Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Geçmişin akıntısında, geleceğin mirası: Baksı

Geçmişin akıntısında, geleceğin mirası: Baksı

Geçmişin akıntısında, geleceğin mirası: Baksı10 Haziran 2024 - 04:06
Prof. Hüsamettin Koçan’ın Bayburt’a 45 km mesafedeki Bayraktar Köyü’nde 1550 metre yükseklikte kurduğu 2014 Avrupa Konseyi Müze Ödülü sahibi Baksı Müzesi, sanatçı ve akademisyenleri Çoruh Nehri’nde buluşturdu. “Gel Zaman Git Zaman” sergisiyle çağdaş ve geleneksel yüzlerce yaratıcı imzayı demokratik bir bakışla hemzeminde alkışlayan müze Ütopya Atölyeleri ile geçmişin akıntısından geleceğin derslerini çıkarmanın heyecanını yaşıyor. Koçan’a göre bugünkü aydının topluma yabancılaşmaması gerekirken, kişi ve kurumlar kafada sivilleşmedikçe bağımsız düşünceye de kavuşulması çok zor görünüyor.
EVRİM ALTUĞ 
evrimaltug @gmail.com
 
Grafik tasarımcı Savaş Çekiç’in, iç içe geçmiş üç ‘B’ harfi ile simgelediği motif - logosu ile tanınan Bayburt’un Bayraktar Köyü Çayırlar Mevkii’ndeki Baksı Müzesi adını, köyün de eski adı olan Kırgız Türkçe dilinde ‘şaman’dan (koruyucu, şifacı) alıyor. Müze, yaklaşık çeyrek yüzyıl önce Prof. Hüsamettin Koçan’ın doğduğu topraklara yönelik kültürel, sosyal ve ekonomik bir vizyon projesi olarak Bayburt’a 45 kilometre uzaklıkta bir dağ yamacında dünyaya gelmişti. Öyle ki 2011’de düzenlediği bir sempozyumda 2023’teki halini, yerinden tartışmaya açtı.
 
Aslen 2005’te kurulan Baksı Kültür Sanat Vakfı’nın (BKSV) meyvesi denebilecek, mimarî projesinde Koçan’ın kardeşi Metin Koçan’ın pay sahibi olduğu Baksı Müzesi, deniz seviyesinden yaklaşık 1500 metre yüksekte, hâkim olduğu Çoruh’un coşkun akıntısına direnen balıkların hayat şarkılarına tanık oluyor.
 
 
Baksı Müzesi, Fotoğraf: Evrim ALTUĞ
 
Bilindiği üzere, resmi açılışını 2010’un Temmuz ayında yapmış Baksı Müzesi, 17 Mayıs 2014’te Avrupa Konseyi Yılın Müzesi Ödülü’nü 22 ülkenin 37 aday müzesi arasından kazanmıştı. 
 
Küratöryal pek çok ortak, tematik serginin de evi olan Baksı Müzesi bugüne dek Şakir Gökçebağ, Vuslat, Osman Dinç, Nuri Bilge Ceylan ve Alev Ebüzziya gibi bir çok sanatçının kişisel sergilerine de ev sahipliği yaptı. Yine altını çizmek gerekirse, 2012’de açılan ko-operatif, deneyci ‘Depo - Müze’si, kültür ve turizmi daha bir sahiden kucaklaştıran ‘Konuk Evi’, bu yaz yapılacak ‘Ütopya Atölyeleri’ ve bölge mutfağını toprağından çalışkan ama mütevazı, ibretlik öz personeliyle göklere çıkaran sofrasıyla, Baksı Müzesi kurucusu Prof. Koçan da 10 yıl önce TBMM Onur Ödülü’nü kazanmıştı. 
 
