‘Hatay, bu romanın başkahramanı’
19 Mart 2023 - 12:03Serhan Kurşun depremden kısa süre önce yayımlanan ilk romanı “Garaz”da Hatay’ın sokaklarında dolaşıyor. Kurşun, “Bu roman, yıkımdan önce çekilen son bir fotoğraf gibi acı bir tevafuk oldu” diyor.
Seray Şahinler - Türkiye’nin göz bebeği yerlerden, hoşgörünün şehri, medeniyetlerin buluşma noktası Hatay için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak… Dünya tarihinin en önemli kentlerinden olan Hatay depremlerde büyük yıkıma uğradı. Binlerce kişi hayatını kaybetti, on binlerce bina, tarihî yapı yerle bir oldu. Hataylı yazar Serhan Kurşun, depremden çok kısa bir süre önce yayımladığı romanı “Garaz”da Hatay’a son kez baktı belki de… Kurşun’la iki kardeşin hayatıyla kesişen, mitoloji ve tarihi referanslarla dolu bir Hatay panoraması olan romanını konuştuk...
“Garaz” ilk romanınız… ‘Tüm zamanların şehri’ Hatay’da geçen bir serüven. Hatay’ın romanınızdaki önemi neydi?
Yarattığınız karakterler ne kadar güçlü, kurgunuz ne kadar heyecan verici, diliniz ne kadar edebî olursa olsun eğer Hatay’dan bahsediyorsanız bu mistik ve tarihî coğrafyanın önüne geçemeyeceğinizi bilmelisiniz. Bu yüzden “Hatay bu romanın başkahramanıdır” diyebiliriz.
Yaşadığımız korkunç depremden kısa bir süre önce büyük bir istek ve heyecanla yayımlanan; tüm zamanların paylaşılamayan şehri Hatay’ı, tarihini, narenciye bahçelerini, topraklarını, insanlarını, kiliselerini, camilerini, havralarını anlattığım bu roman, yıkımdan önce çekilen son bir fotoğraf gibi acı bir tevafuk oldu. Romanın bir sayfasında, roman karakterlerinden Zahit’in yaşadığı duygusal sarsıntıyı ifade edebilmek için şöyle bir cümle kullanmıştım, “Hatay Hatay olalı böyle bir zelzele görmemişti.” Bundan sonra hiçbir yazarın böyle bir cümle kuramayacağı gerçeği bana azap veriyor.
Romanda birçok meseleye temas ediyorsunuz, aşk da var toprak meselesi de… Geçmiş, bugün, tarih, mitoloji… “Garaz”ın çağrısı nedir?
Garaz, birine karşı kötülük etme isteğidir. Ademoğlu; rüzgârı kesecek bir ağaç dikmeye, bir korunak örmeye çalışırken bir de bakarsın fırtına gibi esmeye, yıkıp geçmeye başlar. Hırslarına, arzularına, öfkesine yenik düşer. İster defne yaprağından taç yapsın başına melekler, ister akşama kadar niyet bozsun şeytanlar, fark etmez, iyiliğin sahibi de kötülüğün sahibi de insandır. “Garaz”ın sözü ve çağrısı; adına dünya denilen bu gezegende acı, gözyaşı, yıkım, savaş varsa sebebi insanoğlunun kötülük etme isteğidir.
Romanda Hatay’ın birçok güzel noktasına yolculuk yapıyoruz… Çok acıdır ki bahsi geçen yerleri anınca bugün akla büyük bir yıkım fotoğrafı geliyor… Hatay’ın mekân hafızasını nasıl güçlü tutabiliriz sizce?
Maalesef böyle bir acı gerçekle karşı karşıyayız. Mekân hafızasını güçlü tutabilmek için yeterli düzeyde tarih, kültür ve ahlak hafızalarına da ihtiyacımız var. Mesela şu anda aklıma ilk gelen, romanda da sıklıkla bahsettiğim, Habib-i Neccar Cami, 11. YY’da inşa edilen hem Müslümanlar hem de Hristiyanlar tarafından ziyaret edilen, ortak dinsel bir mekândır. Depremde ciddi anlamda zarar gördü, minaresi yıkıldı. Fakat enkaza bakan biri, az önce bahsettiğim hafızaların tümüne sahipse yerle bir olan hazireleri, yıkılan kesme taş duvarları, parçalanan ahşap kapının oymalarını, çöken tavandaki süslemeleri ve artık yerinde olmayan poligonal gövdeli, ahşap şerefeli minareyi yerli yerinde görebilir. Bu araştırmak, okumak, bilmek kültürüne, tarihine, değerlerine sahip çıkmak ve onları ne pahasına olursa olsun korumaya çalışmakla ilgili bir durumdur. Artık bilimin ehemmiyetini tartışmamamız gereken bu yüzyılda, bilimsel restorasyonların yapılması gerekmektedir. Eğer bir gün o enkaza baktığımızda sadece yıkıntı görüyorsak işte o gün hafızamızı kaybettik demektir. Ancak şu anda binlerce can kaybımız, binlerce yaralımız, evi, iş yeri yıkılan binlerce insanımız varken birinci önceliğimiz o insanların bir an önce sağlıklı ve güvenilir yaşam koşullarına erişmesini sağlamak olmalıdır.
‘Çaresiz ve yalnız’
Depremde kaybettiğiniz yakınlarınız oldu mu? Nasıl hissediyorsunuz 6 Şubat’tan beri?
Depremin üçüncü günü amcama, dördüncü günü eşine ulaşabildik ama geç kalmıştık. Bu ailemiz için büyük bir acıydı. İkinci dereceden akrabalarımızı, dostlarımızı, arkadaşlarımızı kaybettik. Sonra tüm Türkiye gibi tanımadığımız binlerce insan için yas tuttuk. Nasıl mı hissediyorum? Biraz aldatılmış, biraz çaresiz, biraz yalnız. Ama umutlu…
“‘Geri döneceğiz’ demek, aynı zamanda ‘Biz şimdi gidiyoruz’ anlamı taşıyordu”
“Umudunu yitirme, geri döneceğiz Hatay” başlıklı o duvar yazısı hepimizi çok etkilemişti. Siz ne hissetiniz yazıyı görünce?
Buradaki duygu yoğunluğunu ifade etmek kolay değil. Bu duvar yazısını yazanların ve onu okuyanların hissettiği samimi duygulardan asla şüphe etmiyorum. Ancak ilk gördüğümde kendime bile itiraf edemeyeceğim bir endişeye kapıldım. “Geri döneceğiz” demek, aynı zamanda “Biz şimdi gidiyoruz” anlamı taşıyordu ve o anki psikoloji ile bölgenin gerçek sahipleri tarafından terk edilmemesi gerektiğini, bunun tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini düşünmüştüm.
Böyle düşünmem de “Garaz”ın ana fikri etkili olmuştu. Çünkü coğrafi bölgenin yüz yıllardır paylaşılamaması ve türlü gölge oyunlarına sahne olması romanımın da ana fikrini oluşturuyordu.