Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Filistin’i İstiklâl’de kucaklama fırsatı

Filistin’i İstiklâl’de kucaklama fırsatı

Filistin’i İstiklâl’de kucaklama fırsatı19 Mart 2025 - 03:03
Beyoğlu İstiklâl Caddesi’nde yer alan Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (ANAMED), güncel sanat ve tarihi resim, heykel, video, arşiv ve istihbarat belgelerini, yerleştirmeler ve akademik metinlerle kesiştiren uluslararası bir sergiye kapısını açtı. “Kuşbakışı Filistin” sergisi, dört uluslararası küratör imzası ve onlarca arşivden derlenen içeriği, çoğu Filistinli güncel sanatçıların yapıtlarıyla eleştirel ve bağımsız bir üslûpta kucaklaştırıyor. Ücretsiz sergi, disiplinler arası tasarım ve kavramsal çerçevesiyle, ANAMED adına da alanında ‘ilk’ olma özelliğini gösteriyor.
EVRİM ALTUĞ 
evrimaltug@gmail.com
 
İstanbul Beyoğlu İstiklâl Caddesi’ndeki Merkez Han’da yer alan Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde (ANAMED), gündemin ta içinden geçen anlamlı bir sergi açıldı. Beraberinde 19 Mart 2025 Çarşamba günü ANAMED’de yapılan uluslararası bir konferansı da getiren “Kuşbakışı Filistin” sergisi, İsrail’in Birleşmiş Milletler (BM) uzmanları nezdinde ‘soykırımcı’ olarak nitelendiği (1) ve daha yine dün, yüzlerce sivilin canını aldığı trajik bir süreçte, ülke tarihini sanat, arkeoloji, dijital medya ve özel ya da resmî koleksiyonlar ile akademik enstitüler ve ulusal kütüphanelerin açık arşiv birikimi üzerinden, analitik bir yaklaşımla gözler önüne sermeyi amaçlıyor.
 
“Burak” ile başlayan Kuşbakışı yolculuk
 
“Kuşbakışı Filistin”, ANAMED’in Filistin’deki A.M. Qattan Vakfı (2) işbirliğiyle dört küratör tarafından hayata geçiriliyor. İlk kez Filistin’de, Ramallah’ta 11 Eylül 2021’de düzenlenen sergi, güncellenmiş içeriğiyle Türkiye’de yine ilk kez izleyici karşısına çıkarken, serginin küratörlüğünü alfabetik soyadı sırasıyla Yazid Anani, Zeinab Azarbadegan, Zeynep Çelik ve Salim Tamari üstleniyor. Yardımcı küratörlüğünü Asma’ Al-Mozayen’in üstlendiği sergi, ANAMED’in giriş katında video, heykel, fotoğraf, koleksiyon objesi ve özgün sanat eserleriyle birlikte izleyenleri karşılıyor. Serginin girişinde daha kapıda, ziyaretçileri İslâm dininin kutsal varlıklarından, Peygamber Hz. Muhammed’i Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya taşımış yarı at, yarı kadın suretli “Burak”ın Kudüs ve Mekke peyzajı üzerindeki imgesi karşılıyor. Bu imge temelini yakın geçmişte Mumbai’de üretilmiş bir hatıra kartpostalından olduğu gibi ediniyor. Küratörler bu imgeye refakat adına, “Burak”ın Müslüman dünyası ve hatta günümüz ulaşım ve havacılığında nasıl bir iz bıraktığını da izleyiciye tembihliyor. 
 
 
Sergi, ilginç bir iç mimari tesadüften olsa gerek, tasarım ve deneyim olarak beş katlı yapının zemin kat girişinde taşıdığı duygusal ve kültürel yoğunlukla İstanbul’da bir “Gazze” hissiyatı yaratıyor. Etkinlik, her biri ötekinden ‘inanılmaz’ detaylarının içerdiği bilim, güncel sanat, sosyal medya ve arşiv buketiyle, adeta Filistin konusunda açılmış bir ‘Bienal’ titizliğini de İstanbul’a taşımayı başarıyor. 
 
Etkinlik bunu yaparken, konunun taşıdığı vicdanî, hukukî ve ahlaki seviyeyi, konu medyatik bir gösteriymişçesine salt yüzeye indirgeyip zedelememeyi de başarıyor. 
 
Direktörlüğünü Chris D. Roosevelt’in yaptığı ANAMED’deki sergide Naif Shaqqur, Emir Alışık, Ebrar Küçükaşçı ve Erkin Bulut’un titiz tasarım emekleri öne çıkarken, bilgi ve imge, obje ve sanat eserleri birbirleriyle izleyiciyi ve bağlamı boğmayan bir irtibatla bağlanıyor. Sergi ayrıca, özellikle içerdiği bütünleşik metin ve yapıtlar üzerinden olası kitabının veya sergi özel sosyal medyasının ya da web sitesinin yolunu şimdiden gözeten bir emek taşıyor.
 
Çağdaş sanatın tarihle örnek koalisyonu
 
Vehbi Koç Vakfı, Arter, Koç Holding ve A.M.Qattan Vakfı’nın emeklerini birleştirdiği “Kuşbakışı Filistin”e, koleksiyon ve arşivleriyle ‘beynelmilel’ bir liste hizmet ediyor: 
 
Alfabetik sırayla, Filistin hakikatini bütün inanılmaz tarihi detaylarıyla teşhir eden etkinliğe, yine alfabetik sıra ile çoğunluğu açık arşivlerinden yararlanılmış şu kuruluşlar içerik sağlıyor: Associated Press, Australian War Memorial, Cartier - Gebauer, Alman Arkeoloji Enstitüsü, Alman Protestan Arkeoloji Enstitüsü (GPIA), Getty İmaj Arşivi, Gustaf Dalman Enstitüsü, Harvard Üniv. Kütüphanesi, Heidelberg Üniv., Britanya Kraliyet Savaş Müzesi, IMAGO, İBB Atatürk Kitaplığı, İ.Ü. Kütüphanesi Nadir Eserler Koleksiyonu, Musevî Ulusal Fonu (Jewish National Fund), ABD Kongre Kütüphanesi, Kew Ulusal Arşivi (Büyük Britanya), İsrail Ulusal Kütüphanesi, Filistin Keşif Fonu, Rosa Luxemburg Vakfı, T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Bakanlığı, BM İnsan İlişkileri Koordinasyon Ofisi (OCHA) ve BM Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA). 
 
