Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » "Mesleğiyle meselesi olan öğrenciler istiyoruz"

"Mesleğiyle meselesi olan öğrenciler istiyoruz"

"Mesleğiyle meselesi olan öğrenciler istiyoruz"28 Şubat 2018 - 11:02
Emre Senan ve kurduğu tasarım vakfı, Ege kıyısında bulunan Yahşibey köyünde on yıldır atölyeler düzenliyor. Yahşibey Tasarım Çalışmaları'nı içeren sergi, Fındıklı'daki Studio-X'te açıldı. Vakfın ve Yahşibey Tasarım Çalışmaları'nın kurucusu Emre Senan ile 23 Mart'a kadar sürecek olan sergi ve projeleri hakkında konuştuk.

İHSAN DİNDAR - Millyet Sanat

 

 

Söyleşimize ilk olarak sizi tanıyarak başlamak isterim. Ardından da yavaş yavaş Yahşibey Köyü Projesi’ne geleceğiz. Kimdir Emre Senan?

Bir grafik tasarımcıyım esas olarak. Ama öğrenciliğimden başlayarak farklı disiplinlerde çalıştım. Hayatımı hep grafik tasarımcılık yaparak kazandım. Bunun yanı sıra çizgi film çalışmalarım da oldu. Gençliğimden itibaren karikatür çizdim. Sonra çağdaş sanatlara yöneldim. Bir yandan da sanatçı olarak da varlık göstermeye çalışıyorum. Türkiye ve dünyada birçok yerde sergiler açtım.

 

İsterseniz biraz da bu sergilerin içerinden bahsedin.

Çoğunlukla tematik sergiler yapıyorum. Yaptığım her serginin bir başlığı ve o serginin altında işler oluyor. Bunlara tek başına resim sergisi demek çok zor. Kimi zaman heykele dönüşen kimi zaman videoda biten, dijital araç gereçleri de kullanarak genellikle bu üretme tekniklerinin karması olan sergiler açtım. Berlin’de, Kanada’da, İran’da sergilerim oldu. Türkiye’de epey oldu. Bunları yapmaya da devam ediyorum. Uzun süre de akademisyenlik yaptım. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde grafik tasarım bölümünde proje hocası olarak çalıştım. Yeni emekli oldum. Kendimi emekli ettim. Kurduğumuz Emre Senan Tasarım Vakfı’na dolayısıyla Yahşibey tasarım çalışmalarına ve biraz da sanat çalışmalarıma vakit ayırmak için.

 

Yahşibey çalışmalarına gelmeden önce Emre Senan Tasarım Vakfı’nı sormak istiyorum. Nasıl çıktı ortaya?

Vakıf kurmak bir ihtiyaçtan ötürü ortaya çıktı. Kafamızda böyle bir şey yoktu aslında. Kafamızda şu anda Yahşibey’de yapmaya çalıştığımız şeyi yapmak vardı. Onun için bir tüzel kişiliğe ihtiyaç vardı. Biraz kurumlaşmak lazım. Biz parayı hiç konuşmuyoruz. Sergide de bunu anlatmaya çalıştık. Acaba dernek mi yapsak diye konuştuk. Fakat benim kişisel olarak bu dernek işlerinden ağzım çok yandı. Grafikerler Meslek Derneği’nin kurucusuyum. Bir dönem başkanlığını yaptım. Herhalde 15 dönem yönetim kurulu üyeliğini yaptım. Çok dertli bir iş. Onlara vakit ayırmaktan vakit ayıracağımız şeyleri yapamayacağımızı öngörerek vazgeçtik. Bunun üstüne avukatlarımızın da tavsiyesiyle vakıf kurmaya karar verdik. Vakıf kurmak da kolay değilmiş. Burada bulduk çözümü. Vakfımız olduğu için Yahşibey’i yapmadık. Yahşibey’i tasarladığımız için vakfı kurduk.

 

 

Peki Emre Senan Tasarım Vakfı’nın faaliyetleri nelerdir ve neden o köyü tercih ettiniz?