Vakıf - Müze, geçtiğimiz günlerde de son sosyal kalkınma projesi Bayburt Merkez Hüsame Köklü Kadın Eğitim Merkezi’nin temel atma törenine imzasını attı. Kurum, mimarî projesinde Tabanlıoğlu imzasını gönüllü olarak bu taşıyan yeni projeye dair umudun sevincini de bölge köklerini evrensel hafızalarında taşıyan Bayburt ve çevre yerleşimlerin tüm kadınları ile coşkun alkışlarla paylaştı. 
 
Çoruh Nehri’ne direnen tartışmalar 
 
Hal böyle iken, 2011’de Erzurum, Erzincan ve Bayburt Kilimleri Sempozyumu’nu düzenlemiş, daha birkaç yıl önceki ‘Tepedeki Buluşmalar’ı ile de kültür gündemini bulutlar arasında bile dönüştürmeyi denemiş Baksı Müzesi, 6 ile 7 Haziran 2024’te ise, özel bir buluşmaya (daha) sahne oldu:  
Çoruh Nehri üzerindeki bir salda, düşünür ve sanatçılar ile yapılan “Akarsu Üstünde Konuşmalar”, ‘bir anlığına bile olsa’  hepimizin dikkatini çaldı, gündemi olabilecek en organik koşullarıyla belirledi. Kıdemli medya imzası Jülide Ateş moderatörlüğünde sosyolog, sanatçı, mimar ve akademisyenlerle akıntıya karşı sohbetler yapıldı. Bu sohbetlerde "Geçmiş Kime Ait", "Gelecek Nerede" ve "Karışık Zihinler için Öneriler" gibi başlıklar ele alındı.
 
 
Akarsuda Konuşmalar, Baksı Müzesi, Fotoğraf: Evrim ALTUĞ
 
Konuşmacıları arasında Doç. Dr. Ayşe Köksal, Nevzat Sayın, Doç. Dr. Nusret Polat ve Prof. Koçan’ın da hazır bulundukları girişimin ilk oturumunda, ‘sanatta hiyerarşi’ kavramı tartışıldı. Geçmişin geleceği üreten birikimlerin konuşulduğu, dolayısıyla bu birikimlerden yararlanan adanmış kişilerin geçmişi geleceğe taşıdığı; bunların da daha çok sanatçılar, bilim insanları ve düşünürler olduğu konusu vurgulandı. 
 
 
Bayburt Baksı Müzesi, Akarsuda Konuşmalar, Fotoğraf: Baksı Müzesi
 
Çoruh’un zamanı ve insanı alabalıklarla tasvir ettiği varoluş akıntısına karşı vuku bulan ikinci oturumda, "Gelecek Nerede?" sorusuna yanıt arayanlar ise sanatçı Burçak Bingöl, Doç. Dr. Fırat Arapoğlu ve yine Prof. Hüsamettin Koçan’dı. Milliyet Sanat adına, gazeteci yazar Evrim Altuğ’un da hazır bulunarak sanat ile basın ilişkisini ve bunun eylemselliği ile tarihsel potansiyelini tartıştığı bu ikinci oturumda, gelecek düşüncesinin ‘şimdi’nin hemen yakınında başladığı ve geleceğin, geçmiş olmaya mahkûm olduğu belirtildi. Geleceğin, geleceği arayanların direncine paralel biçimde, insan varlığının anlamlı bir uzantısı olduğu konusu, gittikçe felsefî bir ağızdan, Çoruh’un akışkan uzamında değerlendirildi.
 
 
Bayburt Baksı Müzesi, Akarsuda Konuşmalar, Fotoğraf: Baksı Müzesi
 
Müze eteklerindeki sularda, bunun hemen ardından gelen “Karışık Zihinlere Öneriler” başlıklı üçüncü oturumda ise zaman ve mekânın salında yolculuğa çıkanlar Prof. Ferhat Özgür, sanatçı Genco Gülan, Prof. Dr. Gülveli Kaya ve Nazlı Pektaş’tı. Konuklar, günümüz bilgi ve kültür ikliminde farklı algılama ve değerlendirmelerin çok yoğun olduğunu ve bu konularda net bir fikir birliğinin hangi koşullardan ötürü bulunmadığını tartıştı. Oturumda, enformasyon ve ‘olay’a dönük tarihsel mevcut yoğunluğun ürettiği kuşku ile karmaşadan ötürü, insanın gelecek üstüne yoğunlaşmasının da çok doğal olduğu, ama bununla birlikte, demokratik toplumların aynı görüşte olma beklentisinin de artık özneyi yok sayma eğilimini içerdiği vurgulandı. 
 
