Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » 'Hakkı’nın hırsı hepimizde var'

'Hakkı’nın hırsı hepimizde var'

'Hakkı’nın hırsı hepimizde var'26 Eylül 2024 - 01:09
Usta oyuncu Bülent Emin Yarar’ın başrolünde yer aldığı ve yönetmen Hikmet Kerem Özcan’ın ilk uzun metraj filmi olan 'Hakkı', 27 Eylül’de 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda Türkiye prömiyerini yapmaya hazırlanıyor. Uluslararası festivallerde de boy gösteremeye hazırlanan filmin Türkiye prömiyeri öncesinde Bülent Emin Yarar ve Hikmet Kerem Özcan ile bir araya gelerek filmin yaratım sürecini, karakterin dönüşümünü ve festival heyecanını konuştuk.
Yeliz Tingür
yeliztingur@gmail.com
 
Usta oyuncu Bülent Emin Yarar’ın başrolünde yer aldığı ve yönetmen Hikmet Kerem Özcan’ın ilk uzun metraj filmi olan “Hakkı”, 27 Eylül’de 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda Türkiye prömiyerini yapmaya hazırlanıyor. Dünya prömiyerini Yunanistan’ın Patmos adasında düzenlenen 13. Aegean Film Festivali’nin resmi seçkisinde yapan film, 26 Eylül-6 Ekim tarihleri arasında ise Kanada’da düzenlenen Vancouver Uluslararası Film Festivali 2024’ün Panorama bölümünde seyirciyle buluşacak. 
 
Ege’nin dünya tarih mirasıyla iç içe kasabalarından birinde geçen film, başkarakter Hakkı’nın sıradan yaşamının, bahçesinde bulduğu tarihi bir eserle köklü bir değişime uğramasını konu alıyor. Film, Hakkı’nın bu yolculuğu aracılığıyla izleyiciyi derin bir psikolojik ve ahlaki sorgulama sürecine davet ediyor. 
 
Milliyet Sanat olarak Türkiye prömiyeri öncesinde Bülent Emin Yarar ve Hikmet Kerem Özcan ile bir araya gelerek filmin yaratım sürecini, karakterin dönüşümünü ve festival heyecanını konuştuk.
 
 
Bülent Emin Yarar
 
Hakkı karakteri, mülayim bir adamken bir hırsa kapılarak bambaşka birine dönüşüyor. Bu karakterin geçirdiği psikolojik değişimi canlandırmak sizin oyunculuk performansınıza nasıl yansıdı?
 
Bülent Emin Yarar: Zaten birçok tiyatro eserinde ve senaryoda olduğu gibi, karakterler hiçbir zaman sabit kalmaz. Karakter mutlaka başka bir yöne evrilir. Masumiyetten çıkıp bambaşka deneyimlere yönelebiliriz. Bu, hepimizin içinde vardır. Bir anımız, diğer anımıza benzemez. İnsanlar sizi melek gibi görebilir, ancak bir kuyruğa girdiğinizde ya da trafikte sıkıştığınızda öfkeye kapılır ve kendinizi "Ben ne yaptım?" diye düşünürken bulabilirsiniz. Karakterler durağan değildir, hareket halinde olan varlıklardır diye hissediyorum. Hakkı karakteri de doğal olarak bu değişimi yaşıyor. Sonuçta bu bir sinema filmi, büyük bir dünya ve Kerem de bu karakterdeki dönüşümü çok iyi yazmış ve yönetmiş. Benim de görevim, yazılan bu değişimi şaşırtıcı bir şekilde keşfetmek ve canlandırmak oldu. Karakteri basitçe masum, kötü adam ya da melek diye ayıramıyoruz; her an her şey olabilir.
 
Hakkı’nın hırsa kapılması ve kimlik kaybı, modern dünyada insanın karşı karşıya olduğu hangi ahlaki ikilemleri ortaya koyuyor? Günümüz toplumunda bu hikayenin izleyicilere nasıl mesajlar verdiğini düşünüyorsunuz?
 
Bülent Emin Yarar: İzleyiciye mesaj vermekten ziyade, Hakkı’nın hırsının hepimizde var olduğunu kabul ederek yola çıkmak lazım. Çok masum görünen birinden, paranın içinde yüzen bir iş adamına kadar herkesin içinde bitmeyen bir hırs olduğunu görüyoruz. Bu hırs, herkesin içinde mevcut. Asıl mesele bir mesaj vermekten ziyade, izleyiciyi "Ben de Hakkı gibiyim, benzer duygulara sahibim. Acaba ben de hırsıma yenik düşer miyim?" sorusuyla yüzleştirmek. Seyirciyi bu duygularla baş başa bırakmak asıl amaç.
 
 
Hikmet Kerem Özcan gibi genç bir yönetmenle çalışmak nasıl bir deneyimdi? Yönetmenle işbirliğiniz karakterin derinliklerine inmenizde nasıl bir rol oynadı ve yaratıcı süreçte nasıl bir etkileşim içinde oldunuz?
 