Bunun gibi, içinde Bahattin Öztuncay ve Ömer M.Koç gibi kültür ve tarih tutkunlarına ait özgün parçalar da barındıran “Kuşbakışı Filistin”in sergi prodüksiyonu da, Sergikur, Techizart, WÖRK, Küçük Atölye ve Bergen gibi kurumların emeğini içinde taşımasıyla, derinlik, çeşitlilik ve sürprizliliğini ortaya koyuyor. Ziyaretçilere “Filistin” konusunda doğrudan bir yönlendirmede bulunmayıp, onları merakları ve hafızalarının refakatiyle mekânda özgür bırakan sergiye, güncel sanat alanında tanınmış da birçok sanatçı destek veriyor. Etkinliğe katılan sanatçılar bu anlamda, yine alfabetik sırayla, Amer Shomali, Andrew Yip, Dia’ Azzeh, Faris Shomali, Forensic Architecture, Gian Spina, Jack Persekian, Kamal Jaafari, Mahmoud Alhaj, Mohanad Yaqubi, Nida Sinnokrot, Reed Helou, RIWAQ, Sophie Halaby ve Zeina Zarour şeklinde sıralanıyor.
 
“Geçmişi Dikizlemek” için büyük önermeler
 
Aralarında Mahir Polat, Emre Baykal, Nilüfer Konuk ve Selen Ansen’in de yer aldıkları 30’a yakın kültür ve sanat figürünün desteğini arkasına alan “Kuşbakışı Filistin”de izleyenleri, sanatçı Sinnokrot’un “Hassas Döngü” isimli medya, iktidar ve tarih eleştirisi içerikli yerleştirmesi karşılıyor. Eserde sanatçı ziyaretçileri “görsel, işitsel ve kinetik unsurlar aracılığıyla, çağdaş bilgi ortamında anlatıların inşası ve silinmesine yönelik eleştirel bir bakış”a davet ediyor. Eserin detaylarına sinen dilbilimsel ve tarihsel ipuçları, günümüzün bellek, hakikat ve kıymet üretimi ile medyalar ve otoritelerin, bu tür birikimlere gösterdiği vahşi unutkanlık seviyesine göndermede bulunuyor.
 
“Kuşbakışı Filistin” sergisinde bu derinlikli konu, “Geçmişi Dikizlemek”, “Konuşan Haritalar”, “Alman Hava Haritalaması ve Etnografya”, “Mit ve Düzen”, “Kuşbakışı Resimler” ve “Anzak Miti” ile “Zafer ve Teslimiyet” gibi nice çarpıcı dönemeci, gerek video düzenlemeler, gerekse arşivsel belgeler eşliğinde, içinde barındırıyor. Etkinlikte bu anlamda sözgelimi, Avustralya Savaş Mirası koleksiyonundan getirilen, Frank Hurley imzalı ve 1918-1921 tarih aralıklı foto-kolaj büyük ilgi çekiyor. Buna göre, Avustralya çift kanatlı pervaneli savaş uçakları, muharebe düzeninde görülüyor ancak, sergide büyütülmüş bu görüntünün esasen dört ayrı görüntüden yapılmış bir ‘kompozit fotoğraf’ olduğunun altı çiziliyor. Ayrıca sergilenen “Birinci Avustralya Hafif Süvari Alayı’nın, Gazze yakınındaki Esdûd’da, dik kum tepelerinden geçtiği” ifade edilse de, özgün resmin cama yerleştirilmiş iki ayrı görüntüden oluşan kompozit bir panorama olduğu vurgulanıyor.
 
  
 
 
Avustralya savaş uçakları muharebe düzeninde, dört görüntüden yapılan kompozit fotoğraf. Frank Hurley, Australia War Memorial, 1918-1921.
 
Gerçekliğin inanılmaz hatıraları bir arada
 
“Gerçekten inanılmaz,” denebilecek nice imaj, bilgi, yazışma ve sanat eserini içeren, tekrar yerine, ilk kez Filistin’de izlenmiş ve tartışılmış bulunan “Kuşbakışı Filistin”de (3) ayrıca, ABD Kongre Kütüphanesi’nden edinilmiş, “Kudüs’teki ABD Kolonisi” koleksiyonuna ait bir parçaya daha yer veriliyor. Buna göre 1917 tarihli ilgili fotoğrafta, dönemin Kudüs Belediye Başkanı Hüseyin el-Hüseyni, Büyük Britanyalı General Allenby şehre girmeden iki gün önce, İngiliz teğmenleri ile beyaz teslim bayrağı altında görülebiliyor. 
 
 
Hüseyin el-Hüseyni, Büyük Britanyalı General Allenby’nin şehre girmeden iki gün önce, İngiliz teğmenleri ile beyaz teslim bayrağı altında. American Colony in Jerusalem Collection, Library of Congress, 1917.
 
Tarihsel arşivlerden bulunup, çıkarılmış antik Kudüs mozayik görselleriyle de heyecan yaratan “Kuşbakışı Filistin”, içinde ayrıca “Oryantalizm ve Muhalifleri”, “Coğrafi Görünüm ve İktidar”, “Hafıza Limanları”, “Gazze Limanı ve Yapay Ada Projesi” veya “Ağaçları Silahlaştırmak” ya da “Siyonist Propaganda” ve “Yaser Arafat Uluslararası Havalimanı” gibi son derece çarpıcı, belgesel kısımlar da barındırıyor. 
 