 
Bayburt Baksı Müzesi, Akarsuda Konuşmalar, Fotoğraf: Baksı Müzesi
 
Konuklar, hayli sallantılı (!) etkinliklerde, bunun da bir nevî “arada kalma” durumu yaratmasının son derece doğal olduğu üzerinde akışta kaldıkları, ironik ve ilginç bir fikir birliğine vardı. Öyle ki son oturum, sanat tarihini yapıtlarıyla karşısına alarak bedeni, davranışları ve bunun izleriyle yıllardır tartışan sanatçı Genco Gülan’ın kendisini konuk olduğu saldan Çoruh akıntısına bırakmasına yol açtı. 
 
 
Bayburt Baksı Müzesi, Akarsuda Konuşmalar, Fotoğraf: Baksı Müzesi
 
Gel Zaman Git Zaman: Bir kucaklaşma
 
Aslında Baksı Müzesi’nin Kasım ayı sonuna dek gezilebilecek yeni sergisi de, bu oturumlara paralel bir yoğunluğu, meraklıların ilgisine sunar gibiydi. “Gel Zaman Git Zaman”, tarih boyu kendi köklerine iz bırakmış özneler ile sanat tarihine adını yazdırmış imzaların kesiştikleri, değerli okuma ve yazma biçimlerinin türeyip durduğu bitimsiz bir çağdaş besteyi andırıyordu. Keza Prof. Koçan ve Okay, hazırladıkları kavramsal çerçevede müzeye ve niyetine dair şu vurguyu yapmaktaydı: “Baksı Müzesi özgün, insanî ve demokratik bir kültür ortamı için adanmışlık ve gönüllülük kavramlarını öne çıkararak, üst sanat ve alt sanat kavramlarını yok sayıyor. Bulunduğu bölge dahil olmak üzere, halk kültürü üretimlerini günümüz sanatı örnekleriyle yan yana getiren bir insan hikâyesi sunuyor.”
 
Bu sözler refakatinde, 120’yi aşkın sanatçının yer aldığı sergide ayrıca, ‘Onlar Baksı’da’ isimli ‘Anısına’ bölümüyle de, bu dünyaya izlerini bırakmış Komet, Gülçin Aksoy, Selma Gürbüz, Ferruh Başağa, Zafer Gençay, Şenol Yorozlu ve Halûk Akakçe gibi değerli sanatçılar, unutulmamıştı. 
 
 
Bayburt Baksı Müzesi, “Gel Zaman Git Zaman” sergisi, Fotoğraf: Baksı Müzesi
 
Baksı Müzesi’ne bağışlanan birçok eserin yeniden karşılaştığı etkinlikte, Çağrı Saray’dan İpek Duben’e, Selim Birsel’den Ali Kazma’ya, H.Alp Sime’den Selma Gürbüz’e ve Gülsün Karamustafa’dan Murat Morova ile Elif Çelebi’ye, zengin bir görsel ve metinsel ‘indeks’ apaçık bir dayanışma halinde görülebiliyordu. Serginin en değerli önermelerinden biri de bölge sanat ve kültürünün ‘canlı buluntu’ları sayılabilecek özgün baskı, heykel, tekstil veya tasarım örneklerinin, bu sanat tarihsel ‘indeks’le omuz omuza, herhangi bir rekabeti düşünmeksizin kendilerini teşhir gayretinde var olmasıydı.
 
