Güleryüz’lü hayat çizgisine saygı duruşu
03 Eylül 2024 - 05:09Paris’te hayata veda eden Türkiye çağdaş sanatının simge imzası, sanatçı Mehmet Güleryüz’ü; oğlu ve Empire Project Direktörü Kerimcan Güleryüz’ün sanat yönetmeni olduğu Türkiye’deki son kişisel sergisi, Loft Art etkinliği “Mehmet Güleryüz: 2013-2023” için Evrim Altuğ’un yazdığı “Mürekkebi bittiği yerden kaldırmak” başlıklı metinle anıyoruz. Sergi, 9 Mayıs-9 Temmuz 2023 tarihleri arasında ziyaretçilerin ilgisine sunulmuştu.
EVRİM ALTUĞ
evrimaltug@gmail.com
Loft Art Space Bağımsız Sanat Mekânı’nda, Paris ağırlıklı son dönem yapıtlarını çeşitli tekniklerle izlediğimiz Mehmet Güleryüz’ün görsel jargonunda ‘mürekkep’ (1) nice unsurun hammaddesi, onun ‘göz yazısı’ desenidir.
Sanat tarihsel sözde iktidar söylemleri ve optik cehaletin başlıca mağdurlarından desen, yazı ile imge arasındaki hayat - memat meselesi ile esasen buruk, bulanık, buruşuk bir yerde durur. Oraya hem hapis, hem havadis olur. Ama aynı desen, 1938 doğumlu usta sanatçı tarafından, süreksiz bir fedakârlıkla, dile kolay en az 60 yıldır, koşulsuz özgürlüğüne sevk edilir, durur. Bu, bir seyis ile atının yazgı, sevgi, hız ve ten ortaklığı kadar biricik bir güven duygusunun eylem halidir. Ressam, tam da mürekkebi bittiği yerden kaldırmak adına, soluksuz ifadenin özgürlük hızına tutunur.
Desen ağırlıklı ilk kişisel sergisini 1963’te Şehir Galerisi’nde sunmuş ressam, desenin dizginini, ‘durduğu yerde’, bulduğu gibi, ondan bıkarak, ya da ‘ümüğünü sıkarak’ bırakmaz. Böylesi, insanın nefesini yok sayması kadar nafile, ölümlü, bencilce olur.
Mehmet Güleryüz, kalbi ve zihninde demli deseni gözünden, eline akıttıktan sonra, bir müddet hayata salıverir. Elinden gelen ne varsa paylaşıp, dönüş ve dönüşümünü bekler. Bu, imge ve onu dikizleyen arasında karşılıklı, denetimli bir serbestliktir.
Ressam, fırçası, spatulası, hokka ve tüpleri, paletinde izini sürdüğü imgenin üzerine titrer, aynı yüzeyde, yeni anlarda onunla olabilecek en samimi yaklaşımla, art arda dertleşir. Güleryüz, desenin yoldaşlığında, asla bıkmadan göze aldığı biçimi, her an kucağından atlayacak bir kediyi okşar gibi süreksiz, sezgisel bir güvenle kat eder.
Güleryüz, imgeyi zaman ötesi bir tutanağın sözcüsü, mürekkebi bilir. Bir balıkçı, ya da bir örümcek ağı, bir salyangoz izi, varlığın hayatını kazanmasında ne kadar yaşamsal ise, Mehmet Bey için de desenin organik muhtevası ve yabanî yazgısı, en az bu mertebededir.
İster defter, isterse kâğıt ve tuvalde, hatta üçüncü boyutta, elde avuçta olanca sahiciliği ile desen, Güleryüz’ün yaşamla diyaloğunun biçimsel dölyatağı, ruhanî alfabe torbası olarak, sürekli çalkalanır. Doğanın aşındırdığı organik, yumuşak biçim tonları gibi, deseni de sanatçının ‘iz’ini sürdüğü ‘şimdi’yi tabirin, bir sismograf dobralığı ile o tekrarsızlığı kayda geçirmesinin emaresidir.
