Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » “Eserin ne söylediğine kulak kabartıyorum”

“Eserin ne söylediğine kulak kabartıyorum”

“Eserin ne söylediğine kulak kabartıyorum”18 Şubat 2025 - 11:02
Sanatçı Cem Güventürk’ün ikinci kişisel sergisi "Ay, Güneş ve Ay" sergisi, İBB Kültür ve İBB Miras ev sahipliğinde Müze Gazhane’de izleyicilerle buluşuyor. Cem Güventürk ile "Ay, Güneş ve Ay" sergisini, cevap aradığı soruları ve insan varoluşunun sancılarını ve anlam arayışını eserlerine nasıl yansıttığını konuştuk.
Yeliz TİNGÜR
yeliztingur@gmail.com
 
Sanatçı Cem Güventürk’ün ikinci kişisel sergisi "Ay, Güneş ve Ay" sergisi, İBB Kültür ve İBB Miras ev sahipliğinde Müze Gazhane’de izleyicilerle buluşuyor. Küratörlüğünü Begüm Güney’in üstlendiği sergi, "Sanat nedir?" ve "Ben kimim?" sorularını merkeze alarak insanın varoluşsal sancılarını, anlam arayışını ve sıradanlığın içinde saklı olağanüstülüğü sorguluyor. Sergide, tuval, kâğıt ve heykel çalışmalarının yanı sıra interaktif unsurlar aracılığıyla izleyici ile diyalog kuruluyor. Cem Güventürk, eserlerinde doğa bilimsel ve mekanik yaklaşımlara karşı, insanın duygu durumlarını, varoluşsal sancılarını ve zıtlıkların uyumunu kendine özgü sembolizmle ele alıyor; Camus’nün "Sisifos Söyleni" gibi yabancı kaynaklardan ilham alarak, sıradan yaşamı kutlayan ve umudu yücelten bir perspektif sunuyor. Sergi, 13 Nisan 2025’e kadar Müze Gazhane’de ziyaret edilebilir.
 
Cem Güventürk ile "Ay, Güneş ve Ay" sergisini, cevap aradığı soruları ve insan varoluşunun sancılarını ve anlam arayışını eserlerine nasıl yansıttığını konuştuk. 
 
 
“Sanat nedir?” ve “Ben kimim?” sorularını merkezinize alıyorsunuz. Siz bu soruları eserlerinizde nasıl yorumluyorsunuz?
 
Bunlar halen cevabını aradığım ve o yolu yürüdüğüm sorular. Bence zaten sanat üretmenin, bu ifadelerin ortaya çıkmasının en büyük nedeni, cevaplamaya çalıştığımız bu sorular ve eşelediğimiz konular. Cevaplarını hiç bulamayacak bile olsak, bu arayışın bir parçası olmak, bu gözü kara cesaret, günün sonunda bizi biz yapan şeyler oluyor.
 
İkinci kişisel serginiz “Ay, Güneş ve Ay”, önceki serginize kıyasla tamamen resim ağırlıklı işlerden oluşuyor. Bu serginin hikâyesi nasıl başladı?
 
İnsanın varoluş sancıları ve buna katmaya çalıştığı anlam daima ilgimi çeken konular oldu. Son üç dört senedir özellikle modern insanın, modern hayatın içinde kendini bulma ve anlamlandırma çabası üzerine çalışıyorum. Sergi de modern insanın bu çabasını gezegen dizilimleri, Ay’ın çekim kuvveti, yıldız haritaları, Güneş ışınlarının açılarıyla ilişkilendiriyor. Çünkü artık kendini bulma dediğimiz şeyi bu tip kozmik olaylarla açıklıyor, evrenden bazı cevaplar bekliyor ve kararlarımızda, seçimlerimizde bize yol gösterici olmasını istiyoruz. Bu fikirleri hayata geçirmeye başladığım ilk zamanlarda sergi dosyasını da hazırlamıştım.  İBB Kültür ve İBB Miras ekipleriyle sıkça toplantı yaptık ve aslında ne kadar uyumlu çalışabileceğimizi fark ettik. Süreç boyunca da çok değerli katkı ve desteklerle sergi son haline ulaştı ve Müze Gazhane’de açıldı. 
 
 
Karikatürden tamamen resim çalışmalarına geçiş süreciniz nasıl evrildi?
 
Karikatür çizerken de aslında benzer teknikleri uyguluyordum. Penguen, Kafa ve Uykusuz’da özellikle ilk dönemlerde sıkça guaj ve akrilik gibi klasik yöntemlerle çalışıyordum. Daha sonra bunları tarayıp dergide yayınlanabilir hale getiriyordum. O dönemden bu yana, sanırım fark etmeden de olsa bu kası geliştirmiş oldum. Editörlerim de bu tarz çalışmalarımı sergilemem gerektiğini sıkça söylüyordu.
 