Bülent Emin Yarar: Başlangıçta biz de oldukça heyecanlıydık, tabii Kerem’in heyecanı daha farklıydı. İzmir’de iki kez bir araya geldik, senaryoyu konuşmak için. Kerem anlattıkça ben de araya girip kendi düşüncelerimi ona sundum. Sonunda Kerem, "Sen bayağı bir hazırlanmışsın, konuşmamıza gerek yokmuş" dedi. Ben büyük hazırlıklar yapmam ama metni defalarca okurum. Ezber yapmam çünkü sette, o anki duruma göre her şeyin değişebileceğine inanırım. Mekâna, varsa partnerine göre her şey şekillenir. Serüven, kameralar ve ışık hazır olduğunda başlar. O an ne çıkacağını gerçekten bilemem. Kerem’e de bunu söyledim ve bu süreçten çok keyif aldım. Keyif aldığım bir başka şey de, ilk izleyen gözlerin, yani yönetmenin ve görüntü yönetmeninin gözleridir. Onların tepkilerinden doğru yolda olduğunuzu anlarsınız, bu size de yansır. Genç meslektaşlara da tiyatro ve sinema diye ayrım yapmamaları gerektiğini söylüyorum. Orada bir sürü kamera var, hepsiyle beraber yürümek gerekiyor. Kerem’le bunu başardık. Genç insanlardaki heyecan, umut ve titizlik bazen daha fazla olabiliyor. Umarım genç arkadaşlarımızın sayısı daha da artar.
 
Sahnede ve beyaz perdede birçok farklı karaktere hayat verdiniz. "Hakkı" karakteri bu deneyimleriniz arasında nasıl bir yere sahip?
 
Bülent Emin Yarar: Hakkı karakteriyle olan serüvenim şöyle başladı: Filmde neredeyse Hakkı’nın olmadığı bir kare yoktu. Bu durum bana hem heyecan hem de bir parça korku verdi. Ancak onun bir dönüşüm yaşayacağına inandım. Hakkı’nın içimde başka bir yere doğru evrileceğini hissediyordum. Umarım bu dönüşüm, filmi izleyen seyircilere de geçecektir. Ben hissetmek için elimden geleni yaptım.
 
 
Hikmet Kerem Özcan
 
Öncelikle sizi biraz tanımak ve sinema yolculuğunuzu dinlemek isteriz.
 
Hikmet Kerem Özcan: Küçük yaşlardan beri hikâyeler yazmayı, dinlemeyi ve okumayı seviyorum. 6 yaşımdayken ilk resimli-çizgi roman tarzı hikâyemi çizip yazmış ve sayfaları zımbalayarak bir kitap formatına getirmiştim. Eve gelen her kişiyle de hazırladığım çalışmaları paylaşmıştım. Tüm bu süreci o kadar çok sevmiş olacağım ki, hayatımı bu duyguyu devam ettirmek üzerine kurdum.
Kendime dair en eski bulabildiğim şey bu.
 
Daha biyografik olarak bakarsak, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema bölümünden mezunum. Kısa film, belgesel ve reklam filmleri yönettim. Şimdi, senaryosunu yazıp yönetmenliğini yaptığım ilk uzun metraj filmim Hakkı’nın festival süreciyle ilgilenirken, bir yandan da yeni senaryomu bitirmeye çalışıyorum.
 
İlk uzun metraj filminiz "Hakkı"nın temeli, çocukken duyduğunuz bir define hikâyesine dayanıyor. Bu hikâye sizin zihninizde nasıl olgunlaştı ve bir filme dönüşme süreci nasıl gelişti?
 
Hikmet Kerem Özcan: Hikâyemin tetikleyici olayı gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Hikâye sadece bir ailenin tarihi eser bulduğu sonra da satmaya çalışmasıyla ilgiliydi. Yıllar sonra bu insanın karanlık tutkuları üzerine bir film yapma arayışımda tekrar zihnimde canlandı. Bu hikâyenin anlatmak istediğimi anlatma yolunda iyi bir araç olduğunu düşündüm.
 
 
Çehov’un “Sadece kendimi tanıyarak tüm insanlığı tanıma fırsatına eriştim” sözü, filminizin derin temasını oluşturuyor gibi görünüyor. Senaryoyu yazarken kendi bilinçaltınızın hangi yönlerini analiz ettiniz?
 
Hikmet Kerem Özcan: Kabaca örneklendirmek gerekirse tüm insanların tüm aydınlık ve karanlık duyguları içinde taşıdığını düşünüyorum. Nasıl bir hayat yaşadığımız ve hangi tarafımızla ne kadar karşılaştığımız başımıza gelen olaylar ve bireysel tercihlerimizle şekilleniyor. Burada aslında Hakkı, filmin başında pozitif bir noktadayken negatif tarafının açığa çıkmasına yol açan olaylar yaşıyor ama aslında tercihleri de bu yönde oluyor. Kendisi de bunu istiyor, neye dönüşeceğini ve dönüştüreceğini görmek istiyor. Bir tür kendisinin kötü-ikizine dönüşüyor.
 