Bu eylem, Güleryüz sanatında yapıtın ‘kendini bilmesi’ yolunda, içeriden dışarı akıp sığındıkça fanî ve samimi olduğunu bilmesinin bağımsızlık tiradı olarak okunabilir. Desen, ışığı, anlatıyı, dramayı yükümlü çoğulcu karakteriyle, sanatçı için hayata karşı gönüllü iktidarsızlığın bağıra çağıra kutladığı mülkiyetsizliğin de hesapsız - kitapsız yaşam sevincidir.
Hani, kasaplarda, şarküteri vitrinlerindeki o itinalı et-kemik ve organ tasnifini anıştırır türden, dökme (brut) bir hiyerarşi ve teşhir kaygısı taşıyan ressamın çalışmalarında, figürler, yapıtlara giriş çıkış için hem kilit hem birer anahtar vazifesi üstlenir.
Bir ressam, aktör, rejisör, heykeltıraş, muhabir ve dahi psikanalist olarak Güleryüz’ün resmi, doğaçlamanın kayıt altına alınmaya çalışıldığı baştan çıkarıcı, ödünsüz caz notalarını da andırır. Kimi zaman duygularınız ona kulluk eder; kimi yerde ise bu görsel ifade adacıkları, sizi tüm anarşisi ile eylemin tam da ortasında, mesuliyet içinde bırakır; neye uğradığınızı ve size bildik notanızı şaşırtır; ama sizden de, bu birlikteliğin devamını, kıymetli ‘es’ler vererek, zikir mahremiyetinde talep eder.
Bu, imgenin kendine, yerleştiği an ve yüzeye saygı duruşudur. İzleyicisine, daha fazlasını verebilmek adına yaptığı farkındalık grevidir.
Mehmet Güleryüz resmi, altyazı ve dublaj bekleyen pasif izleyici için telaffuzu zor, cimri bir dildir. Hayatın tek bir açıda, yükseklikte, ısıda ve büyüklükte, sürekli ölü veya zaten diri olmadığının dobra beyannamesidir. İzleyicinin de bu resimle iletişim kurabilmesi ancak empati düzeyi ve eylemlerinin cüretine dayalıdır. Bu sebeple sanatçının kuşkuyu bir adrenalin gibi içinde biriktiren, biri nicesine gönderme yaparcasına ortaya çıkan tüm çalışmalarında, detay, genelin DNA’sına ev sahipliği yapar.
Bu kompozisyonlarda merkez, çevre kadar istisnasız, kuşku götürür, turfanda haldedir. Eserin ‘final kurgusu da’ bu yüzden hiç bitmez. Onu, ölümsüzlüğe ayarlı bir vizyonla, nice yorumun aydınlattığı bir projeksiyonla, espasın bereketli perdesinde sürekli gösterimde tutar.
Güleryüz için imge, ‘68 ruhunu da akıttığı varoluş probleminin müzakere ve protesto alanıdır. Kariyerinde, canlı ve cansız bedenin medenî ve gayri medenî hallerini tüm temsiliyet mekanizmalarıyla telaffuz için, morglardan tiyatro spotlarına, kamera önünden miting meydanlarına, doğadan performans noktalarına birçok yere uğrayan sanatçı için bu defterler, kamuya mal edilmiş birer eylem sahasıdır.
Bu günce ruhlu tuval, sayfa ve kâğıtlar, farkındalığı ‘etude’ eden, yazgı – görgü – bilgi sarmalında hayat dersini bir soluk gibi alıp, veren bir yaratıcı nezdinde, irinin, kanın, ‘ben ve sen’in, âtıl ve batıl olanın ‘evrak-ı metruke’si halini alır.