“Ülkeyi Ziyaret, Halkı Tasnif” bölümü ile de çok ilgi gören sergide bu yönüyle izleyiciler, Gazze Şeridi ile ilgili, sanatçı Andrew Yip’e ait ve son beş yıla uzanan aktif bir bilimsel, coğrafi ve kültürül maket ve artırılmış gerçeklik uygulamasına da dahil olabiliyor. Bu eser, Ramallah’taki BM İnsanî İşler Koordinasyon Ofisi tarafından, 2014 Gazze Savaşı sırasında toplanan verileri görselleştiriyor. Proje aynı zamanda, “mevcut çatışmanın etkilerine dair yeni bilgileri entegre ederek, gelişmeye devam ediyor.” ANAMED’deki sergide, Artırılmış gerçeklik uygulamasını başlatmak için ise, sergideki QR kodundan faydalanılıyor.
 
Jack Persekian’ın Koç koleksiyonuna özgün bakışı
 
Öte yandan, Ömer M. Koç koleksiyonundaki “Basılmış Hicaz Demiryolu Litograf Haritası” ve aynı bölgeye dair özgün fotoğraf albümü ile kayda geçmiş sergide öne çıkan eleştirel yapıtlardan bir diğerinde ise, sanatçı Jack Persekian, 2024 tarihli “Filistin’deki Hicaz Demiryolu”nu güncel sanatın diliyle ‘tahayyül ediyor.’ Sanatçı projesinde, “Hicaz Demiryolu’nun Filistin’deki bölümünü (yani ondan kalanları) keşfetmek için, 2020’de yapılmış bir fotoğraf yolculuğu ile sergiyi zenginleştiriyor. Arşiv kareleriyle günümüz hakikatini üst üste pozlayan sergide ayrıca, Anzak Miti’nin İsrail ile birlikte ortaya koyduğu ‘Düzenli Çöl Şehri’ Birüssebi’nin de hakikatinin izleri sürülüyor. 
 
 
 
Hicaz Demiryolu’nun Filistin’deki bölümünü (daha doğrusu ondan geriye kalanları) keşfetmek için, 2020’de yapılmış bir fotoğraf yolculuğu. Bu görsel yürüyüş iyimser bir geçmişle günümüz gerçeklerini kavramsal olarak yan yana getiriyor. Jack Persekian, “The Hejaz Railway in Palestine”, sanatçının izniyle, 2024.
 
Son derece damıtılmış, çarpıcı küratöryal metinlerden edindiğimiz bilgiler uyarınca, tekrar vurgulamak gerekirse, “Kuşbakışı Filistin sergisi tarihsel malzemeleri sanat çalışmalarıyla yan yana getiriyor. Sanatsal faillik, tarihsel olanı ve sömürge yapılarını parçalayarak, çağdaş an ile derin bir diyaloğa giriyor. İktidar ve hegemonyayı tarif eden arşiv malzemelerinin kapağı böylece açılıyor ve bazen de alt üst ediliyor.” Küratörler, serginin ilk versiyonunun Ramallah - Filistin’de 2021-22’de açılmış olduğunu ziyaretçilere mekânda da tembihlerken, özellikle şu mesajı vermekten de caymıyor: 
 
“Tarihsel olarak hayatî bir anda, en yeni savaş teknolojileri aracılığıyla gerçekleşen bir kıyım sırasında sergi, İstanbul’a getirilmiştir. Bu katliam, projeyi yeni bir bakışla ele almayı gerektirmiştir.”
 
Küratörlerin yolu İstanbul’da kesişti
 
“Kuşbakışı Filistin” sergisinin dört küratöründen ikisi Ramallah, biri Londra, diğeri ABD’den gelmiş bulunuyor. Bu kapsamda basın ve uzmanlara yapılan sergi önizlemesinden de ilginç notlar kayda geçmiş bulunuyor. Buna göre, sergiyi izleyenlere tanıtan Columbia Üniversitesi Osmanli Mimarlık ve Tarihi Araştırmacısı Prof. Dr. Zeynep Çelik, İsrail’in Gazze’ye en az 300 kayıpla saldırdığı bir günde, bu serginin güncelliğini de bu şekilde ilân etmeyi hiç istemediklerinin altını çiziyor. “Çok kötü oldu, maalesef bu işin biteceği yok,” diyen küratörlerden Prof. Çelik, “Tabii bu siyasal boyutu çok kuvvetli bir sergi,” mesajını da ihmal etmiyor. Çelik sözlerini şöyle sürdürüyor:
 
“Sergi altı bölümden oluşuyor, ancak ayrıntılara kendinizin bakması gerekiyor. Çünkü “Kuşbakışı Filistin” hakikaten çok katmanlı bir sergi. İçinde bir sürü mesaj ve sanat eserleri, tarihi belgeler var. Çağdaş sanatçıların eserleri var. (...)
 
Sergide ‘Filistin’e kuşbakışı’ bakışın her zaman bir egemenlikle bağlı, politik bir boyutu var. Biliyorsunuz bugün bu nereye kadar geldi! Başlangıç olarak, Birinci Dünya Savaşı söz konusu ve buradaki başlığımızın adı ‘Gökyüzü Casusları”. Burada uçuşların gerçekleşmesi ile, Almanların büyük bir rolü olduğu görülüyor. Bildiğiniz gibi o günlerde (de) bizimle müttefikler ve bu konuda sergide bir sürü fotoğraf göstermekteyiz. Burada meraklıları için sergide kim oldukları da var.
 
 
Graf Zeppelin Kudüs üzerinde uçuyor, Kongre Kütüphanesi, Washington, DC Nisan 1931.
 
