Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Bir Rönesans insanı: Samih Rifat

Bir Rönesans insanı: Samih Rifat

Bir Rönesans insanı: Samih Rifat14 Nisan 2025 - 02:04
20. yılını kutlayan Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, Türkiye kültür hafızasının çok yönlü aydını, şair Oktay Rifat’ın oğlu Samih Rifat’ı, Bülent Erkmen’in küratöryal konsept ve tasarımında hayat bulan “Çok İş Var Yapacak” sergisi ve kitabını biçimlendiren fotoğrafları, filmleri, çizim, şiir defter, kitap ve müzikleriyle anıyor.
Erkmen sergi üzerine kaleme aldığı özel metinde Rifat için “Yaptığı farklı işlerle var olan Samih Rifat’ı onu kaybettiğimiz günden 18 yıl sonra retrospektif bir anlayış içinde onun adına bir seçki yapmaya çalışmadan sadece onun yaptığı işlerle ve ondan alınan alıntılarla ‘göstermek’ istedim,” ifadesini kullanıyor. 
 
Rifat’ın ardında kalanları Milliyet Sanat’a anlatan sergi küratoryal danışmanı Serhan Ada’ya göre ise manzara şöyle betimleniyor: “Oktay Rifat’ın oğlu olarak bunu yapmak ve bunu farklı ‘medium’larla yapıyor olmak, kolay değil. Baktığın zaman, arkada bıraktıklarından, bizim görebildiklerimizin ‘suyun daha yüzeyde kalan kısmı’ olduğu kanısındayım.”
 
EVRİM ALTUĞ 
evrimaltug@gmail.com
 
İstanbul Tepebaşı Meşrutiyet Caddesi’ndeki Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi 20. yılını kutluyor. Kuruluş, bu dönemde 17 Ağustos’a kadar sürecek “Çok İş Var Yapacak” isimli çok özel bir sergiye (daha) kapısını açıyor. ‘Kültür dünyasının ‘hezârfen’i olarak anılan, yine şair Oktay Rifat’ın oğlu olmasıyla da bilinen çok yönlü kültür ve sanat imzasının belleğinden geleceğe yansıyan görsel, işitsel ve yazılı izleri, Bülent Erkmen’in editoryal ve küratöryal konseptinde cisimleştiriyor. Türkçe ve İngilizce katalog - kitapta, (soyadı sırasıyla) Zeynep Avcı’dan sergi küratoryal danışmanı Serhan Ada’ya, Enis Batur’a, M.Özalp Birol’dan Münevver Eminoğlu’na, Esra Özdoğan’dan Mutlu Torun’a, Celâl Üster’den Necmi Sönmez ve Nevzat Sayın’a birçok dostu ve emektaşının Rifat’a dair biricik ifadeleri kalıcılaşıyor. Sergi ile kataloğu özellikle Rifat’ın defterleri, fotoğrafları ve desenleriyle hatta QR kodlar üzerinden izlenen belgeselleri ile bire bir olma heyecanı sevk eder tasarım ve kalitesiyle de şimdiden bir arşiv belgesi ehliyetini kazanmış görünüyor.
 
Samih Rifat’ın ailesinin katkıları ile sanatçı ve aydına ait fotoğraflar, filmler, çizimler, şiirler, defterler, kitaplar ve dahi müzikleri bitiştiren sergi, 2007’de yitirdiğimiz imzayı daha yakından tanımak için biricik bir fırsat olduğu gibi, sanatçının dostu M. Özalp Birol direktörlüğündeki müzenin de bir nevi ‘Rifat Akademyası’na dönüşmesine yol açmışa benziyor.
 
 
Sergi, Rifat’a ait ilk kez sergilenen kitapları, çektiği özgün fotoğrafları, hazırladığı kültür sanat belgesellerini ve resimlerini de sonsuz bir doğurgan labirent misali ziyaretçilerle paylaşıyor. Keza müze, fotoğraf danışmanlığını Esra Özdoğan ve Ahmet Elhan’ın yaptığı sergi refakatinde Haziran sonuna dek iletilecek çocuk, okul atölyeleri ve özel durumdaki ziyaretçilere odaklı Pera Engelsiz programlarıyla da Rifat’la daha sıkı kucaklaşma adına takdir topluyor. 
 
Bülent Erkmen: “Onu göstermeden ‘sergilemek’ istedim”
 
 
Sergi ve katalog tasarımı Bülent Erkmen’e ait.
 