Yolumuz o köye düştü. Tam tabiriyle o köyde bir dam aldım. Sonra yazları oraya gitmeye başladık. Benim reklamcılık da yaptığım bir dönemdi. Sonrasında sevgili Nevzat Sayın’ın da orada bulunduğu bir yaz, bir grup mimarlık öğrencisi çağırdık. Spontane bir biçimde bir atölye çalışması gerçekleşti. Ardından bir daha yaptık. Bizim evimize yayıldı, Bahçelere çadırlar kuruldu, ortak kazan kaynadı. Biraz dağınık ama çok hoş bir şey oldu. Biz de eşim Ayşegül ile birlikte klasik eğitimin yanı sıra başka türlü neler yapılabilir sorusunu sorduk. Bu atölye çalışmaları, usta-çırağın aynı anda yoğun biçimde bir arada bulunduğu, iyi öğrencilerin bir arada bulunup tartışarak birlikte öğrendikleri bir şey yapılabilir mi sorularını düşünürken bu tür atölye çalışmaları yapmaya karar verdik. En baştan da şöyle bir karar aldık. Öyle bir şey yapalım ki kimseye para vermeyelim, kimseden de para almayalım. Bu temel ilkemiz oldu. Bütün kurgumuzu da buna göre yaptık. Yani hep ısrarla söylüyoruz, kâr amacı gütmeyen bir projedir bu. 10 yıldır da bunu sürdürüyoruz.

 

"Amacımız sürüdürülebilir kılmak"

 

10 yıllık bir serüvenden söz ediyoruz. Başladığınızda hayal ettiğiniz şey ve bugün vardığınız nokta ne oldu?

Birinci hedefimiz sürdürebilir kılmaktı. İkincisi her neyi yapıyorsak kuruluş ilkelerimize bağlı kalarak yapmak. Parayla ilişkimizin olmaması gibi. Ama en önemlisi doğrudan sonuç odaklı olmak yerine süreç odaklı olmaktı. Bu tabii tasarım sürecinin sonucunu önemsemiyoruz anlamına gelmez. Ama sonuç kadar süreci de önemsiyoruz. Çünkü esas öğrenme olayı orada. Sonuç çıktıktan sonrada ikinci bir öğrenme süreci ortaya çıkıyor. O da o sonucun eleştirisi üzerinden çıkan sonuç. Bir başka ilkemiz de şu; Biz grafik tasarım kökenliyiz. Ama bunu bütün tasarım disiplinlerine açık tutmak ve bunların birbiriyle ilişkisine zemin hazırlamak istedik.

 

Sizin yaptığınıza benzer örnekler başka yerlerde de var mı?

Çok var. Dünyada da var, Türkiye’de de var. Mesela Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin her yıl yaptığı Grafist etkinliği var. O da uluslar arası çapta bir şey. 22. yapıldı. O tabii bir okulun içinde. Zamanı kısıtlı. Üç-dört gün sürüyor. Biz biraz daha yoğun ve öğrenme sürecine yetecek bir zaman ayırmak istiyoruz. 15 günlük bizim yaptığımız çalışmalar.

 

Bu 15 günlük atölyelerinizde belli bir branşa ağırlık veriyor musunuz?

Hayır. Sistemimiz şu: Vakıf, öğrencilerin gelip, yaşayıp çalışabilecekleri bir ortam ve çalışma modeli sunuyor onlara. Sonra vakıf proje liderleriyle el sıkışıp onları Yahşibey’e davet ediyor. “Lütfen bizimle birlikte öğrencilerinizi seçin” diyoruz. Örenci seçme kriterlerimiz şunlardır. En az üçüncü sınıf öğrencisi olmalı. Lisansüstü de olabilir. İyi öğrenciler olacak. İyi referansları olacak. İyi derecede İngilizce bilecekler. Seçilmiş öğrenciler olacaklar. Mesleğiyle meselesi olan öğrencileri istiyoruz. Mesleğine iş gibi bakmayan tutkuyla bakan öğrencilerle bir arada olalım istiyoruz. Bu öğrencilerin bir kısmının yurt dışından gelmesini istiyoruz. Aynı niteliklerle. Çünkü biz yurt dışından da çok sayıda proje liderleri çağırdık. Onlar öğrenci getiriyorlar. Türk öğrenci seçmekte zorlandıkları için biz onlara yardımcı oluyoruz. Onlara adaylar öneriyoruz.

