İki buçuk boyut evreninin keşfi
26 Kasım 2024 - 12:11YUNT’ta devam eden, Murat Germen’in küratörlüğünü üstlendiği, “2.5B” isimli sergi, iki boyut ile üç boyutun ara noktasındaki bir temsil yöntemi olan iki buçuk boyut evrenini keşfetmeye davet ediyor.
ELİF HOPYAR
Murat Germen’in sanat pratiğinde mekânı algılarken başvurduğu çoklu “görme / aktarma biçimleri”, iki buçuk boyutun ayırt edici özelliği olan derinlik yanılsamasını merkeze alan “2.5B” sergisinde küratör olarak ortaya koyduğu kurguda açığa çıkıyor. Sergiye yön veren kurgu, Germen’in fotoğraflarında karşılaşılan ve “diğer boyutları bakanın algısında inşa etmeye yönlendiren” yaklaşımdan hareket ediyor. Bu yaklaşımın yansımaları, sergideki eserlerin zemin hazırladığı yanılsama etkisini mümkün kılan uzamsal özelliklerin öne çıkarılması şeklinde gözlemleniyor.
Fotoğraf: Zeynep Fırat
Sergide yer alan sanatçılar, malzemenin sınırlarını farklı yüzeyler üzerindeki derinleştirme veya kabartma gibi jest ve müdahaleleri aracılığıyla yeniden keşfederken mimari kesitleri ve gündelik hayata ilişkin detayları görselleştiriyorlar. Bu sayede sergi, hem iki buçuk boyutlu temsil ve algı modelinin deneyimlenmesi için alan açıyor hem de “mekânın üretimi”ne ilişkin süregelen tartışmalarda tasarlanan mekânla yaşanan mekânı eş zamanlı olarak düşünmeyi olanaklı kılıyor.
6 Aralık tarihine dek YUNT’ta ziyaret edilebilecek sergiyi Murat Germen’den dinledik.
YUNT'un yeni sezon sergisi-2.5B- mekânın üretimine farklı bir bakış sunuyor. Kürasyon sürecinden bahseder misiniz?
Sanatçılık aslen bağımsız bir eylem. Söylem üretmek üzere farklı kişisel ifade biçimleri, yöntemler, kavramlar devreye girse de eninde sonunda bu söylemler, üretimler, kavramlar arasında ortak noktalar su yüzüne çıkıyor. Bu noktaları sağlıklı bir şekilde bir araya getirmek ve derlemek için, ince eleyip sık dokuyarak sondaj yapmak ve ikna edici dayanağı olan bir beyan, önerme kurgulamak gerekiyor. Bu sergide bu anlayışı gözeterek bir kürasyon yapabilmek için elimden geleni yaptım.
Serginin odağında yer alan iki boyut ve üç boyutun arasında bir temsil yöntemi olan 2.5 boyutu/evrenini mimari ekolden gelen bir sanatçı olarak nasıl yorumluyorsunuz?
Mimarlığın en başlangıçtaki güdüsü barınma idi ve bu işlev halen mimarlığın en önemli bileşenlerinden. Barınma eylemi üç boyutlu, fiziki nitelikte bir hacmin içinde gerçekleşebiliyor ancak; diğer deyişle, yatay ve düşey çizgisel (kolon, kiriş) / düzlemsel (duvar, döşeme, tavan, çatı) elemanlar bir araya gelmeden korunaklı bir yaşam mekânından bahsetmek imkânsız.
İki boyut ile 2.5 boyut ise üç boyutlu oluşumları tasarlamak, tasavvur / tasvir / temsil etmek için kullanılıyor. 2.5 boyut iki boyuttan daha fazla imkân barındıran ve iki boyutun ifade sınırlarını kendine has bir ara boyutla aşmayı hedefleyen bir temsil biçimi. 2.5’un yarattığı mikro evrende artık insanlar barınmıyor; kavramlar, göndermeler, cinaslar, mecazlar barınıyor ve bu yüzden mimari kurgudan ayrılıyor.
Fotoğraf: Zeynep Fırat
Sergide yer alan sanatçıların üretim pratikleri, malzeme tercihleri açısından mekânla kurdukları bağlamı değerlendirir misiniz?
Mimarlık ve kent planlaması eğitimleri aldım. Bu mesleki alanlar sadece nesne ile değil, nesnenin çevresi ile kurduğu ilişkiye de odaklanırlar; ki sanat eserleri çoğunlukla bu kaygı ile üretilmezler.
Sanat eylemi sadece bir fikir üzerinden yola çıkıp bunu izleyiciye aktarmaktan ibaret değil. Aktarımın tasarımı işin önemli bir safhası. Çok iyi bir fikri doğru bir sanatsal ifadeye tahvil edemeyince o fikri tümüyle ziyan edebilirsiniz. Aynı şey grup sergisi kurgusu, yerleştirmesi için de geçerli. Eserlerin yan yana gelişinde dikkat edilmesi gereken pek çok nokta var. İşlerin birbirlerini ezmemesi, aksine, yan yana durduklarında alternatif algısal yönlendirmelerin doğabileceği şekilde yerleştirilmeleri gerekiyor. Örneğin, iki iş serisi arasında zanaat düzeyi olarak teknik bazı farklar varsa, bunları yan yana koymak izleyicinin dikkatini başka noktalara çekebileceğinden içerdikleri mesajın algılanmasını geciktirebilir veya engelleyebilir.