Samih Rifat kitabı ve sergisi üzerine bir açıklama yapan sergi ve kitap küratöryal konsept sahibi Erkmen yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullanıyor:
 
“Samih Rifat farklı kültürel konulara ilgisi olan, bir konuda yoğunlaşmak yerine ilgisi olduğu her konuda sürekli üreten bir entelektüel.
 
Yazan, çizen, çeviren, derleyen, fotoğraf çeken, belgesel film yapan, gitar çalan, yayın yöneten bir ‘mimar’!
 
Yaşamı çok parçalı bir üretkenlik. Yaşamı bu parçaların bir bütünü.
 
Yapacağı işlerle beslenen, yaptığı işlerle besleyen ‘kendinden menkul’ bir kişilik örneği.
 
Bu sergi için kurduğum küratoryal ve editoryal konsept, onun yaşamının çok parçalı yapısının bir yansıması. 
 
Yaptığı farklı işlerle var olan Samih Rifat’ı, onu kaybettiğimiz günden 18 yıl sonra bir retrospektif anlayış içinde, onun adına bir seçki yapmaya çalışmadan sadece onun yaptığı işlerle ve ondan alınan alıntılarla ‘göstermek’ istedim. 
 
Görünmeden gösteren anlayışın anlamlı örneği olan Samih Rifat’ın kendisini göstermeden, yaptığı işlerin dışındaki hayatına da değinmeden onu ‘sergilemek’ istedim. 
 
O çok parçalı tüm işlerinden, yaklaşık 450’yi aşkın örneği herhangi bir sınıflandırma yapmadan, işlerin anlamsal birlikteliğini sergileme birimlerinin içinde kurarak bu birimlerin sergi mekânının bütünündeki dokusal yapısı içine yaydım. Tıpkı yaptıklarının onun yaşamının bütününe yayılması gibi.” 
 
 
Serginin küratoryal danışmanı Serhan Ada.
 
Diğer yandan, sergi küratoryal danışmanı Serhan Ada, dostu Rifat ve kişiliğini Milliyet Sanat’la şöyle paylaşıyor:
 
Sergi aynı anda hem çok serbest hem çok denetimli bir kimliğe sahip. Bir defter olarak tasarlandığı düşünülebilecek, üstat Erkmen tarafından tasarlanmış, adeta bizleri ayraçlarla gezdiren bir sergi bu. Bu anlamda Samih Rifat nasıl bir ‘aydın’ modeli ortaya koyuyordu?
 
Burada sadece okunsun, görülsün değil; nitekim fotoğrafı hiç elden bırakmamış olmasına rağmen ve sürekli yakınmış olmasına rağmen, elimizde kendisinden de bir alıntı mevcut: “1996 Mart. “Bu noktada temrinler yapmalıyım. Deneme filmleri çekmeliyim.” Aynı yıl Haziran: “Keşke Yunanca öğrenseymişim.”  Çünkü Heraklietos çeviriyor vs. Aynı yılın Ekim’i: “Okunacak çok şey var. Zaman az.” Serginin adı, aslında Samih’ten alınmış durumda. 1998 Şubat: “Film çekmek istiyorum. 8 mm. Yapmak zor.” Aynı yıl, Haziran: “Şiir yazabiliyorum galiba.” Ki bence, bütün yaptıklarını da, ‘şiir’ diye nitelendirmek, mümkün: “Ama az, ne yapalım, her şeyi istiyorum. Hep istedim. Bu kadar oldu. Razıydım. Razıyım.” Haziran 1998: “Film çekmek istiyorum.” Mayıs 1999: Yapacak çok iş var. Zaman az.” Katalogdaki yazım da öyle. “Yapacak çok iş var. Lâkin zaman az.” Ve bir eksiklik duygusu (Ocak 2002): “Bir dağa çıkmak istiyorum. Çok mu? ”Her yaptığını baştan sona sorgulayarak, didikleyerek yapan, kendini adeta hırpalayarak yapan ve aramızdaki hitapta olduğu gibi, bir ‘usta’ gibi yapmayı önemseyen biriydi Samih, ki onun için Onat Kutlar, zamanında – sanki kendisi de öyle değilmiş gibi - “Bir Rönesans insanı,” demiş. Enis Batur, başka bir yerde “Hezarfen” diye bahsediyor. Ama gerçekten şiirle ilişkisini koparmamış; Oktay Rifat’ın oğlu olarak bunu yapmak ve bunu farklı ‘medium’larla yapıyor olmak, kolay değil. Baktığın zaman, arkada bıraktıklarından bizim görebildiklerimizin ‘suyun daha yüzeyde kalan kısmı’ olduğu kanısındayım. Çünkü muhtelif kitaplara dağılmış önsözlerinden bir kitap yazılmasını savunuyorum. Bunu - lafta kalmasın diye - yazdım da. Çok değerli olabileceği kanısındayım. 
 