 
İsimsiz, Gülsün Karamustafa, 2004, Baksı Müzesi, “Gel Zaman Git Zaman” sergisi
 
Prof. Koçan aslında, Bayburt ve bölge öğrencileri için düzenlediği burs ödüllü, sergi finalli öğrenci şenlikleriyle de daha bir coşku içine giren Baksı Müzesi’nde oluşturduğu çok yönlülüğü, az önce de belirttiğimiz 2024 ‘Ütopya Atölyeleri’yle, zaten daha da bir eylemsel kılmayı vaat etmişti. 
 
Buna göre, 2 - 7 Temmuz aralıklı Osman Dinç, 9 - 14 Temmuz aralıklı Horasan, 16 - 21 Temmuz tarihli Çağrı Saray ile onun ardından gelecek Nancy Atakan gibi sanatçılar da bu atölyelerin 2024 konukları olmayı bekliyordu. 
 
Tüm bu vesileler ile konuk ettiği medya ve kültür camiasına Baksı Müzesi’nin yaklaşık 200 koltuklu konferans salonunda dokunaklı bir hitabette bulunan Prof. Koçan’ın söyledikleri, kültür ve sanatın aslen ne kadar sosyal, politik ve psikolojik bir dönüşüm adına varlık gösterebileceğini, bizlere düşündürmeden edemedi. 
 
 
Bayburt Baksı Müzesi, “Gel Zaman Git Zaman” sergisi konuk turu, Hüsamettin Koçan, Fotoğraf: Evrim ALTUĞ
 
Aşağıda satır başlarıyla özetlediğimiz konuşmasında Koçan, dönüşüm için yalnızca tek bir parçanın değil, bütün parçaların eşgüdümünün gerekliliğinin altını özellikle çizdi. Koçan, şu ifadelerde bulundu:
 
“Bizim kafalarımız sivil değil”
 
“Kafalarımız, çoğulcu demokrasiyi hak edebilecek kadar sivil değil. Kim daha çok inatçıysa, o devam edecekti. Onun için de böyle bir coğrafya içinde kim düzgün ise o devam ediyordu. Böyle bir düzgün alan içinde, bizim çocuklar çok ahlâklı, düzgün, sevgi doluydu. 
 
Onların hepsi ortadan kalkınca, boşlukta bir ‘insan’ kaldı. Yaptığı, ettiği, başardığı herhangi bir şey olmayan bir insan. O zaman bu insanın arayışları da çok daha fazla oluyor. Ben bu ülkedeki temel sorunların, kaliteli üretim ortamları yaratarak, daha kolay çözülebileceğini düşünüyorum. Beni, birisi bir ara bakan yapsa, derhal, hemen uygulamalı eğitime geçeceğim.”
 
“Herkes üstü kapalı bir şeyler üretiyor”
 
“Türkiye, bünyesinde bulunan etnik unsurların değerler dünyasını keşfetmiş durumda değil. Onun için herkes, üstü kapalı bir şeyler üretiyor.  Halbuki bunda hiçbir beis yok. Burası, bu kadar zengin bir coğrafya, o coğrafyada çok farklı duyarlıklar, çok farklı yaşama biçimleri yaşanmış. Bunu, bir çıkış için kullanmak, bu bölgeyi son derece iyi bir yere doğru götürür. Aslında benim yaptığım hemen hemen her şey bu ana görüşten kaynaklanıyor. Bunun arkasında, benim feodal bir geçmişimin olmasının payı var. Köylülüğü çok sevmemin payı var. Bir de tüm öteki kültürleri sevme kapasitesi var.
 
 
Baksı Müzesi, Depo Müze, Akarsu Üzerinde Konuşmalar Konukları ile Depo Müze Gezisi, Fotoğraf: Evrim ALTUĞ
 
‘Öteki’ni anlamsız bulma gibi bir niyetim yok. Ben her şeyi anlamlı bulurum. Ve hepsinin haklı olduğunu düşünüyorum.  Daha kucaklayıcı, derinleştirici, paylaşımcı bir alan yaratmak, ancak kaliteli ve tutarlı alanlar yaratmakla mümkün olabilir. Çünkü birine bir şey öğretmeye kalktığında o bir ‘amaç’ haline gelirken, ötekilerde bu bir ‘amaç’ olmuyor. ‘Öteki’, meseleyi başka bir yere doğru çekiyor. Daha bir oyun haline çekerek, deneyim alanından uzak kılıyor.”
 