İşlerden bir tanesi (Gizem Çeşmeci) ise konum itibarı ile yeniden kurgulanabilir bir yapı sunuyordu. Sanatçıdan izin alarak, yüzlerce modülden oluşan eseri farklı bir yerleşim planı ile sunmak istedim ve ortaya çıkan yeni tasarımın, işin içsel anlatımına farklı bir idrak katmanı getirmesini amaçladım. Farklı düzene ek olarak, eseri duvar köşesine iliştirip 90 derece açı verince sergi mekânı ile bir bütünleşme yakalama fırsatı buldum. Bir mimar ve plancı gibi düşünüp, sanat nesnelerinin çevreleri ile kurduğu ilişkiyi doğru tasarlayabilmekti hedefim.
Gizem Çeşmeci, “Çoğunluk”, 2022
YUNT, kentin yeniden inşası, mekânın hafızası bağlamında ünlü antropolog Marc Augé'nin unutmaya, belleğe dair fikirlerinin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu sergide yer alan Tanzer Arığ'ın işi odağında, Marc Augé'nin, ''unutmanın zorunluluğu, uzak geçmişe varabilmek için, yakın geçmişi unutmanın gerekliliği,” düşüncesi noktasında neler söylemek istersiniz?
Asgar-ı müştereklerde ve ortak paydalarda buluşmakta, çekirdek mirasımızın ne olduğu konusunda mutabakata varmakta zorluk çeken bir toplumuz. Bu yüzden farklı kitlelerin farklı aidiyetleri söz konusu oluyor ve huzur dolu bir ortak zeminin, üretken bir ittifakın oluşması iyice zorlaşıyor. Başka görüşleri ivedilikle ötekileştirme içgüdüsünün yol açtığı sonuçlardan birisi ise nisyan; yani bilinçli unutma, yok sayma, kayıtsızlık. Bu tavır yakın geçmiş için de, uzak geçmiş için de geçerli bir durum ülkemizde. Bunun önüne geçebilmek için çekirdek mirasımızı çok daha içlemci, kucaklayıcı, kapsayıcı, çoğulcu biçimde tanımlamamız gerekiyor ki, toplumu oluşturan farklı kesimlerden insanların hepsi asgari bir sahiplenme duygusu geliştirebilsinler, “geçmişi unutmanın gerekliliği” hissedilmesin.
Nermin Er, "Odalar" serisi, 8, 2023
Henri Lefebvre, mekânın toplumla ilişkisine odaklanıyor bundan 50 yıl evvel yazdığı kitapta. Mimar kimliğinizle, kentin dokusundaki değişim, kaybolan mekânlarla bireysel ve toplumsal bağa ilişkin düşüncenizi sergi bağlamında değerlendirir misiniz?
Kent artık esaret yeri, dünyayı yöneten aklın içinde yaşayan herkesi bağımlı kıldığı bir erk alanı. En temel haklarımız olan barınma ve beslenme eylemlerini bile kentte bağımsız olarak gerçekleştirme imkânımız yok. Mekânlar bu bağımlılığı destekleyecek şekilde tasarlanıyor, inşa ediliyor ve satılıyorlar. Büyük resme baktığımızda toplum, içinde yaşamayanlar tarafından tasarlanan bir mekân silsilesinin içine hapsolmuş durumda; yaşadığı yeri kendi şekillendiremiyor, kendine verilene mecbur. Hâl böyle olunca mekânların içinde kişisel belleklerin oluşması zorlaşıyor; ev enteriyörleri çoğunlukla aynı, benzer mobilya/ev eşyası dükkanlarından alınanlarla dekore ediliyorlar çünkü. Bu sergide sanatçıların mekânı kendi başlarına şekillendirdiklerini ve bu sayede kişisel bellekler ürettiklerini söylemek olası.
Bu sergi sanatsal, tarihsel bağlamda da farklı bir görme deneyimi, sorgulama sunuyor. “Yalnızca baktığımız şeyleri görürüz. Bakmak, bir seçme eylemidir,” diyerek, geleneksel sanat anlatısında çığır açan John Berger’in düşüncesi ile bu sergi arasında bir bağ kurabilmek mümkün mü?
Serginin farklı bir görme deneyimi, sorgulama sunuyor olduğunu düşünmeniz beni gerçekten mutlu etti. Evet; ancak bakarsanız görürsünüz ve bu gördüğünüz sizi derinden etkiledi ise bunu hemen paylaşmak istersiniz. Deneyiminizi orada sizle bulunmayanlarla, ya da orada sizle olup da sizin gördüğünüzü görmeyenlerle paylaşmak istediğinizde bir aktarım biçimi seçmek zorundasınızdır: Metinsel/sözel anlatı, fotoğraf, resim, video, heykel, rölyef, yerleştirme, vb. Her nasıl “bakmak, bir seçme eylemi” ise aktarmak da bir seçme eylemi aslında. Deneyimlediğinize, heyecanla paylaşmak istediğinize, ispat etmek ya da hissettirmek istediğinize en uygun aktarım yöntemini seçmek hem sizi hem de izleyiciyi rahatlatacaktır. Bu sergide, bakıp gördüğünü seçen sanatçıların kendilerine en uygun buldukları yöntemi kullanarak bize içsel meselelerini aktardığını ve bu sayede hayli zengin bir ifade yelpazesinin oluşmasını sağladıklarını görüyoruz.
Fotoğraf: Zeynep Fırat