Ayrıca sergimizde çeşitli biçimlerde oynatabildiğimiz bir harita mevcut. Burada, bugünün hakimiyetinin İsrail tarafından nasıl kurulduğu çok güzel okunabiliyor! Burada, eski ve yeni arasında çok büyük bir fark yok! İsrailliler, Almanların arşiv belgelerini de kullanmışlar, böyle bir bağlantı mevcut. Son 200 yıl içindeki Filistin’in yukarıdan temsili ile bu durum hep iç içe geçmiş.
 
Bu arada bir şeyi daha ifade edelim: Bunu yaparken çok çeşitli arşivlerden faydalandık. 
 
Mimarlık tarihçisi Prof. Dr. Çelik: “Hepsi birer ‘mesele’dir.”
 
Osmanlı Arşivleri, İngiliz, İsrail arşivleri… Bunların hepsi ‘mesele’dir. Çünkü her bir arşivin, bir politik yaklaşımı oluyor. Bunları kullanırken dikkat etmeye çalıştık. Bazen, arşivleri söyledikleri şeyler üzerinden değil, söylemedikleri üzerinden okumaya gayret ettik.”
 
Prof. Dr. Zeynep Çelik, kendisine yönelttiğimiz ‘arşiv ve imajların günümüzdeki hakikat düzeyi’ konusunda ise bize şu yorumda bulunuyor:
 
“İşte, sergide bu son nokta da bununla ilgili! Tabii ki arşivler, dokümanları manipüle ediyorlar. Ve bunu yaparken de biz, hiç bir şekilde ‘gerçek budur,’ demiyoruz. Bunların hepsi, bir temsildir. Bir olaya birkaç arşiv üzerinden bakmak, tabii çok faydalı olmaktadır.
 
Burada hem tarih hem sanat mevcuttur. Umuyorum ki bu da, ‘ucu açık’ bir çalışma olarak düşünülebilir ve böylece buna, başkalarınca yapılan başka şeylerle ekleme olabilir. Bu arada serginin dünyayı gezebileceğini hiç sanmıyorum! Evet, serginin bir dijital versiyonu yapılabilir, düşünüyoruz. Ama Avrupa ve ABD basınını izliyorsanız, maalesef Filistinlilere kimse buyurun, kendinizi gösterin ve biz de dinleyelim demiyor. Aksine!”
 
Akademisyen Çelik’in sergide vurguladığı önemli unsurlardan biri ise, sergiye katmak istedikleri “Osmanlı Filistini” başlığı oluyor. Etkinliği heyecanla tanıtan Çelik, şu detayları paylaşıyor:
 
“Göreceksiniz, “Osmanlı Filistini” burada her yerde ortaya çıkıyor. Yine burada güzel bir fırsat bulduk. Örneğin buraya Gelibolu’ya geldikleri gibi, Avustralyalılar da gelmişler. Kendi kahramanlıklarını da burada övüyorlar. (...) Yine Avustralyalılar bu savaşı kendi imajlarıyla o kadar bağdaştırmışlar ki, 2008 yılında yapılan bir heykel projesinde Anzak ruhu için bayraklarını bir parkın ortasına yerleştirdikleri görülebiliyor. Bu savaşın yapıldığı yer ise “Birüssebi” (Bersheeba) denilen bir yer. Osmanlılar burada çok modern bir şehir yapmışlar. Bunu Bedevileri yerleştirmek ve medenîleştirmek için yapıyorlar. Sergideki bir hava fotoğrafında bunun düzgün planını görebiliyorsunuz. Ayrıca İngilizlerin yaptıkları 1917 tarihli bir haritada, şehrin ortasında gayet düzgün bir meydan bulunuyor. Etrafında da çeşitli binaları var. Hastanesi, lisesi, hükümet konağı ve camisi bulunuyor. “Sinai Album” denen bu parça propaganda amaçlı olarak da toplanmış olabilir. Bu bildiğimiz İmparatorluk albümlerinden değil.
 
 
Osmanlı İmapratorluğunda nüfusun dağılımını gösteren harita. Nüfus yoğunluğu açıktan koyu kahverengiye doğru artmaktadır. Harita Osmanlı idari birimlerine göre bölünmüştür. 
 
Osmanlı subaylarının Filistin mektupları
 
Prof. Dr. Çelik bu arada, sergi hazırlığı adına İsrail – Filistin barış yanlısı öğrencilerin de bulunduğunu ve kendileriyle çalıştıklarını aktarıyor. Kendilerine teşekkür ettiklerini belirten Çelik, bir iki arşivin kullanılması dışında aktif olarak bu sergiye katılanın bulunmadığını ifade ediyor. Sergi bu yönüyle ‘açık erişimli’ kaynaklarla hayata geçiyor. Etkinlik öte yandan Avustralyalı sanatçılara ait, havadan yansıtılmış, askeri içerikli dönem ve manzara resimlerini de kapsıyor. 
 
Öte yandan sergide, Osmanlılardan Hüseyin Hüsnü imzalı, Kudüs’ün nasıl kaybedildiğine ilişkin yazışma ve belgelere de yer veriliyor. Ayrıca sergide Kudüs işgalini içeriden anlatan bir öğretmenin de anılarına yer veriliyor. ANAMED’deki sergi, küçük detaylarıyla büyük etkiler içerirken, Osmanlı Ordusu’ndan bir subayın, sevgilisine Birinci Dünya Savaşı’nda yazdığı satırları da kapsıyor. 
 
Bunların dışında sergide, Yafa Kapısı bölümünde ise, Kudüs’e Sultan Süleyman devri surları üzerine Padişah Abdülhamit tarafından yaptırılması düşlenmiş ‘İslâmi Saat Kulesi’ne de yer veriliyor. Bu yapının gerekçesi ise Başbakanlık Arşivi’ndeki bir belgede şöyle açıklanıyor: “Burada çok kilise kulesi var, bir de İslâmi Kule olsun.” Zaten, düşünülen saat de hem İslâmi saati, hem de Batılı saati gösteriyor.” İngilizler de, Kudüs’e girdikleri girdikleri zamandan itibaren kulenin çok çirkin olduğunu düşünüyorlar. Aslında bana da, diğer Osmanlı tarihçilerine de sorarsanız, İngilizlerin dertleri bu kulenin Osmanlı modernitesini temsil etmesi. Çünkü İngilizler oraya “Biz buraya sizi Osmanlı mezaliminden kurtaracağız,” diyerek, medeniyet getirmek üzere geliyorlar. Aslında bizimkiler de bunu oraya medeniyet getireceğiz diye yapmışlar ama, bu İslâmiyet ile karışık bir şekilde olmuş.”
 