 

 

Yurt dışından gelen proje liderlerinin öğrenci seçmede zorlanma nedenleri nedir?

Erişim açısından bir zorluk bu. Biz Türkiye’deki tasarım eğitiminde çalışan dostlarımız vasıtasıyla öğrencilere biraz daha kolay erişiyoruz. Seçimde de birlikte hareket ediyoruz. Sonuç olarak da her yaz üç ila dört arası atölye çalışması gerçekleştiriyoruz. Her atölyeyi 15 gün olarak hesaplarsak 45 gün yapar. Her atölyeye de 15’er öğrenci katılıyor. Kapasitemiz o kadar. Bu köyde olmasının en önemli nedenlerden bir tanesi de öğrencileri ve proje liderlerini dış dünyadan biraz izole olmasını sağlamak. Bir nevi gönüllü bir yoksunluk yaratmak. Size 15 boyunca kimse hizmet etmiyor. Her derdinizi kendiniz çözmelisiniz. İçinde yaşadığınız binaya bakmalısınız. Kendi yemeğinizi, alışverişinizi yapmalısınız. Temizliğinizi sağlamalısınız. Çalışma ortamınızı elverişli kılmanız gerekiyor. Sonunda bütün öğrenciler bunu başarmış oluyor. Biz bunu işin içine para girmeden de yapılabileceğini ispat ettik. Para girdiğinde başka şeyler giriyor. Bizim bilmediğimiz veya kontrol edemediğimiz şeyler olur. İşin içinde para olduğunda kâr giriyor, vergi giriyor, sponsorlar giriyor. Biz bunlardan tamamen uzağız. Bizim bir tane bile sponsorumuz yok ve olmayacak da. Bugüne kadar akademiden, özel üniversitelerden, şirketlerden bir sürü teklif geldi. Hepsini kibarca teşekkür ederek reddettik.

 

Bu bir tür bağımsız olma kaygısı mı?

Tamamen öyle. Bağımsızlık bu açıdan çok önemlidir. Bunu 10 yıldır da sürdürüyoruz. 40 atölye çalışması yaptık bugüne kadar. 450’den fazla öğrenci geldi. Bu gelen öğrencilerin üçte biri yurt dışındandır.

 

Atölye çalışmalarınıza yurt dışından hangi ülkelerden öğrenciler ilgi gösterdi?

Bizim Meksika’dan Çin’e kadar öğrencimiz oldu. Almanya ve Hollanda’dan çok öğrenci gelir. İtalya ve Amerika’dan da çok gelen olur.

 

Ayrılırken nasıl duygularla ayrılıyorlar?

Bu çağda bir Türk ile bir Amerikalı öğrenci arasında büyük farklar bulunmuyor. Benzer biçimde davranıyorlar. Hepsi aynı açıklıktalar. Tabii, unutmamak gerekir, biz hep en iyi öğrencileri seçiyoruz. Bunları zaten kendinde halletmiş öğrenciler geliyor. Kalite sıkıntımız olmuyor. Amacımız kalite çıtasını hep yüksekte tutmak ve gelen her öğrenciyi sonuna kadar zorlamak. Şöyle söyleyeyim size, Yahşibey’deki her bir atölyemize katılmak isteyen öğrencilerin sayısı 100’den aşağı olmaz hiçbir zaman. Biz bunların sadece 10’unu davet ediyoruz.

 

Sayıyı arttırmayı düşünüyor musunuz?