Bu arada şunu da belirteyim: Yaptığı belgesellerin tümüne ulaşamadık. Kurumlarda yani ‘onlarda durduğunu bildiğimiz halde’ bulamadık (!) diyebilirim. ‘Bulamadık’ diye cevap veren kurum adı anmak da istemiyorum! Ama arşiv meselesinin, sanat tarihinin yapı taşlarının en önemlilerinin biri olduğunu, sadece görebildiklerimiz, bilebildiklerimiz, hatta görseller üzerinden ibaret olmadığını, defa’atle anlamamıza rağmen sıkça unutuyoruz. Bence bu, iyi bir hatırlatma olabilir. 
 
Belki bir şey daha ekleyebilirim: Aslında onun evinde birkaç saatle sınırlı kısa süre geçirebildim. Sergi hazırlıkları, işi yapmak, zaman dar olduğu zaman araştırmanın önüne geçiyor. Evde görebildiklerim, aslında Pera Müzesi’nde ya da başka bir yerde bir ‘Üç Rifat’lar’ sergisinin ve etkinliğinin pekâlâ yapılabileceğini bana gösterdi. Çünkü (Dede) Oktay Rifat’ın yazdıkları, yaptıkları, Türk Dil Kurumu Başkanı iken yaptıkları, yine (Baba) Oktay Rifat’ın sadece şiirleri değil, yağlıboya onlarca resmi ve Samih’le yaptıklarıyla, tabii annesiyle beraber çevirdikleri de… Bunlar dahil olmak üzere, bunu hak eder bir özelliği de vurgulamayı gerekli gördüm. Belki bir sergiden çıkabilecek düşünceler, bu şekilde sıralanabilir. 
 
 
Oktay Rifat ve Samih Rifat.
 
Sergi bana ilginç biçimde bir ‘deniz kıyısı’, bir kumsalda olduğumuz duygusu uyandırıyor. Teşhir edilen işlere, Erkmen’in editoryal ve küratöryal tasarımını üstlendiği sergideki bu ‘dikit’lere (kendi ifadesi ile birimlere) baktığımızda, bu çakıl taşları hatta dikitlere tutunmuş midyeleri üzerinden bir yapıyı sürekli olarak inşa halinde olduğumuz fikrine kapılıyoruz. Hep yarım bırakılan, fani bir yapıyı yeniden inşa haline giriyoruz. Bu açıdan sergi, içeriye ve dışarıya mesuliyet arasında hep yaratıcı bir gerilim sunuyor, bize ‘bohem, aydın, yaratıcı’nın sorgusunu iletiyor diyebilir miyiz?
 
Kesinlikle. Bunu zaten birkaç kere üzerinden geçme şansını bulduğum defterlerinde de açıkça gördüm. Mükemmel bir şekilde, bunun aslında kendi kendinin mükemmeliyetini sorgulamak olduğunu. Ve de sizin soruyu sorarken ifade ettiğiniz şey gibi, tamamen “Ada” kitabında da bu karşılık buluyor! Yani oradaki nesnelerin denizle, karayla ve geçmişle, ufukla ilişkisi üzerine söyledikleriniz.
 
Keza ‘Akdeniz’, ‘Ege’…
 
Kesinlikle. Ben bir alt bölüm yazdım: “Bitmeyen Troya”. Samih’in yazdıklarında ufukta hep Troya var. Bu belki de hâlâ zamanımızı belirleyen bu kurucu anlatı. 
 
Hatta Samih Rifat’ta bir nevî muhabir açlığı, bir çocuğun merakı da mevcut, değil mi?
 
Onu kendisi itiraf ediyor. Ve o nedenle de, çeviri yaparken, çok yaygın bir gelenek olduğu biçimde, çeviriyi yapıp öylece koymak değil; son zamanlarında Yunanca öğrenmeye başlaması ve Yunan fiillerini çalıştığı defterinin ortaya çıkması gösteriyor ki, kendi yaptığını Fransızcadan çeviriyorsa, eski Yunanca özgün metne bakma ihtiyacı hissettiği, çok net okunuyor.
 