 
Hayalet bir havalimanı: Yaser Arafat
 
ANAMED’deki sergi ayrıca Filistin’e yapılabilecek bir havaalanının hikâyesini de atlamıyor. Tarihte “Yaser Arafat Uluslararası Havalimanı” olarak geçen projeye de değinilen etkinlikte, bunun gibi Gazze Limanı ya da İsrail’in yaratmak istediği ‘ada’ya da kuşkulu soru işaretleriyle değiniliyor.
 
 
Gazze Uluslararası Havalimanı’nın kalıntıları üzerinde deve yarışı, IMAGO, 2019.
 
“Kuşbakışı Filistin”de düz, kronolojik bir anlatım bulunmuyor. Zaten Prof. Dr. Çelik böylesi bir tarzın çok sıkıcı olabileceğine de dikkat çekiyor. Yine, sergide İngilizlerin yürüttüğü arkeolojik kazılara da değiniliyor. Osmanlılar aynı zamanda Kudüs’te bir ‘müze’ açıyor ki, bu o devirde birçok coğrafyada yaşandığı üzere, dönemin çoğunlukla okullarında açılmış ‘sergi odaları’ olarak dikkat çekiyor. Bu arada uzmanlar ayrıca, buldukları en kıymetli eserleri de İstanbul’a getiriyor. Sergi beraberinde Osmanlıların değişken fikir yapılarıyla Kudüs halkını nasıl sınıflandırdığını da bir ordu belgesi üzerinden delillendiriyor. Belgede o dönemin Kudüs’ünde kimin, nerede oturduğu kayda geçmiş bulunuyor.
 
“Kuşbakışı Filistin” sergisinde, beraberinde bölgede yaşanmış arkeolojik hırsızlık vakalarına da büyük bir titizlikle eğilindiği görülüyor. Bu figürlerden Moşe Dayan, topladığı parçalarla bahçesini süslerken, diğer taraftan da bir Filistin haritasıyla araziyi inceliyor. 
 
Sergi ekibinden Ebrar Küçükaşçı, projeye Filistin direnişi açısından bakıldığında dijital medyanın, bir araya getirilen videoların, hatta Lumiere Kardeşler imzalı bir videonun dahi bu direnişin bir parçası haline geldiğinin altını çiziyor. Ona göre bugün bizler, dijital medya olmasa bölgede neler yaşandığını da tahmin edebilecek durumda olmadığımız gibi, sergiye katılan sanatçıların tamamına yakını da Filistinli sanatçılar olarak dikkati çekiyor. Örneğin Forensic Architecture inisiyatifi, bölgedeki Filistinlilerden derlediği dijital medyaları derleyerek eserlerini ortaya koyuyor ve tezlerini tartışıyor.
 
“Bir silah olarak ağaçlandırma” tartışması
 
Bu anlamda sergide, en az 180 kez yıkılmış bir Bedevî köyünün hikâyesi de izleyicilere tanıtılıyor. Prof. Çelik bu durumu şöyle yorumluyor: “Trump diyor ki, ‘Bunları buradan çıkaralım, oraya ‘Riviera’ yapalım. Gitmez o insanlar bir yere! Biraz zor! Tabii bu çok da güzel bir şey bu inat. Bunun gibi İsrailliler, Filistin’e yakın geçmişte bir ağaçlandırma kampanyası başlatıyorlar. Biz buna ağaçların savaşı diyoruz. Bir tarafta zeytin, öbür tarafta çam ağacı. Bu çam ağacı ilginçtir. Bakıyorsunuz, Kirk Douglas, Elizabeth Taylor, Burt Lancaster hepsi gelmişler, çam dikmişler.
 
Halbuki biz size en başından beri göstermeye çalıştık ki, Osmanlı bu işe en başından zaten başlamış. Elektrik getirmiş, elektrikle çıkan kuyu suları var… Ayrıca bölge doğasıyla uyum sağlayamayan tüm çamların da yandığı görülüyor. Bu da oradaki kolonizasyon mantığının parçası ki, zeytin ağaçlarını da kesiyorlar. Bunun tümü büyük bir Siyonist propaganda aracının parçası. Brooke Shields, Albert Einstein bile yıllar içinde geliyor.”
 
Hazırlığı dört ay süren “Kuşbakışı Filistin” sergisi hakkında bir detay veren Prof. Zeynep Çelik, bu yönüyle Fransız kolonizasyonu ile radyo aracılığı ile mücadele eden Afrika uluslarının, onca dil varken bunu kalkıp dili tersine çevirerek Fransızca ile yapmış olmalarına da referans veriyor ve ekliyor: “Zaten biz de bunları ‘Bakın ne güzel İsrail propagandası yapmışlar,’ diye göstermiyoruz. Bu anlamda sergide çok didaktik olmadık. Ama elbette Filistin üzerine yapılmış baskılar, Filistin’i elde nasıl tutabiliriz meselesi de işleniyor ki, bu bize Osmanlı’dan bugüne kadar gelmiş.”
 
Küratörler Milliyet Sanat için bir araya geldi
 
İstiklal Caddesi’ndeki ANAMED’de 25 Ocak’a kadar Salı ve Pazar günleri arasında 10.00 ve 19.00 saatleri arası açık kalacak ücretsiz sergiye büyük katkı sağlayan editör ve küratörlerden, Filistin Çalışmaları Enstitüsü üyesi, Palestine Quarterly editörü Salim Tamari ile, ANAMED ekibinden sergi tasarım üyesi Emir Alışık ve sergi asistan küratörü Asma’ Al-Mozayen’in dışında, küratör Yazid Anani ve Zeinab Azarbadegan, Milliyet Sanat için bir araya gelerek, özel olarak sorularımızı yanıtladı.
 
