İstanbul’dan Londra’ya uzanan aşk romanı
Düşbaz Kitaplar, Deniz Goran’ın “Sen Benle, İstanbul Benimle” adlı ikinci romanını okurlarla buluşturdu. İstanbul ve Londra’nın da iki karakter olarak yer aldığı roman, gerçekçi diyalogları ve gu¨çlu¨ betimlemeleriyle dikkat çekiyor.
“Sen Benle, İstanbul Benimle” Deniz Goran’ın haftalarca çoksatanlar listesinden düşmeyen ve çok ses getiren ilk romanı “Türk Diplomatın Kızı”nın ardından okurlarla buluşan ikinci romanı. Goran’ın İngilizce olarak kaleme aldığı ve kitabı Burcu Asena Şahin dilimize kazandırdı.
Bir anda kendisini ortasında bulduğu Gezi Parkı eylemleri sırasında tutuklanan, eğitimi için gittiği Londra’dayken yüreği ağzında dava sonucunu bekleyen Ada, Londra Çağdaş Sanat Fuarı’nda oldukça sıra dışı bir karakter olan Lucian ile tanışır. İkilinin ilişkisi üzerinden okurları hem çağdaş sanata ve sanatçılara dair bir eleştiri alanına, hem tutkulu bir aşka hem de geçmişin tanıklıklarına, hatalarına, hatıralarına götüren “Sen Benle, İstanbul Benimle” aynı zamanda gurbette yaşamanın sancısı ve aidiyet sorgulamalarını da odağına alıyor.
Deniz Goran’la yeni kitabı “Sen Benle” İstanbul Benimle”ye dair detayları konuştuk.
Deniz Goran, Fotoğraf: Nilay İşlek
“Sen Benle, İstanbul Benimle”deki Ada ve Lucian karakterleri oldukça derin figürler. Bu karakterleri nasıl yarattınız ve yaratımında sizi en çok etkileyen unsur neydi?
Ada ve Lucian’ın bölümleri, birbirinden farklı üsluplarıyla iki ayrı insan olma hallerini tasvir ediyor. Ada’da duyarlı, hassas bir anlatım hâkim olurken, Lucian’da delidolu, vurdumduymaz ve ironi içeren bir üslup oluşturdum. Çok severek okuduğum Şilili yazar Roberto Bolano’nun farklı üsluplarla, değişik anlatıcılardan oluşan bir kurguya sahip olan romanı “Vahşi Hafiyeler”in, bu yönüyle kitabıma ilham olduğunu söyleyebilirim. İnsan karakteri çok kompleks, bünyesinde her zaman öne çıkarmadığı birçok davranış biçimini içeriyor. Kitaptaki karakterleri inşa ederken ben de yer yer bir metot aktörü gibi içimdeki değişik eğilimlerden yararlandım. Ada karakterini geliştirirken otuz yıldır Londra’da ikamet eden biri olarak, İstanbul’a duyduğum yoğun özlem ve içimde yaşadığım aidiyet ikilemleri, onun anlatımının önemli bir parçası haline geldi. Lucian’da ise orta yaşın deneyimi, mizaha olan meyilim ve Londra’nın sanat camiasında tanık olduğum ortamlar tesirli oldu. Kitabı yazma aşmasında okuduğum Ayhan Geçgin’in “Son Adım” ve Han Kang’ın “Çocuk Geliyor” romanlarındaki ikinci tekil şahıs anlatımlarından çok etkilenerek Lucian’ın bölümlerinde de bu şahıs kipini kullanmaya karar verdim ki bu da bir yanıyla onun bohem yaşantısını ve hayatında verdiği kararlarla ilgili yaptığı iç hesaplaşmaları dışarıdan eleştirel bir bakışla değerlendirmemizi mümkün kılıyor.
Londra ve İstanbul, romanınızda sadece birer mekân değil, aynı zamanda Ada ve Lucian’ın duygusal dünyalarının bir yansıması gibi karşımıza çıkıyor. Bu iki şehri birer karakter olarak ele almanızın özel bir nedeni var mı?