“Bağımsız düşünceyi çok önemsiyorum”
 
“Kimi insanlar, dijital sanat, yapay zekâ vb. dururken siz niçin bununla uğraşıyorsunuz da diyebilir. Desinler. Ama bir şeyi çok önemsiyorum: Bağımsız düşünce. Bu, insanı çok daha fazla temsil ediyor. Böyle de deyince karşımıza ‘medya’ diye bir şey çıkıyor ki, aman Allah’ım; artık bunların patronları var. Patron paralelinde düşünce, patron paralelinde ‘haber’ diye bir ‘şey’ ortaya çıktı. Onların kendi beğenilerini meşrulaştırma aracı olarak medya, çok güçlü bugün.
 
Köylüler onların ürettikleri ‘kitle kültürü’nü öyle bir içselleştiriyorlar, bu öyle bir yere doğru gidiyor ki, ummadığınız yerden, ummadığınız kişileri tanımlıyor. Bu kadar yaygın ve etkileme gücüne sahip olan bir şeyin yanına biraz da ‘party’ler, sansasyonlar koyuyorlar. Oysa bunların hiç biri sanatla ilişkili değil. Böylesi yan faktörlerle, insanlara ‘ne müthiş bir şey’ dedirtiyorlar. Böylelikle sizi de o kitle kültürü ailesinin bir üyesi yapıyorlar. Onun dışına çıkamıyorsunuz. Diğerlerinde aşırı ırkçılık, dindarlık varsa, burada da bunlar var. Bu da bir beyin yıkama aracı olarak gidiyor.
 
 
Baksı Müzesi, “Gel Zaman Git Zaman” sergisi, Fotoğraf: Evrim ALTUĞ
 
Oysa ki her ikisinin de kaderleri, aynı. Bu değişen kitle iletişim dünyasında ikisi de, birilerince savunuluyor ya da inkâr ediliyor, bir çekişme yaşanıyor. Bence bu da insanın varlığı ve tarih içindeki yolculuğuna cehaletle bakmak anlamına geliyor.” 
 
“Orada bir şey yok demek, çok kolay”
 
“Örneğin bu sergide gördüğünüz bir Laz kadını, teyzemizin yaptığı, bohçasında yer alan, kiminde kadını kiminde erkeği simgelediği, bayrak kondurduğu motiflere bakıp da, ‘sen yaratıcı reflekslerini kullanmadın,’ diyemezsiniz. Yahu, orada bir şey yok,’ demek de çok kolay. Orada yanılıyoruz. Bir zihinsel tembelliğimiz var. Çünkü bu, bizim önümüze bir ‘öğreti’ olarak veya bir kitap, bir ders olarak da gelmiş değil.  
 
 
Baksı Müzesi, Depo Müze, Eski Saat Tasarımı,  Fotoğraf: Evrim ALTUĞ
 
Onun için buradaki bu buluşmayı, bu iki zıt algı üzerinden, elimizdeki ürünlerle kurmaya çalıştık. Bunu yaparken kıraçtaki sergiyi de bozmadık. Zaten Depo - Müze’mizde de çok kıymetli eserlerimiz var, görüyorsunuz. Örneğin mahkûmların birinin yaptığı boncuklu eserlerden birinin üzerinde İngilizce olarak, “Beni ancak Tanrı yargılar,” diyor. Bu yüzden ben o boncuk saatler için ‘Bitmeyen Zaman Saatleri’ ifadesini kullanıyorum. 
 