 
Yazid Anani, Zeynep Çelik, Salim Tamari, Zeinab Azarbadegan, Asma’ Al-Mozayen.
 
Proje bu aşamaya nasıl geldi, kısaca ifade eder misiniz?
 
Zeinab Azarbadegan: Projeye 2019’da başlandı. Filistin Çalışmaları Enstitüsü işbirliğiyle 82 ve 83 numaralı iki sayıda okunan bir makale ortaya kondu. 2021’e gelindiğinde sergi hazırlıkları Ramallah Qattan Vakfı Binası içinde başladı. Ve şimdi buradayız.
 
Yazid Anani: Sergi fikri, Selim Temeriand ve benim Alman istihbarat belgelerinde Filistin’e kuşbakışı gözlem kaynaklı 1896-1919 tarih aralıklı incelemeler üzerinde çalışırken oluştu. Bölge topografyasının ne kadar dönüştüğünü gördüğümüze kesinlikle buna inanamadık. Hayat, uygarlık yoktu, her şey bomboştu ve bu alenen bir Siyonist projeydi. Güya Filistin ezelden beri hep bir boş bir araziydi. Böylece anladık ki, Filistin’e dönük bu bakışın artık sökülüp, atılması elzemdir. Tersyüz edilmelidir. Öyle ki, bölgeden atılması gerekir. Zaten tüm sergi de bu bakışların üst üste pozlanmasıyla ilgili. Bu bakışlar, bizlere gökten nasıl yönelmektedir? Hayatlarımıza zeminden nasıl bakmak durumundayız? Böylece de, sergiyi yapmak fikri doğdu. 
 
Emir Alışık: Konunun ANAMED kısmına baktığımızda ise, proje bize geçen Kasım ayında erişti ki, yalnızca çalışmanın zamanlamasıyla değil, etkinliğin çerçevesi, önceki serginin yapım kalitesi bizi orijinalliğiyle çok etkiledi. Teklif bizi fazlasıyla mutlu etti ve kabul ederek ekip ile çalışmaya başladık.
 
Salim Tamari: Ben, Birzet Üniv. Öğretim Üyesi, Sosyolog Salim Tamari. Düzenlenen bu serginin küratöryal ekibindenim. 
 
Zeinab Azarbadegan: Merhaba, ben de sergi ekibinden küratör Zeinab Azarbadegan, aynı zamanda Yale Üniversitesi (NY) öğretim üyesiyim.
 
Sergiye baktığımızda, bu etkinliğin tarih, sanat, kültür gibi unsurlarla hakikate dair canlı bir soruşturma gibi yürütüldüğünü deneyimliyoruz. Ne düşünüyorsunuz?
 
Salim Tamari: Bizim için bu sergiyi İstanbul’da yapıyor olmak büyük önem arz ediyor. Çünkü, serginin kimi bölümleri Osmanlı mirasını ilgilendiriyor: Birinci Dünya Savaşı’nın öncesi ve sonrasına bakınca yeni istihbarat tekniklerinin ve haritalama imkânlarının da doğuşu ile, havadan çekilen fotoğrafların da etkisiyle haritalandırma bize Ortadoğu’nun da nasıl kontrol edildiğini açıklıyor. Bu sergide kullandığımız unsurlar yalnızca Osmanlı’ya dair değil, aynı zamanda Britanya, Fransız, Alman içeriklerini de kapsıyor. Bize göre serginin İstanbul’da bulunması son derece önemli. Zira Osmanlı haritalandırma servisinin, eski fotoğrafların ve güncel tanıkların, bölgede askerî sorumluluk sahibi olan kimselerin Filistin’i zeminden nasıl gördükleri, hayatı savaş devam ederken nasıl tecrübe ettikleri burada açıkça görülmektedir. Burada gerçek olan bir şey varsa, o da tarihimizin böylesine önemli bir bölümünü Türkiye’deki izleyiciyle buluşturmuş olmamızdır. 
 
Asma’ Al-Mozayen: Bu sergideki çarpıcı unsurlardan biri de şu olacaktır: Evet, elimizde tarihsel materyal mevcuttur. Ancak bununla birlikte, elimizde sanatçıların bu tarihsel materyale yönelik cevapları da bulunmaktadır. Yani sırf tarihçilerin ortaya koyduğu tabirlerin karşısında öylece durmamış, günümüzde sanatçıların bu materyali nasıl işleyip anladıklarını da ortaya koymuşlardır. Burada gördüğümüz sanatsal ve tarihsel malzeme, fotoğrafların nasıl kullanılabildiğini ortaya koymuştur. Dolayısıyla tıpkı Avustralya Savaş Anıtı bölümünde Frank Hurley ile izlediğimiz gibi, ‘Hakikat Fikri’yle nasıl oynandığı da burada karşımıza çıkmaktadır. Burada tasarlanmış, kurgulanmış fotoğrafların ‘yapay’ veya ‘hakiki’ olduğu tartışmaya tıpkı diğer ülke örneklerinde olduğu gibi açılmaktadır. 
 
Sergiyi Akademik bir araştırma merkezinde, bilimsel bir zeminde ama sanatın da diliyle ‘naklen’ geziyoruz. Bu tercihinizin sizdeki yansıması nasıl oldu?
 
Salim Tamari: Tabii bu projeyle gerek Koç, gerekse Boğaziçi Üniversitesi ve ötekiler gibi kurumlarla yaratılmış bağlar bizler adına bir avantaj haline geldi. Sözgelimi Zainab Azarbadegan, Osmanlı Tarihi alanındaki çalışmalarını uzun süredir ABD’de devam ettiriyor. Yani buradaki Türkiye Akademyası için de bizler yeni sayılmayız. Bu yüzden projemiz bizlere de kendimizi daha görsel olarak ifade edebilme, böylece daha geniş kesimlere erişebilme olanağı tanıyor. 
 