Tüm insanlarda olan kibir, açgözlülük, obsesyon gibi kavramlar üzerine düşünebilmek ve Hakkı üzerinden bunları anlatabilmek için kendi hayatımı gözden geçirdim, kendi gölgelerimin sesini dinledim.
 
Peki, kendinizi Hakkı karakteriyle nasıl ilişkilendirirsiniz? Filmin bu introspektif yaklaşımı sizde nasıl bir farkındalık yarattı?
 
Hikmet Kerem Özcan: Bence Hakkı zaten biraz herkese benziyor, insan olduğumuz için.
Bunun ötesinde bir karakter yazarken farklı bir insan deneyimi yaşamak, farklı bir karakterin ruhuna girmek onun gibi konuşmak, onun gibi hissetmek istiyorsunuz ve aslında bir tür esrime ve kendinden uzaklaşma hali ile hayali bir insan ile bütünleşiyorsunuz. Ve onun öyküsünü yazarken yazdığınız olayları bazen kendinizden o kadar ayrı değerlendiriyorsunuz ki bütünüyle farklı bir şey yaptığınız hissi ile doluyorsunuz.
 
Ama uzun zaman geçtikten sonra fark ediyorsunuz ki aslında tamamen kendi travmalarınızı, neşelerinizi, zaaflarınızı yazmışsınız ve bunları kendinizden bile o kadar ustaca saklamışsınız ki birebir kendinizi yazdığınızı anlamanız için yıllar geçmesi gerekmiş.
 
 
Filmde Ege kasabasının ve antik kentlerin varlığı dikkat çekiyor. Çekimlerinizi nerelerde gerçekleştirdiniz?
 
Hikmet Kerem Özcan: Film Ödemiş Bozdağ ve Birgi Köyü’nde çekildi. Antik Kent sahneleri ise Manisa’nın Sardes Antik Kenti’nde.
 
Filmde Bergama’dan kaçırılan Zeus Sunağı ile ilgili de önemli bir replik var.
 
Aslında filmi, Efes Antik Kenti’nde çekmeyi planlamış ve oldukça istemiştik ama bürokratik engeller ile karşılaştık, Efes Antik Kent Müdürü filmi, orada çekmemize izin vermedi. Ve biz de Sardes Antik Kenti’ni tercih ettik ve finalde bizim için daha iyi oldu.
 
"Hakkı" filminiz yurtdışında da ilgi gördü ve çeşitli festivallerde yer aldı. Ancak Türkiye'de ilk kez Altın Koza’da izleyici karşısına çıkıyor. Türkiye’deki izleyicilerin filmle nasıl bir bağ kuracağını düşünüyorsunuz?
 
Hikmet Kerem Özcan: Henüz Türkiye’de yayınlanmadığı için bu konu üzerine spekülasyon yapmak istemem. Ama Hem Yunanistan’da hem Kanada’da hem de Almanya’daki gösterimlerde izleyici tepkileri oldukça olumluydu. Özellikle filmin farkı yerlerine farklı ulusların farklı tepkiler verdiğini gözlemlemek de çok ilginç bir deneyim.
 
 
 "Hakkı" filmi, Ege’de geçen yerel bir hikâyeyi anlatıyor. Adana’da, farklı bir kültürel bağlama sahip bir izleyici kitlesiyle buluşacak olması, filmle ilgili beklentilerinizi nasıl etkiliyor? Bu çeşitlilik, hikâyenin evrenselliğine nasıl bir katkı sunuyor?
 
Hikmet Kerem Özcan: En kişisel olan en yaratıcı olandır sözü gibi aslında benimde yapmak istediğim de en lokal olanı en evrensele taşımak. O yüzden aslında “Hakkı” hikâyesiyle olabildiğince lokal ve o bölgeye özgü ama temasıyla evrensel. O yüzden Adana izleyicisi ile oldukça güçlü bir bağ kurabileceğini düşünüyorum.
 
Hikmet Kerem Özcan: “Helak” kısa filminizdeki birincilik ödülünden sonra ilk uzun metrajlı filminizde de yine insan psikolojisini derinlemesine inceliyorsunuz. Kısa filmlerle uzun metrajlı bir film arasında yönetmenlik açısından ne tür farklar deneyimlediniz?
 
Uzun metraj kısa filme göre maraton koşusuna benziyor. Deneyim olarak ikisi de benzer olsa da uzun metrajda çok daha bütünsel yaklaşabiliyor olmanız ve bu yaklaşımı bir an bile kaybetmemeniz gerekiyor. Bu elbette kısaya göre daha zorlayıcı.