Eserlerinizde yazılara sıkça yer veriyorsunuz. Bir sanat eserinin yazılarla izleyiciyle buluşması sizce nasıl bir etkileşim sağlıyor?
 
Sözcüklerle aram hep iyi oldu, kendimi ifade etmenin her yolunu seviyorum. Bu bir seramik, bir tuval, bir mürekkep de olabilir; sözcükler de benim için öyle. Eğer anlatmak istediğime beni götürecekse, orada bir cümle kullanmaktan çekinmiyorum. Eserin ne söylediğine, ne istediğine kulak kabartıyorum aslında. Bazen bir kâğıt parçası yapıştırmamı, bazen bir kumaş yırtmamı, bazen de bir yazı yazmamı istiyor ve buna uyuyorum.
 
 
Sergide yer alan tuval, kâğıt ve heykel çalışmalarınız arasında nasıl bir bütünlük ve diyalog oluşturuyorsunuz?
 
Hepsi birer ifade biçimi. Keşke daha farklı birçok yöntem de deneseydim diyorum, çünkü işaret etmek istedikleriniz bir bütünlük içindeyse, hangi alan ve disiplin olursa olsun o bağ kendiliğinden kuruluyor. Müze Gazhane’nin mimarisini ve serginin söylemek istedikleriyle kurduğu bağlamı çok seviyorum. O yüzden hem eserler, hem eserler arasındaki farklı teknikler, hem de mekân açısından harika bir kimya oluştuğunu ve bunun etkileyici bir bütünlüğe dönüştüğünü düşünüyorum.
 
İnsan varoluşunun sancılarını ve anlam arayışını eserlerinize nasıl yansıtıyorsunuz?
 
Sorular soruyorum, cevaplar için başka bakış açıları bulmaya, onları eşelemeye, bazen de onlardan kaçmaya çalışıyorum. Bence izleyicinin sergiyi bu kadar empatik bulmasının sebebi de bu. Benzer şeylerden kaçıp benzer yerlere saklanıyoruz ve bu, orada buluşmuşuz hissi yaratıyor. Bu da bence çok güçlü bir bağ oluşturuyor.
 
 
Eserlerinizde doğa bilimsel ve mekanik yaklaşımlara karşı sergilediğiniz duruşu nasıl tanımlarsınız?
 
Bu, sıkça kullanmayı sevdiğim bir metoda dönüşecek sanırım. İlk kez denememe rağmen çok keyif aldığım ve üzerine daha fazla şey üretmeyi düşündüğüm bir teknik.
 
Gece ve gündüz, karanlık ve aydınlık gibi zıtlıkları eserlerinizde nasıl bir araya getiriyorsunuz?
 
Her türlü zıtlığı seviyorum. Bu karşıtlıktan çıkan hikâyenin daha güçlü olduğuna inanıyorum. Çünkü bazı zıtlıklar bir araya geldiğinde, çok daha etkili başka bir kuvvet ortaya çıkartabiliyor. Tıpkı gece ve gündüzün bir günü, bir zamanı oluşturması gibi... Bu, başlı başına incelenmesi gereken, yeni bir odaya açılan bir kapı gibi.
 
 
Albert Camus’nün “Sisifos Söyleni” ve diğer yabancı eserlerden aldığınız ilham, sanatınızda nasıl tezahür ediyor?
 
Birçok şey çıkış noktası olabiliyor. Bunu sıklıkla, her üniteden sorumlu olduğumuz bir sınava benzetiyorum. Kitap, dergi, film, fotoğraf… Olabildiğince modern dünyanın hızına yetişmeye ve kendimi beslemeye çalışıyorum. Camus, Fowles, Hemingway, Araki fotoğrafları, Wes Anderson planları, Haneke sineması gibi birbirinden farklı alanlardan ufuk açıcı başlangıç noktaları bulabiliyorum.
 
“Ay, Güneş ve Ay” sergisine gelen izleyicilere hangi duygusal ve düşünsel deneyimleri yaşatmayı hedefliyorsunuz?
 
Sergi fikri oluştuğundan beri, izleyicilerin eserleri gezdikçe onların da izleyicilere bakmasını ve onlarla konuşmasını hedefledim. İnsanların aslında ne kadar birbirine benzediğini, ortak birçok duyguyu yaşadığımızı fark etmelerini istiyorum. Yalnız veya tek başına hissetmenin, modern dünyada giderek artan bir duygu olduğunu ve serginin buna bir başkaldırı niteliğinde algılanmasını amaçlıyorum.
 
Gelecekte, varoluşsal temaları ve insan arayışını daha da derinleştirecek projelere imza atmayı planlıyor musunuz?
 
Tabii ki. Bu konuyu kurcalamayı, yeni çıkış yolları aramayı seviyorum. Bir cevap bulunamasa bile, bu yolda olmanın hali, kendi kendimize kanıtladığımız bir cesaret nişanesi gibi benim için. O yüzden hayata geçmeyi bekleyen çokça proje ve fikir var.