 
Baksı Müzesi, Depo Müze, Eski Mahkum Saat Tasarımı, Fotoğraf: Evrim ALTUĞ
 
Akademide bize ne öğretirlerse onu bilir, ötekini bilmeyiz; bunları da ‘kitsch’ diye atarız. O duvarları kırmak, onu aşındırmak lâzım. Ben dekanlığım sırasında bunun için dokuz yıl emek verdim ama dokuz yıl emek verdiğim kurum (Marmara Üniversitesi, GSF) şimdi ‘yerlerde sürünüyor.’”
 
“Gençliğimizde moda kitapları ezberlerdik”
 
“Biz gençliğimizde hep, okurken o ‘moda’ kitapların hepsini ezberlerdik. Hocalar bunu bilmezdi ve biz de onlara üstünlük sağlardık. İşimize o gelirdi. Başka bir şey de yoktu. Onun için düşündüğüm ve inandığım odur ki insanın bir hayatı vardır. O hayattan bir derinlik çıkabilir. Hayatı, hafızası yoksa derinlik de yoktur. Bu kadar basit. Ama hani o eski İtalyan filminde kendi etrafını örüp durup, sonradan kendi küpü içinde hapsolan adam gibi de olmamalıdır. Ona dıştan bakabilmeli diye düşünüyorum. Burada yaptığımız işler de aslında tümüyle odur. 
 
Akarsu Üzerinde Söyleşiler’de, düşünce için bir özgürlük alanı yaratıyoruz. Zaman üzerinden, ‘ne yapıyoruz?’ diye bir görelim istedik. Aslında bu, bir arayış. Bizlerin hep, ‘Her adımda büyük iş yapmak,’ gibi iddialarımız oluyor. Oysa o büyük iş, her adımda olmaz. Ama o büyük işe yolun kendisi vardır. Orada adanmışlık, direnç, ağır eleştiri, yalnızlık vardır. Eğer siz, farklı alanda üretmeye sempatik davranıyorsanız, orada muhakkak ki bir şeyler vardır.”
 
“Her zorluk, başka bir hareketi doğurur”
 
“Yavaş yavaş, buradaki insanlarla aramızda bir kopuş oldu. Onun sebebi de şudur; biz burada bir ‘üretim ahlâkı’ geliştirmek istiyoruz. Tolerans, tolerans, ama yetti bu kadar da tolerans. Bu toleranstan ne çıktı? Hiç bir şey. Eğer bir şey çıkmıyorsa, ben bu tolerans ortamını başka yöne çeviririm. Sizler şimdi burayı işler durumda görüyorsunuz, değil mi? Burada gördüğünüz garson çocuklar, hepsi için eşim Oya ve birçok dostumuz o kadar uğraşıyorlar ki, burası zor bir yer. Böyle olduğuna bakmayın, her bir zorluk, başka bir hareket doğurur. Fakat burası, bizim toprağımız, bizim hikâyemizin kök saldığı yer. Ondan vazgeçemeyiz. Ben bütün öğrencilerime, ‘lütfen hikâyenize sahip çıkın,’ önerisinde bulunuyorum. Biz, burada bir ‘insanî dayanışma anıtı’ dikiyoruz.  Hatta bizim modernistler bizi ‘dağın başında müze olur mu?’ diye de eleştirebilirler.” 
 
 
Baksı Müzesi, Depo Müze koleksiyon detay, Fotoğraf: Evrim ALTUĞ
 
“Bunun kendisi, doğrudan faşistliktir”
 
“Deniyor ki, ‘Orada içki içilmiyormuş.’ Sanki içki olmadan başka bir şey yapılamıyormuş gibi. Bizler buradaki hayata ve bu insana üstten bakma kompleksinden vazgeçsek, çok iyi olur. Her yerin kendine göre bir değerler düzeni vardır. Ona ‘Sen hiç bir şeysin,’ derseniz onunla diyalog kuramazsınız. Bunu öğrenelim. Yabancılarda böyle bir sorun yok! Bizimkilere baksan, neredeyse bizim köylüleri köyden atacaklar. Böyle bir kompleks, böyle bir aşağılık duygusu ile siz buradaki insana ulaşamazsınız. Siz değer de üretemezsiniz. Bunun kendisi doğrudan faşistliktir. Kimse kusura bakmasın. Burada benim amcaoğlum üç gün evvel vefat etmiş iken, cenaze evinde oturmak yerine, benim buraya gelmem bir devrimdir. Onlar da bunu anlarlar.
 