Bunun altında yatan sebep biraz çocukluğuma dayanıyor. Bir diplomat çocuğu olarak ufak yaştan beri çok değişik ülkelerde bulundum, yaşamlarına çok alıştığım şehirlerle bir noktada vedalaşmak zorunda kaldım. Özellikle on bir yaşında Sydney’den ve ardından on dört yaşında Ankara’dan ayrılmak beni çok derinden etkilemişti. Bu şehirlerde edindiğim dostluklar, ailemle birlikte kurduğum hayat ve orada geçirdiğim zaman dilimi; o yerleri, bir mekândan öte, çok daha fazla anlam yüklediğim, arkalarından yas tuttuğum birer karaktere dönüştürmüştü ve bu yaklaşımı kitabımda İstanbul üzerinden incelemek istedim. Bir taraftan Ada, İstanbul’un özlemiyle yanıp tutuşurken Lucian, belki çoğu insan gibi, yaşadığı şehre, Londra’ya karşı kayıtsız bir tavır takınıyor çünkü genellikle bir yerin değerini daha iyi anlayabilmemiz için oradan ayrı kalmamız gerekiyor.
Romanda çağdaş sanat ve sanatçılarla ilgili derin bir eleştiri yer alıyor. Lucian’ın sanat dünyasıyla olan ilişkisi üzerinden, sanatın bireylerin hayatındaki rolüne dair ne gibi mesajlar vermek istediniz?
Romandaki eleştiri daha çok salt kâr peşinde koşan, sanatı metalaştıran sanat piyasasına yöneliktir. Ancak bu genel bir eleştiridir çünkü her ne kadar çok azınlıkta olsalar da sanatçılarına önemli bir kariyer çizmeye öncelik veren galericiler olduğu gibi, büyük tutkuyla sanat biriktiren koleksiyonerler de mevcut. Hikâyede, Lucian’ın sanat dünyasıyla olan ilişkisi üzerinden sanat piyasasının havalı ama boş ortamına tanıklık ediyoruz.
Londra’da Royal Academy of Arts’ta sanat eğitimi alan Lucian, ressam olarak kendine bir kariyer çizme hayalleriyle hayata atılmış olsa da yeterince sebatkâr olamadığından, içini kemiren özgüvensizliğe yenik düşer ve bu amacından saparak sanat galericiliğine soyunur. Zaman içerisinde sanat fotoğrafçılığı alanında saygınlığı olan bir galerinin sahibi olur ancak asıl tutkusu olan ressamlığa sırtını döndüğü için içten içe tatminsizlik hissediyordur. Fakat Lucian hikâyenin bir noktasında büyük bir darbe yiyecektir ve bu onun sanatçılığa geri dönmeyi düşünmeye itecektir. Lucian gibi Ada da eskiden sanatçıydı ve hikâye bu iki karakter üzerinden bu meslekte tutunabilmenin zorluklarını irdelerken bir taraftan da sanat üretiminde farklı yaklaşımlara ve sanat yapmanın kişiler üzerindeki iyileştirici özelliğine değiniyor.
“Sen Benle, İstanbul Benimle”de, bir yandan tutkulu bir aşk, diğer yandan travmalarla başa çıkma mücadelesi var. Bu temalar arasında denge kurmak nasıl bir yazma süreci gerektirdi?
Ada bir taraftan Lucian’a karşı yoğun ilgi duyarken ve çekim hissederken, geçmişte yaşadıklarının travmasıyla mücadele eder. Romanda yaratmak istediğim bu atmosferin peşine takılarak ilerledim. Yazdıkça, yazdıklarım ve yazacaklarım üzerine düşünerek kendime bir güzergâh çizdim. Bunu yaparken dengelerin bir şekilde kendiliğinden oluştuğunu söyleyebilirim.
Deniz Goran olarak, yazarken size ilham veren veya romanın gelişiminde önemli bir rol oynayan bir olay ya da durum oldu mu?
Londra’da sanat tarihi üzerine lisansımı ve çağdaş sanat üzerine yüksek lisansımı tamamladıktan sonra yaklaşık dört sene boyunca tanınmış bir çağdaş sanat galerisinde çalıştım. Orada edindiğim deneyimler ve gözlemlerim sanat dünyasında geçen kitabıma malzeme oldu.
