdaş sanatın artık tek eserleri üzerinden okuma çabasının hakikate temas edebileceğini düşünmüyorum. Bu manada “iş” demekte sakınca yok. Alma-satma, gösteri gücü, süper star ışıltısı, bunların sanat ile ilgisi yok; bunlar küresel piyasasının izdüşümleridir. 21. yüzyılla birlikte sanatın nesnesinden çok sanatçının yaşamı, eserinin bütünselliği bir nevi hipertekstliğin öne çıktığını düşünüyorum. Bu manada sanatın vurucu örnekleri “güncel sanat” arenası ötesinde, sinema ve disiplinler arası performanslarda hâlâ nefes alabiliyor. Anselm Kiefer gibi örnekleri Hayao Miyazaki ya da Pina Bausch’un bütünsel sanat deneyimine yakın görmek mümkün; uluslararası sanat piyasanın altın görünümündeki atıkları yerine.
 
Sn. Acar siz, kitaptaki metninizde Marcel Broothaers’e de selam yollar Maurizio Cattelan’ın ‘anlamsızı anlamsıza doğru fırlattığı’ iddiasında bulunuyorsunuz. Niçin?
 
Barış Acar: Anlamsızı anlamsıza fırlatmak metaforunu ironinin ve absürdün eylemini ifade etmek için kullandım. Anlamsız bir dünyada anlamlı laflar söylemeye çalışmak bazen boşunadır. Her zaman demiyorum ama bazen. Trump’ın iktidarda olduğu bir dünyada hakikat o kadar hakiki olmayabilir. Absürd burada işe yarar. İktidardakilerin iktidarının o kadar da sağlam bir temeli olmadığını söyler. Tabii söylemekle bir şeyin değişeceğinden değil. Sloterdijk’ın gösterdiği gibi, günümüzde herkes hakikatin kalp olduğunun farkında yine de ona hakikatmiş gibi davranmayı sürdürmeyi tercih ediyor. Bunun sırrını çözmek gerekiyor. Böyle müthiş bir gizem de değil tabii bu. 1960’lara gidip Louis Althusser’in devletin ideolojik aygıtlarına dair çözümlemelerine bakın. İşte o dünyanın egemenliğinde yaşıyoruz. Lakin o zaman, karşı konuşmanın bir gücü vardı, bugün yok. O gücü kurmak gerekiyor öncelikle. Bu da bir fikri örgütlemek demek her şeyden önce. Teorinin neredeyse tümüyle ortadan kalktığı bir çağda yaşıyoruz fark ettiysen; oysa teori yaşamın anlamı meselesiyle sırt sırtadır. Yeryüzünden dünya kuran eylem odur.
 
1996’da sanatı – karşılıklı -- bir komplo olarak ele almış ve büyük yankı uyandırmış Merhum Fransız felsefeci Jean Baudrillard’ın sanat hakkındaki duruş ve görüşleri ile, bugün yeniden yapabileceğimiz bir değerlendirme mümkün müdür? 
 
Rafet Arslan: Baudrillard, hakikate en sert yerinden dokunan son eleştirmendi; bu manada Maurizio Cattelan’ın pratiği onun kuramsal terörizminin yanına yaklaşamaz. Baudrillard ve onun simülasyon görüşü haklı çıkmıştır. Ama gelinen dünyadaki hız ve anlamın katli yeni okumalara ihtiyacımız olduğunu gösteriyor.
 
Barış Acar: Rafet’e katılıyorum, Baudrillard haklıydı. Hatta biz onu haksız bulurken bile haklıydı. 2000’lerin başlarında İstanbul’a geldiğindeki yaklaşımını oryantalist gibi değerlendirmiştik; Türkiye’yi hâlâ simulakra eşiğinden geçmemiş gibi gördüğünü söylemişti. Bugün bunun ortanyalizm olmadığını tüm açıklığıyla görebiliyoruz. Zira simlakra neymiş bizzat tanıştık/ tanıştırıldık. Belki de simulakra’nın teorik zeminini biliyorduk ama politik yüzeyini görmemiştik henüz. Bugün onun içinde yaşıyoruz, bütün katmanlarda. Cattelan’ın muzuna gelecek olursak, onun simulakra’nın da diskalifiye edildiği bir evrenin temsilcisi olduğunu söyleyebilirim. Metaverse evreni için simulakra ifadesi fazla çocuksu kalır artık. Teorinin tasfiye edildiği, simgenin sadece finansal anlamının geriye kaldığı bir evrende onun yapayalnızlığının imgesi olabilir Cattelan’ın muzu. 
 
Süreyyya Evren, ta 1960’lara da selam verdiği metninde (s.48) artık öyle bir noktaya geldik ki, “Marjinal olan, ana akımı neredeyse ele geçirdi,” diyor. Bu durum, isteğe bağlı, neoliberal okumayla kapitalizmin özelleştirdiği kişi başı sözde devrim tecrübesine de tekabül edemez mi?
 