Ve ‘cephe’ mefhumunu güncelleyerek, yeniden tabir de etmiş bulunuyorsunuz, değil mi?
 
Salim Tamari: Evet, kaldı ki tarihin kendisi sürekli yorumlama içinde. Bunu ne zaman yaparsak, böyle bu. Örneğin birkaç yıl önceki Ramallah sergisine kıyasla bu sergide kimi değişiklikler yapmak durumunda olduk. Çünkü ortaya yeni materyaller çıktı ve buna Osmanlı Arşivleri’nden edindiğimiz içerikler de dahil oldu. Bunlar o zaman elimizde yoktu. 
 
Zeinab Azarbadegan: Kaldı ki şimdi önümüzde Filistin’de bir soykırım vakası mevcut ve bu durum, sergideki bilhassa Gazze anlatısını daha da güçlü hale getirdi. Birçok metni bu unsura uygun olarak yeniden değerlendirdik. İstanbul ve ANAMED’in yanı sıra soykırım mefhumu da buna eklendi; ama bildiğimiz gibi Ramallah’daki sergi alanı İstanbul’a kıyasla çok daha küçüktü. Bu yönüyle ANAMED’deki serginin başı ve sonunda yeni sanat eserleri bizleri karşılıyor. 
 
Salim Tamahi: Zeynep’in de söylemiş olduğu gibi, bu, birkaç yıl önceki orijinal serginin yalnızca küçük bir kesimi. Bu serginin büyük versiyonunu içeren kataloğu da ANAMED konferansında katılımcılarla paylaşıyoruz. 
 
Klasik tarih anlayışı ile güncel sanatın bir arada oluşu üzerine deneyimleriniz nasıl oldu?
 
Zeinab Azarbadegan: Bana kalırsa bu durum, sanatçıların tarihe nasıl baktıklarına dair mükemmel bir örnek teşkil ediyor. Biz onlara incelemeleri söz konusu olan materyali sevk ediyoruz. Bunu yaparken bu materyallerin sözgelimi bana, bir tarihçi olarak ne ifade ettiğini kendilerine aktarıyorum. Örneğin Jack Persekian ile bu konuda epey konuştuk. Kendisine fotoğrafları sunduk. Osmanlı İmparatorluğu’nun niçin böyle bir (Hicaz Demiryolu Güzergâhı Foto Albümü - Ömer M.Koç Koleksiyonu) albüm hazırladığını, kendilerinin inşa edilen her binanın her safhasını niçin fotoğrafladığını, bundan ne anladıklarını etraflıca açıkladık. Ve Jack da, Batı Şeria’da yaşayan bir Filistinli olarak tarihin silinmesine yönelik tepkisini böylece, artık kullanım dışı olan bu demiryolu hattı üzerinden, yani Filistinlilerin “Nakba” dediği, İsrail Devleti’nin kuruluşundan günümüze uzanan bu “Felaket” süreçten bu yana ortaya koyuyor. Bu da temelde çalışmasının biçimini oluşturuyor. Onun biz tarihçiler tarafından kendisine iletilmiş bu materyale gösterdiği tepkinin inanılmazlığı, eserinde açıkça beliriyor. Böylece tarihsel bir malzemenin de bir sanatçı tarafından nasıl yorumlanabildiğini görebiliyoruz. Bu durum farklı sanatçıların da işlerinde deneyimleniyor. 
 
Salim Tamahi:  Bana göre serginin en ilginç unsurlarından birini de vaktiyle aslen Selanik’ten gelen, İstanbul’dan geçip Medine’ye erişerek Ortadoğu’yu Avrupa ile bağlayan ‘Hicaz Demiryolu’ teşkil ediyor. Zeynep’in de bahsettiği sanatçı eserinde, günümüzde tamamen yok olan bu yapıyı, küresel manzaranın yeniden yönlendirmesini, kolonyal devletlerin yaratılış süreçlerini güncelleyerek gözle görünür hale getirmeye yöneliyor. Sanat bu meyanda yaşanmış bozulmanın gözle görünürlüğünü sağlamakta iyi bir rol oynuyor. Bu da bizlerin gelmiş geçmiş bu kolonyal savaşları anlamamızda büyük yardım sağlıyor. 
 
Günümüzde sansür, otosansür, yalanlar ve suskunluklar sebebiyle hakikat ile bilgi arasında çok büyük uçurumlar yaşanıyor. Bu sergi de aynı unsurlar konusunda özellikle Filistin açısından izleyicileri de yine önemli bir mesuliyet ve farkındalık ihtiyacına sevk ediyor. Bu açıdan serginin ürettiği bu topyekün medya ile, bir anlamda sizlerin bu ‘zedelenmiş basın’a açtığınız savaş ile ilgili olarak devraldığı sorumluluk adına siz neler demek istersiniz?
 
Zeinab Azarbadegan: Bence tarihçiler bu savaşı her zaman veriyor! Bu bizim her zamanki mesuliyetimiz ve sergi de aslında dezenformasyon ve propagandanın zaten nasıl yeni bir şey olmadığını da gözler önüne seriyor. Bu açıdan sergideki Siyonist propaganda bölümlerinin de son derece acayip olduğu söylenebilir! Burada onların yaptığı fotografik müdahalelerde, dönemin Almanya İmparatorluğu’nun Siyonist propagandayı desteklediği iddia edilmiş ki, bu kesinlikle doğru bir şey değil! Yine bu durum sergi boyunca sürüyor. Tepeden (inme) biçimde üretilmiş Siyonist propagandaya getirdiği bakışla, yine sergideki sanatçı Mahmud Alhaj’ın eserini burada örnek vermek isterim. Çalışmasında bu tarihsel materyalin taşıdığı tepeden çekilmiş askeri istihbarat görsellerini temel alıyor ve bunun üzerine Gazze hakkındaki kendi anlatısını işliyor. Kendi hatıraları ve yaşamını bunun üzerine koyarak, imgeyi altüst ediyor! Yıkımın imgesini, kontrolün görselini ele geçirerek, kendi hikâyesini üzerine yerleştiriyor. Umarım bu sergi, bu durumu da genişletir ve kolonyalizmin yerleşimcilere neler yaptığını ortaya koyar ve aynı zamanda Filistin anlatısının da, direnişinin de sesi olur. 
 