“Sen Benle, İstanbul Benimle”de eskiden ressam olan Ada ve Lucian’ın üzerinden sanatçıların yaşadığı ikilemelere, farklı sanat pratiklerine, sanat üretiminin değişik evrelerine de yer veriliyor. 2018’den beri arada bir T24 haber sitesi ve Amerika’daki bazı sanat ve kültür dergileri için Selin Tamtekin adıyla sanat yazıları kaleme alıyorum. Bu yazılar için hem yurtdışında hem Türkiye’de çok değerli sanatçılarla, onların sanat pratiği üzerine yaptığım söyleşilerin bu açıdan romanımı beslediğini düşünüyorum.
Romanın sonlarına doğru, Ada ve Lucian’ın geçmişleriyle yüzleşmeleri, aynı zamanda yeniden başlama arzusunu da beraberinde getiriyor. Yeniden başlamak, romanınızın genel teması içinde nasıl bir anlam taşıyor?
Yeniden başlamak çok inandığım bir olgu – her sabah yeni bir başlangıçtır ancak tabii ki hayatımızın akışını önemli bir şekilde değiştirecek büyük kararlar almak risklidir ve bu yüzden cesaret işidir. Bu romanı kurgularken en önemli hedeflerimden biri, Ada ve Lucian’ın birtakım farkındalıklara ulaşmalarını sağlamaktı; bir yerde bu iki karakterin geçirdikleri içsel yolculuk benim için hikâyede oluşan olaylar zincirinden çok daha büyük önem taşıyor. Yeniden başlayabilmek için bir şeyleri değiştirebileceğimize dair umudumuzun olması gerekiyor. Umut değişimin en güçlü aracıdır.
Fotoğraf: Nilay İşlek
İlk romanınız “Türk Diplomatın Kızı” ile karşılaştırıldığında, “Sen Benle, İstanbul Benimle” yazınsal olarak ne gibi farklılıklar taşıyor?
“Türk Diplomatın Kızı”nı yüksek lisansımı tamamladıktan sonra Londra’da sanat sektöründe bir sene boyunca iş ararken, biraz da boşluğa düştüğüm bir dönemde kaleme aldım. Bastırılmış duygularını, cinselliğini olabildiğince açık ve samimi bir dille ifade eden, sevgi arayışında olan bir genç kadının maceralarına odaklanan bir metindi. Bu kitabın oluşum süreci çok organik bir şekilde gelişti. İlk olarak kısa hikâyeler yazdım ve bunları bazı tanıdıklarımla paylaştım, onlardan aldığım destekle bunları birleştirerek bir romana dönüştürdüm. “Sen Benle, İstanbul Benimle”de ise durum çok farklıydı; bir roman yazıyor olmanın bilinciyle yola çıktım. Yazmaya 2013 yılında oğluma hamileyken başladım ve kitabı tamamlamak yaklaşık yedi yılımı aldı. Bunda yeni bir anne olmamın payı oldukça büyük. Bir de bu romanı kaleme alırken önceliğim onu çabuk bitirmek değil, onunla bir yazar olarak farklı noktalara gelebilmekti. Her iki kitabımda da kadının cinselliği, kadına karşı cinsiyetçilik, insanların çeşitli eğilimleri ve geçirdikleri içsel yolculuk gibi bazı ortak temaları işlesem de “Sen Benle, İstanbul Benimle”de bunlara çok daha kapsamlı bir şekilde ve farklı açılardan değindiğimi düşünüyorum. Bunun yanı sıra, yıllar içerisinde yazar olarak edindiğim deneyim sayesinde birincisine oranla ikinci romanımın daha zengin bir anlatıma ve güçlü bir dile sahip olmuş olmasını dilerim. Ancak bu konuda yorumu yapması gereken kişi ben değil, okurdur.
Son olarak şu an neler yapıyorsunuz? Yakın zamanda yeni bir projeniz var mı acaba?
Çok sevdiğim ve ülkemizde figüratif resimde çok önemli bir isim olan Nevhiz Tanyeli’yle geçtiğimiz aylarda bir söyleşi yaptım; onun sanat serüvenine odaklı bir yazı kaleme alacağım. Bir de yeni bir roman üzerinde çalışmaktayım.