Bu çatışma alanını çok fazla kullanmadan, ikna alanını kullanmakta çok daha büyük yarar vardır. Bunun içindir ki kadın üretim atölyelerini Bayburt’ta kurduk. Onlar buradaydı. Şimdi ise çağdaş sanat üretimi için kullanılacaklar. Doğrusu bizim önümüzde ‘bu böyle yapılır’ diye bir şey de yok. Zaten sanat dediğiniz şey de iktidarlarla pek içli dışlı değildir. Biz de burnumuzdan da kıl aldırmamaya çalışırız.”
 
“Köy, kendinden kaybediyor”
 
“Köy, kendinden kaybediyor. Benim köyüm 125 hanelik, şimdi orada, sergideki fotoğraflara bakınca, o insanların hepsi gitmiş, vefat etmişler. Aralarında bir tanesini dün gördüm ki, o da artık yürüyemiyor. 
Köylüler, köyden kente müthiş bir akış halindeler. Bu modernizm denen şey bize, ‘gidin, görün, siz artık ümmet değil, vatandaşsınız,’ dedi ya, gurbet denen şey de vatandaşa çok cazip geldi. Eğer sevdiği kızı aile almıyorsa, adam gurbete kaçıyor. Gurbet, onun için bir kafa tutma alanı. Bu ‘dört artı dört’ denen uygulama sebebi ile de köyler boşaltılıyor. Köylü, arazisini üretmiyor. Halbuki böyle bir üretim yapılsa, burada çok daha organik ürünler yenebilecek. Bizim bu akışa karşı durmamız gerekiyor. Giden köylünün de mesleği kalmadı. 
 
 
Baksı Müzesi, Depo Müze koleksiyon, eski tip köy terliği
 
Biz gurbete son vermek istiyoruz. Ama ona karşı durabilmemiz için buradaki toplumun değişiyor olması lâzım. Artık burada evlenenler için kızı isterken, oğlanın kendisine Bayburt’ta evi olup olmadığı soruluyor. Oysa ki geçmişte bu sorulmazdı. Ayrıca kadın da buradan kaçmak istiyor ki, evet, doğrudur. Kadın çok büyük bedeller ödemiştir. Bizim dünyamızın bu şekilde bir dezavantajı vardır. 
 
“Teslim olmadan sürdürebilir kılmaya çalışıyoruz”
 
“Ayrıca Batı ile ilişkilerimizin hiç iyi olmaması da iyi değildir. Yüzde otuz, otuz beşe varan yabancı ziyaretçimiz olduğunu biliyorum. Geçen iki Hollandalı ziyaretçinin geldiğini duydum. Yabancılar buraya gelip gitmeyi esasen çok da istiyorlar. Biz amacımızı gerçekleştirebileceğimiz dünyadan kültür ve insan unsuru olarak biraz da uzaklaştığımızı görüyoruz. Peki ne yapıyoruz? Teslim olmadan, bu amacı sürdürebilir kılmaya çalışıyoruz. Benim bir amacım var ve onu kimseye teslim etmeye niyetim yok. 
 
Bizi bugüne kadar destekleyen tek kültür bakanımız, eski arkadaşımız olan Ertuğrul Günay oldu. Geçen gün de konuştuk. Bunun dışında bizi hiç bir kültür bakanı desteklemedi. Bu insanların fonları var; imkânları olsa buradaki altyapıyı tamamen değiştirebilirler. Oysa burada telefon çalışsın, bilgisayarlar İnternet kullansın diye bir direk dikebilmek adına adeta anamız ağlıyor. Gördüğünüz gibi yollarımız kötü. İnsanları yönetip, yönlendirmeleri gerekiyor. Neticede buraya parası olmayan insanlar gelemiyor. Bize bir firmanın verdiği minibüs ile ulaşım sağlamaya çabalıyoruz.”
 