Ressam için aynı emek, sırf ‘ben’, ‘ben’ değil, Seine gibi, güzel ve bulanık, ölümsüz ve melankolik ‘Parisienne’in, olabilecek en feminist empatiyle, dünyaya kıvrım kıvrım bedenselliğiyle, akıntısı yoğun tecrübesinin de tercümesidir. E zaten Güleryüz desen, bilakis çoktan biçimin bünyesinde, onun sahiciliğini kutlamak adına çoktan yepyeni bir ‘yoğun bakım’ deneyimi içindedir. Çünkü yapıtı, biçimin dilini, bir hattat nezaketiyle sökme gayretinin de, asrî zamanlara kesintisiz hediyesidir.
Hollandalı Van Der Velde’nin, sömürgeci Avrupa’nın kesintisiz keşif merakını kayıt altına aldığı ilk örnekleri gibi, üstat Güleryüz’ün desenlerinde, yine antik Grek ve Roma ya da Mısır rölyef emektarlığının o titiz dokümanterliğini duyumsamak mümkündür.
Bir sarmaşık organikliği ile paylaşılan bu fanî dünya manzaraları, yaşlısı genci, evcil olsun olmasın türlü mahlûk ve nesnesiyle, Güleryüz’ün artistik kariyerine emsal teşkil etmiş tiyatral, sosyal ve koreografik kodları aynı anda hem şifreler, hem deşifre eder.
(Daha önce, sanatçının Paris Galerie Cyril Guernieri 2023 sergisi vesilesiyle dile getirdiğim şekilde) Tıpkı, Delacroix, Toulouse-Lautrec ve Peter Paul-Rubens’in o en girilmez yerlerde itinayla, an be an, bir ‘jurnal’ sadakati ve aciliyetiyle yaptıkları gibi, Güleryüz resimlerinin kudretinin de altında, insanlık denen metnin felsefe taşları, birer arkeolojik buluntu olarak keşfedilmeyi bekler.
Resimlerin içinde kendilerine birer varlık ve ne ilginçtir ki aynı anda hiçlik alanı kazandırmayı bilen bu mahlûk - bireyler, kendilerine ilgiden de, ilgisizlikten de nasiplenmesini bilir. Resim bu yönüyle, avlanmamak için elinden geleni yapan nice bereketi barındıran, izleyeni sürekli olarak yeni bakışlarda yutkunduran, berrak bir açık denizin yükünü de teşhir eder.
Usta Güleryüz’ün birçok yapıtında görsel münazaralar, izleyiciyi kendi vicdanı ile baş başa bırakır. Güleryüz resmi, bu yüzleşme için olabilecek en geçirgen, kudretiyle manyetik ve pervasız kaynak sayılabilir. İmge ve izleyici arasındaki bu suskun bakışın mahremiyeti, adını dürüstlük koyduğumuz nice anımsamaya da, böylece yardım ve yataklık eder.
Fransız eleştirel Marksist felsefesinin temsilcilerinden, Prof. Etienne Balibar’ın da dediği gibi “Şiddet uygulama tehlikesi bulunanlar, öncelikle şiddete maruz kalanlar,” olur. Güleryüz, dünya âlemin hakikat seviyesince gördüğümüz medeni şiddetin mesuliyetini eserlerinde yine hepimizle müzakere edip, kimseyi kayırmadan paylaşır. İzleyici, bu imgelerle yüzleştiği ölçüde, hayatın uyguladığı psikolojik ve fiziksel nice şiddet türü ile, sanatçının artık bir ten kadar duyarlı hale getirdiği yüzeylerde baş başa kalır.
Mehmet Güleryüz’ün sanatı, kudretini her iktidara medenî direnişin umutlu tebessümünden alır. Bu ‘ibret tabloları’, hangi biçim ve boyutta olsa da eşdeğer bir samimiyetle, insanın kendine kahkahasına akıl ötesi bir cesareti doludizgin dürüstlüğüyle sevk, tahlil ve teşhir eder.
____________________
(1) ‘Mürekkep’: Arapça murekkeb – 1. isim Yazı yazmak, desen çizmek veya basmak için kullanılan, türlü renklerde sıvı madde 2. sıfat Birleşmiş, birleşik.
(2) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siddet-hastaligi-bizi-oldurecek-326123