Süreyyya Evren: Bu kitabı Barış Acar bir tür ortama müdahale refleksiyle hayal etti. Ortama müdahale çok yönlü olmak zorundadır. Yoksa sözgelimi bir gündem üzerinden belirli bir erk odağına müdahale çabasından söz ederdik. Ancak öyle bir tek erk odağı sanat dünyasında belirlemiş değil Barış bildiğim kadarıyla, ben de değilim, yazılarıyla katkı veren diğer yazarlar için de bu durumun geçerli olduğunu sanıyorum. Ortama müdahale, muz/ buz olayı gibi bir yerden yapıldığında, pop seviyesinde popüler ne ‘olay’ tazeyse onun ele alınış momentinde sahneye girerek ‘olay’ın titreşimlerini bükmeye kalkışan bir tavır. Dolayısıyla mevcut eleştirilerden birini çoğaltmak ya da çürütmekten ziyade açılmamış cepheler açmak isteyecektir. Sanat dünyasının kendisi muzbuz-tuzbuzdan fazla etkilenmez, önemsemek zorunda olduğu bir tartışma değildir. Ama birileri ortama müdahale etmeyi cazip buluyorsa, bu hem bu sorunun baktığı yeri hem de karşısını dönüştürmek gereksiniminden söz ediliyor demektir. 
 
 
Süreyyya Evren Fotoğraf: Berge Arabian
 
Murat Alat: “Sanat, değerini kendine mesafe ile belirler”
 
Murat Alat’ın ‘piyasa’daki kapitalist oynaklığa ayna tuttuğu kıymetli (s.59) metninde Cattelan’ın eseri bir yatırım aracı olarak tabir ediliyor. Zaten yüzyıllardır mesenlerin ve mezatların da yaptığının bu olduğu düşünülürse, ‘eser’ / hakikat tahvili üzerindeki ‘değer’i size göre günümüzde tartışmasız olarak kim--ler) ve hangi metotla belirliyor?
 
Murat Alat: Sanatın hakikat değerini biz belirliyoruz, teorisyenler, eleştirmenler, tarihçiler, galericiler, koleksiyonerler. Bence bunda bir sorun yok. Sadece bunun farkında olmamız gerekiyor, belirlediğimiz değerin aşkın bir değer olmadığını, mutlak bir değer olmadığını kabul etmeliyiz. Söz konusu olan çok kaypak bir değer. Ama bir şekilde hepimiz halen tek ve değişmez bir hakikatin peşindeyiz ben bunu çok tehlikeli buluyorum. Güncel bir konu olduğu için dile getireyim, Taviloğlu ya da Koç koleksiyonuna girmek bir sanatçı için önemli olsa da sanat eserinin değerini belirlemek üzere kerteriz alınması çok tehlikeli belirteçler. Koleksiyonerlerin sanat eserinin gerçek değerine haiz olan süper-insanlar olduklarını düşünmemeliyiz. Ekonomik güçleri onların süper estetler oldukları anlamına gelmiyor. Zaten estetleri de sanatın değerini belirlemede çoktan geride bıraktık. Koleksiyonerler en iyi ihtimalle zeki yatırımcılar olabilirler ve de bu çok değerli bir şey, ama bunun ötesinde sanatın değeri gündelik hayat içinde, zaman içinde ortaya çıkar ve çoğu zamanda uzun vadede değerli olacak sanat eseri açığa çıktığı anda değersizdir. Sanat tarihte ilk belirdiği andan itibaren kendine mesafe alarak değerini belirler, yani sanat olmayan olarak. Biz sanat üzerine kelam eden tüm "otoriterler" ancak hayal gücümüz sayesinde, şimdi sanat olmayanın aslında  gelecekte nasıl sanat olabileceği üzerine düşünebilmemiz sayesinde adımızın önüne gelen sıfatlara layık olabilir, sanat üzerinde konuşabiliriz.
 
 
Murat Alat
 
Onur Serdar’ın metninde (s.74) “Sanatçının rolü, (bu) çok katmanlı zamansallık içerisinde hem bir tanık, hem bir yorumlayıcı, hem de bir eylemci olmaktır,” ifadesi öne çıkıyor. Bu koşullarda sanat eleştirmeni ve tarihçisine, koleksiyoneri ve küratörüne sizlere göre hangi mesuliyetler düşüyor?
 
Onur Serdar: Her ne kadar sanat, sanatçıda kişilik kazanıyor gibi görünse de, bugün sanat bence tüm aktörleriyle birlikte işleyen devasa bir kültür makinesi. Sanatçının üretimi, tek başına bir anlam ifade etmekten çok, onu çevreleyen ekosistemle birlikte var oluyor. Özellikle sanat tarihçileri ve yorumcuları, sanat nesnelerinin süreç içindeki konumlarını belirleyenler olarak, onları tarihsel ve dönemsel dizgelerde anlamlandırıyor. Sanatın sadece tekil eserlerden değil, birbiriyle bağlantılı köksaplardan oluştuğunu düşündüğümüzde, bu aktörler sanat nesnelerinin bağlamlarını kuruyor ve sistemin nasıl işlediğini görünür kılıyor. Yani, sanat yalnızca sanatçının atölyesinde doğup müzayedelerde değer bulan bir obje değil; yorumcular, tarihçiler, koleksiyonerler ve küratörler tarafından sürekli yeniden üretilen, yeniden bağlamlandırılan ve bazen yeniden pazarlanan bir kültürel organizma. Ve bu organizma, tam da onların okumaları, analizleri ve yönlendirmeleri sayesinde anlam kazanıyor ya da kaybediyor.
 