 
Bayburt Baksı Müzesi, “Gel Zaman Git Zaman” sergisi, Candeğer Furtun’ ait “Alkışlar” isimli yapıt
 
“Devlet sadece o alanı yönetmek istiyor”
 
“Devletin özel sektörü destekleme adına verdiği destek fonları için anlayışını katiyen taşımadığını görüyoruz. Devlet sadece o alanı yönetmek istiyor. Hatta bazı arkadaşlarımız bu alanı kullanarak çok da zengin oldular. Beni zenginlik filan ilgilendirmiyor. Onlar tarihle nasıl hesaplaşacaklar, bu da ayrı bir şeydir. Bunun formülü, daha da önce Emre Kongar’ın dediği gibi ‘Destekle ama karışma,’ olabilir. Hatırlarsanız biz geçmişte ‘Özerk Sanat Konseyi’ çalışması da yaptık. Ben UPSD Başkanı iken o alanı çok tartıştık. Benim dönemim ardından bu arkadaşlar bu çalışma ve yasa niyetinden de vazgeçtiler. Onun için, bizim kafamız sivil değil! Sivil kültürün önce bizde yerleşmesi gerekiyor.
 
Bir modeli de tek çözüm diyerek kimseye dayatamayız ama bu alanları da küflenmeye terk etmemek lâzımdır. Ben 78 yaşına geldim. Bu dünyada bir 78 yıl daha kalamayacağım muhakkak. Onun için ben bu bayrağı birilerine teslim etmek zorundayım. Tüm çabam da bunadır. Bu gerçekliği görmek durumundayız, ‘Akarsu Üzerinde Konuşmalar’ vb, ile böyle romantik de yaşayamayız ya? Bana yine bir konferansta genç bir izleyici tarafından yaşım soruldu. Kendisine ‘Öğrenebildiğim kadarıyla insanın tarihinden eskide doğdum, yaptıklarım unutuluncaya kadar yaşayacağım,’ dedim.”
 
 
Bayburt Baksı Müzesi, “Gel Zaman Git Zaman” sergisi, Fotoğraf: Baksı Müzesi
 
“Aydın denen adam, topluma yabancılaşmayacak”
 
“Ben, insanın belli bir alana adanmışlığının çok değerli olduğuna inanırım ama bunu dayatamayız. Biz bir modelle ilerliyoruz, ilerde bizi kullanırlar mı, bunu bilemiyoruz. Ama bizim insanımızın vicdanına güveniyorum. Bir şeyin mücadelesini veriyoruz. Ona da ihanet etmek istemiyoruz. Ve bunu başarılı biçimde sürdüreceklere teslim etmek istiyoruz. Bu kadar basit; o nehir nasıl akıyorsa, biz de burada, hayatın içerisinde gidiyoruz. Uzaktan görünmüyor ama aslında o kadar fazla çatışma da var ki, artık benim bünyem bunu tam olarak kaldırmıyor. 
 
Neticede, aydın denen adam, topluma yabancılaşmayacak. Tek bir konuya kilitlenmeyecek. Daha geniş bir kapsama bakacak. Amerikalı buradaki hayatı merak ediyor. Sen de merak et kardeşim. Sen buraya gelince ‘ah güzel olmuş,’ deyip, giderken de ‘ama bilmem nesi de kötüydü,’ diyorsan, Allah aşkına bir karar ver. Döndüğünde, hiç de oraya sahip çıkın, gidin görün diyen, telaşlı insanlara çok da fazla rastlamadım. Beni sevdiklerini söylüyorlar, benimle fotoğraf çektiriyorlar, bitti gitti. Hep geçicilik üzerinden iş yapıyoruz. Ama kalıcılık iddianız varsa, işiniz çok zor. Sevgilerimiz de böyle. Kapı arasında sevişmeye çalışıyoruz!” 
 
Bilgi: baksi.org