Salim Tamari: Tabii, serginin tartışmaya açtığı unsurlar arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun da bir ‘kolonyalist’ güç olup olmadığı sorusu yatıyor. Tarih boyunca Osmanlı’nın da Rus veya Britanya İmparatorluğu ile bölümlere ayrıldığını bilmekteyiz. Bu meyanda Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin, Osmanlı iktidarı ve bu iktidarın ertesinde hem nimetleri, hem de lanetleri olduğu malumumuz. Tarihçiler bu ikili durum üzerine her fırsatta mühim tartışmalara girmekteler. Kendi aralarında da ayrıldıkları elbette görülüyor. Bunu ne zaman yaşasak, yeni planlar, hatıralarla baş başa kalıyoruz. Örneğin, sergide de dönemin Alman hava istihbarat kareleri sayesinde gördüğümüz Birsheeba kentinin, Filistin’deki ilk Osmanlı kenti olarak, bir modern şehir olarak vaktiyle 1900’lerin başında hem Arap hem Türk tasarımcılar tarafından tasarlanmış olmasını burada yeniden hatırlatmak isterim. Bunun gibi, sergide Osmanlıların kentsel planlamayla ne kadar alakalı olduğunu da gündeme getirmeyi türlü örnekler üzerinden amaçladık.  
 
Serginin ortaya konulması adına bilginin şeffafça, özgürce paylaşmında adeta demokratik bir aygıt gibi işleyen uluslararası “Açık Arşiv”lerden faydalandığınızı görüyoruz. Ancak bugün yine İnternet’teki Google odaklı kimi servis ve bilgi sağlayıcılar ürettikleri algoritmalar sebebiyle ağır eleştiri altındalar. Bilim insanları olarak yorumunuz ve endişeleriniz neler?
 
Salim Tamari: Bu süreçte lojistik problemlerimiz oldu olmasına, ama herhangi bir sansür veya yasaklamaya maruz kalmadık. Galiba buradaki tek problem, sergide yer verdiğimiz Burak imgesi üzerinden Hz. Muhammed’in adının ele alınması oldu. Peygamberi betimleyen, içinde Burak’ın yer aldığı başka eski, tarihsel resimler de ilk sergide vardı ve burada ise onları kaldırmak durumunda kaldık. Ama asıl problemimizin, bu sergiye insanları çekebilecek esas ilgiyi, herhangi bir düşmanca tepki olmaksızın yaratmakla ifade edilebileceğini düşünüyorum. 
 
Zeinab Azarbadegan: Bildiğiniz gibi arşiv denen şey zaten inşa ediliyor. Yani içerdiği her şeyin var olduğu anlamını taşımıyor. O şey orada mı, erişimi mümkün mü gibi soruları hep beraberinde getiriyor. Her durumda bizim de bu arşivlere erişimimiz sansürsüz biçimde söz konusu oluyor ve söz konusu bu ‘hakikat’in de ardından, hep şunu aklımıza getiriyoruz: Her arşiv, beraberinde onu başlatandan, günümüzde yine onu kataloğuna alana dek, kendi mantığı, içeriği ve anlatısını getirir. Bu da size erişim sağlar. 
 
Salim Tamari: Sergi ile ilgili olarak Türkiye medyası ve izleyicisinin Filistin ve Osmanlı İmparatorluğu arasında süregiden, İstanbul’dan da doğrudan geçen bu varoluş ilişkisinin farkına özellikle varmalarını umuyoruz. Serginin daha geniş ve ortak bir tarihi paylaştığımız fikrini yaymasını özellikle umarız. 
 
Özellikle sergide dikkatimizi çeken ve anmadan geçemeyeceğimiz bir unsur da, işlediğiniz ‘Oryantalizm’ ve Filistin mevzusu oldu. Bu meyanda sergiye Filistinli barış yanlısı muhalif aydın, merhum Edward Said’in fotoğrafını da eklediğinizi gördük. Kendi gerekçeleriniz nelerdi?
 
Salim Tamari: Evet, sergide de işlediğimiz, sizin değindiğiniz Oryantalizm unsuru üzerinden Ortadoğu’nun nasıl fetişleştirildiğini de tartışarak buna özellikle odaklandık. Öte yandan sergimiz hakkındaki makalelerden ibaret iki kitabımız hâlihazırda İngilizce ve Arapça olarak basılmış bulunuyor. Diğer tarafta, Lübnan - İsrail sınırında fırlattığı taş fotoğrafıyla da Edward Said’in ruhu da gerek bu sergi, gerekse konferansta bizimle beraber diye düşünüyoruz. Elbette varlığı bundan daha da fazlasını temsil ediyor. Kendisini özlüyoruz.
 
 
Edward Said (1935-2003), Lübnan – İsrail sınırında, 3 Temmuz 2000.
 
 
Bilgi ve referanslar:
 
(1) https://www.bbc.com/turkce/articles/c4gm0v7rp6no
(2) https://qattanfoundation.org/en/about-us/about-foundation
(3) https://www.palestine-studies.org/en/node/1651880
(4) https://anamed.ku.edu.tr/sergiler/merkezhan-sergileri/kusbakisi-filistin/
 
 
 
 
Etiketler: Filistin  İstiklâl  AnaMed