"Kötülüğün en net olduğu filmim"
23 Kasım 2022 - 11:11MÜJDE IŞIL
mujde.isil@milliyet.com.tr
Zordur, koca salonu doldurmuş seyirciye tempoyu hiç düşürmeden yüreği ağzında film izletmek… Zordur, hem seyirciyi hem eleştirmenleri başyapıt tanımında buluşturmak. Zordur, bir yandan Madımak’ı hatırlatırken bir yandan da her zamana ve mekâna hitap eden bir hikâye anlatmak… Tüm zorları yok sayan, belki de son yılların en heyecan verici yerli filmi “Kurak Günler”in detaylarını Emin Alper’e sorduk.
Çoğu eleştirmen ve seyirci tarafından başyapıt olarak nitelendirilen “Kurak Günler”, size göre sinemanızda nasıl bir yerde konumlanıyor?
Açıkçası benim için çok da ayrıksı bir yerde durmuyor idi, Antalya’ya kadar… Antalya’da biraz şaşırdım. Çünkü benim için sadece sevdiğim, özendiğim, üzerinde çok çalıştığım filmlerimden bir tanesiydi “Kurak Günler”. Seyirci ve eleştirmen nezdinde bu kadar farklı bir şekilde algılanmasını beklemiyordum. Başyapıt çektiğim ya da bu filmin diğer filmlerimden tamamen farklı olduğu iddiasında da değildim. Filmin coşkuyla karşılanması, çoğu zaman bizim niyetlerimizin, beklentilerimizin ya da hesaplarımızın dışında gerçekleşen bir şey. Dönemin ruhu, seyircinin o dönemki beklentisi, seyircinin sizin dilinize alışmış olması, sizin sinemanızın olgunlaşması ve bazen tesadüfler… Bunların hepsi bir araya geldiğinde belki de bu 'başyapıt' algısını ortaya çıkarıyor.
“Kurak Günler”in çıkış noktası neydi?
Çıkış noktası, benim yıllar önce “Tepenin Ardı”ndan da önce yazdığım bir taslaktı. Ama asıl motivasyon, son yıllarda yaşadığımız memleket ahvaline dair bir şey söylemem gerektiği hissiydi. İçinde yaşadığımız karanlık günler için bir şey söylememek, gitgide bir sanatçı açısından kabul edilemez gelmeye başlamıştı bana. Asıl motivasyonum buydu. Yoksa aslında güncele cevap verebilen bir hayal dünyam yok. Genelde geçmişe dönük olarak düşünürüm; ya eski taslaklarımı ortaya çıkarırım ya çocukluğumdan birtakım anılara yeniden hayat vermeye çalışırım. Fakat güncele dair refleks vermenin artık sorumluluk olduğunu düşündüm. Memlekette yaşadığımız hislerin peşine düştüm açıkçası. Birebir memleketteki olayların yansıması değil ama yaşadığımız hislerin yansıması… Hissettiğimiz çaresizlikler, kendimizi suçlamalarımız, bazen kendimizi sorgulamalarımız, “Bu sefer olacak,” dediğimiz anda yine kaybetmemiz ve buna rağmen düştüğümüz yerden kalkma isteğimiz gibi bütün bu duyguların yansımasını bulacağımız bir dünya ve mikrokozmos yaratmak istedim.
Kadın karakter üzerine mi kurmuştunuz hikâyeyi?
Hayır, odak hep savcıydı. Hâkim haricinde bir kadın karakter daha vardı, belediye başkanının karısı... Dolayısıyla daha kompleks, bir tür aşk üçgenin olduğu bir senaryoydu. Ama bu kadın karakter senaryoyu ağırlaştırıyor ve hikâyeyi içinden çıkılamaz hâle getiriyordu. Dolayısıyla o kadın karakteri çıkardım ama merkezde hep savcı vardı. Balkaya ilk başta filmin ve kasabanın adıydı.
Sonra nasıl Yanıklar’a dönüştü?
Aslında kasabanın ilk adı Yanıklar’dı. Fethiye’de Yanıklar diye bir kasaba var. Bir arkadaşım orasıyla ilgili belgesel çekeceğini söyledi. Onun üzerine filmin ismini değiştireyim dedim ama Balkaya ismini hiç beğenmedim. Sonra o da belgeseli çekmeyince Yanıklar’a geri döndüm.
Filmleriniz genelde masal ve kâbus arasında gidip geliyor.
Gerçekçi bir sinema yapmadığımı düşünüyorum.
Söyleşinin devamını Milliyet Sanat kasım sayısında bulabilirsiniz.
Fotoğraf: Hüseyin Özdemir