Sanat tarihine mal olmuş ‘edisyon’ pratiği üzerinden, yine Onur Serdar’a gönderme ile söylersek (s.87) ‘Comedian’ın “orijinallik belgelerinin sermaye tarafından icat edildiği,” vurgusu ile karşılaşıyoruz. Öte yandan bir müzenin bu ‘fikri’ satın alması da, olaya başka bir boyut katıyor. Kavramsal sanat eserini bir nevi ‘Bitcoin’ olarak yatırım aracına dönüştürmek, ne kadar meşru sayılabilir? 
 
Murat Alat: Comedian tam da sanat eserinin orjinallik sertifikasına ya da bitcoin’e çevrilmesi üzerine oynayan bir eser. Sanatın değişim değerine indirgenmesini tersine çevirip değişim değerini, meta oluşunu estetik değere geri çeviriyor. Günün sonunda kimse Comedian'a sahip olamayacak, ona sahip olduğunu düşünen herkes sadece çürümüş bir muza ve beş para etmez bir sertifikaya sahip olacak halbuki tüm bu meta alışverişi sırasında Comedian sanal bir uzamda dansına devam edecek. Biz de izleyip zevk alacağız. Comedian tam anlamıyla alış-satışlarla ele geçirilemeyecek bir eser. Kesinlikle müzeye giremez, bir müzeye koymaya çalıştığınızda sizi rezil eder, tıpkı koleksiyonerlerini rezil ettiği gibi. Ama ona karşı da koyamazsınız, onu satın almak ve onun üzerine para yapıştırmak zorundasınız. Bence tam bir femme-fatale.
 
 
Barış Acar: “Dönüp Cattelan işlerine bakmayı öneriyorum.”
 
Barış Acar: Burada dönüp hızlıca da olsa Cattelan’a bakmayı öneriyorum. Ne de olsa söyleşinin başından beri yapmadığımız tek şey buydu. İlk sanat eyleminde İtalya’da yerleşmiş Senagalli “yaşadışı” göçmenlerden futbol takımı kurmuştu Cattelan: A.C. Forniture Sud (1991). Formalarının üzerinde belki de bugün bütün Avrupa’nın ortaklaşa politik tutumunu yansıtan Nazi Almanyası’ndan devralınmış “Rauss” (Defol) sloganını taşıyordu. Sonra Dokuzuncu Saat’te (La Nona Ora, 1999) Papa’nın gerçek boyutlardaki balmumu bir heykelini üzerine bir meteorit düşmüş şekilde yerde yatarken gösteriyordu. Muazzam Bir Gün’de (A Perfect Day, 1999) galeri sahibini kendi galerisinin duvarına bantlamıştı. Onu/ Ona (Him, 2001) eserinde dua eden, af dileyen küçük bir çocuk pozunda Hitler’in balmumu heykelini izleyici karşısına çıkartmıştı. Milan Affari Meydanı’ndaki mermerden yapılmış 11 metrelik anıtsal orta parmak heykeli L.O.V.E. (2011), 2008 ekonomik krizinden sonra İtalyan Borsa Bina’sına karşı konumlandırılmıştı ve heykel aslında orta parmağın Nazi selamından geriye kalacak şekilde diğer parmakların kesilmesiyle elde edilmiş haliydi. Amerika (2016) heykeli, Solomon R. Guggenheim Museum’un tuvaletinde sergilenen ve işlevsel biçimde binanın gider sistemine bağlanmış 18 karatlık som altından bir tuvalet idi. Biz şimdi bu adamın duvara bantladığı muz üzerinden Ortaoğu burjuvazisinin pozisyonunu tartışıyoruz. Gerçekten tartışmak istediğimiz şey bu mu? Mona Lisa’nın bir değişim değeri varsa Daniel Buren’in de vardır ve bu kapitalizmin problemidir. Kapitalizm 101: onun için para getirecek her şey meşrudur. Ben bunun yerine yapıtı ve dolayısıyla dünyayı yeniden geri alabilmenin dinamiklerini konuşmak isterdim. Cattelan’ın ürettiği, az önce kısaca saydığım sanat yapıtları da hiçbir şey yapmıyorlarsa en azından bunu ima ediyorlar. Müzeye karşı, sanatçısına karşı, bütün toplumsal algıya karşı bir olasılığı cebinde taşıyor bu yapıtlar. Bir Muz Bazen Sadece Bir Muzdur ve Tersi De Aynı Şekilde Geçerlidir’de tartışmaya çalıştığımız şey tam olarak budur.  
 
Bilgi: https://liverayayinevi.com/urun/bir-muz-bazen-sadece-bir-muzdur