Böyle bir kapasitemiz yok. Burası yatırımlar yapılacak büyüyecek bir yer değil. Biz bu kadarını iyi yapabiliyoruz. Bundan fazlasını yapmak için bizim işletmeci veya tüccar olmamız lazım. Ama biz öyle insanlar değiliz. Dolayısıyla bunu böyle sürdürmek istiyoruz. On senedir sürdürdük, niye bir on sene daha sürdürmeyelim? Sağlığımız el verdiği sürece bunu biz sürdüreceğiz. Bizim sürdüremeyeceğimiz zaman da bir genç ekibe devredeceğiz. Yani bizim bir büyüme perspektifimiz yok. Ama tasarım dünyasının yakın gelecekte karşılaşması muhtemel sorunları şimdiden kapsayabilir miyiz? Büyümek yerine bunları keşfetmek bizi daha çok ilgilendiriyor. Bir afiş tasarlamak değil de bunları konuşup yeni neler yaparız sorusuna yanıt arıyoruz. Yahşibey’in gündemi her zaman ortalama gündemin ötesindedir.

 

 

"Daha iyi bir tasarım eğitimi"

 

O halde şunu sormak isterim, Yahşibey’in gündemi nedir?

Bir, daha iyi tasarım eğitimi. Bu nasıl olabilir. Bunu tartışıyoruz. Bir sonuca vardığımız değil ama hep tartıştığımız bir şey bu. İki disiplinler arası geçiş ve buna bir öğrencinin hazırlanması. Dikkat ederseniz odağımız hep öğrenci. Bunun içinden öğrenciyi çıkarırsak Yahşibey, tamamen anlamsızlaşır. Dolayısıyla öğrencinin, öğrencilik sürecini daha iyi geçirmesi için ne yapabiliriz sorusuna yanıt arıyoruz. Geldikleri günkü bagajları ile çıktıkları günkü bagajları arasında nasıl bir fark olacak? Sadece oturup bilgisayarımızda işler yapmıyoruz. Orada yaptığımız işin büyük çoğunluğu bol bol konuşup tartışmak.

 

Bir köyden bahsediyoruz. Atölyelerinizi gerçekleştirdiğiniz Yahşibey Köyü’nden. Peki bu köyde yaşayanlarla hiç iletişiminiz oluyor mu? Köylülerin geçen zaman zarfında size yaklaşımı nasıl bir seyir izledi?

Köyle iletişimimiz mükemmeldir. Bu sergi de bir anlamda o köye teşekkürdür. Zaten buradan kalkıp köye gidecek bu sergi. Bu yaz, Yahşibey’de açacağız sergiyi. Küçük bir köy, yaşlı nüfusu olan bir yer. Ekonomisi gittikçe dönüşmekte olan bir yer. Ege köylerin çektikleri sıkıntıları onlar da çekiyor. Bize hep bağrını açtılar. Yapılan bütün çalışmalarda, sunumlarda köylüler de yer alır. Eleştirir ve tartışır. Seçtiğimiz tartışma konularının büyük çoğunluğu köy ile ilgilidir. O sorunları orada gözleyerek, araştırarak yeni bir şeyler sunmaya çalışır araştırmacılar. Özellikle mimari atölyelerimiz ki ağırlıktadırlar, köy ve hinterlandı ile ilgilidir. Köye gelen öğrenciler de buraya uyum sağlamak zorunda. Mesela biz köye ne kadar saygılıysak köylü de bize o kadar saygılı. Çok gürültü yapmıyoruz. Ortalığı kirletmiyoruz. Köyün kısıtlı olan suyunu ekonomik biçimde kullanıyoruz. Bunlarda oradaki tasarımcı adaylarının tanıştıkları şeyler. Böyle bir çevrede nasıl var olacaklarını öğreniyorlar. Temanın köy olması nedeniyle öğrenciler mecburen köylüyle iletişim kurmak zorunda. Karşılıklı bir öğrenme süreci tetikleniyor. Bu sayede bugünlere kadar geldik…

 

ihsan.dindar@milliyet.com.tr