Tabii fanilik demişken, serginin bize aktardığı çok üzücü bir yönü de, bize yakın geçmişin çok nitelikli matbu yayınlarını da çağırıyor olması, denebilir mi? Yani bu bırakılmış manzara size geleceğin kültür sanat yayıncılığı adına ne diyor olabilir? Dijitalin olmadığı bir dönemde bunu, baskı ile yapmak…
 
Evet. K Kitaplığı, Yapı Kredi’de Enis Batur ile var ettikleri ve bugün hâlâ süren bir zengin kaynak oluşturmuş olmaları, tabii ki çok önemli. Çok da uzak olmayan bir geçmişte, bunun yapılabildiğini unutmamak bence çok önemli. Beraber çalıştığımız FOL’daki durum bile bunu anlatıyor. Yani vaktiyle ‘biz bunu ne yapacağız, bu okunur mu, bakılır mı?’ denen o nesnenin, şimdi ‘kült’ halinde sahaflardan toplanıyor olması bile, birazcık üzerinde düşünmeye değer. Zamanlar değişiyor. Ama bu merak, bu yaratıcı dürtü; ki şunu da belirtmek lâzım: Oktay Rifat’ın oğlu olarak, bu dünyanın içinde olmak, mimarlık okuyup, mimarlık yapmadan, şiirde, edebiyatta, sanatta bu ustalık yaklaşımını sürdürebilmek, kolay iş değil. 
 
 
FOL dergisi yazı is¸leri toplantısı, Serhan Ada ve Nevzat Sayın ile. Fotograf: Samih Rifat.
 
Siyaset ve Samih Rifat, size göre ne ilişkide?
 
Çok dürüst bir düşünce insanı olarak, tavrı net. Onun bir taraftan, Sabahattin Eyüboğlu’nun üniversitede öğrencisi olmuş ama öbür taraftan şu anda yayın dünyasında olan Cem Akaş, Cem İleri gibi yayın dünyasının önde gelen yöneticileriyle, Yapı Kredi (Kültür Sanat Yayıncılık) döneminde neredeyse ‘ağabeylik’ pozisyonunda olması açısından, Cumhuriyetin 50 yıllık düşünce tarihinde ‘enteresan’ bir ara yerde. Tam ortada bir konumda durduğunu, bu anlamda da Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nin de yaptığı kadirşinaslığın, bu önemli hatırlatma notunun dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. Zaten, sadece ‘Portreler’ fotoğrafları üzerinden bile bu sergi bağlamında ayrı bir yazı çıkacaktır. Yani umarım.
 
Bu açıdan sergi paralelindeki etkinlikleri de anons mealinde biraz açar mıyız? Çünkü sergi, ziyaretçiyi ‘Samih Rifat’a aç bırakan’ bir karakter taşıyor. Ne dersiniz?
 
Ben tam olarak programlama ekibinin içinde değilim. Ancak evet. Bu nedenle ben bana söz düştüğü müddetçe bu ‘sergi +’ ifadesini hep kullanacağım. Bir kere, fotoğraf üzerine, yani bir taraftan Şahin Kaygun ile arkadaşlığı ve onun üzerine kitap yaparken, ya da (ressam) Burhan Uygur üzerine olağanüstü bir yazı yazarken, öbür taraftan Ara Güler’e değiyor ve ona da değiniyor. Veya Magnum fotoğrafçılarıyla ile ilişkisi var. Bu koskoca ve çeşitlilik içeren bir dünya demek. 
 
 
Ara Güler: Fotoğraf: Samih Rifat.
 
Aynı şey, edebiyattaki yaklaşımında da var. Bir şiir, bir çeviri konusunda, belki bir fotoğraf konusunda ki burada önemsediği, bahsettiği iki yönetmen var; bir tanesi Jonas Mekas: Amerikan avangardı, bağımsız sinemasının en önemli öncülerinden biri. Öbürü, Derek Jarman ve o da başka bir uç. Onların filmlerinin gösterilmesi…
 
Sanıyorum Pera Müzesi’nde Samih’in “Simurg” dizisi gösterilecek. Bir tarafta Cahit Arf, öbür tarafta Füreya’nın (Koral) olduğu, bir tarafta Yaşar Kemal, diğer tarafta Necil Kâzım Akses veya Melih Cevdet’in (Anday) olduğu o belgesel dizisi, YouTube’da var olmasına rağmen, bence Pera Müzesi’nin gösterim programına girmeli. Ve serginin ‘aksesuarı’ değil, bütüncül bir parçası olmalı. 
 
Bir gitar dinletisinin de ayrıca iyi olacağı kanısındayım. Çünkü gitarcılar… Mutlu Torun ile neredeyse üniversite çağından beri gitar dinliyor ve çalıyorlar. Yine Hüsrev İsfendiyaroğlu’nun  gitar üstünden ilerleyen arkadaşlıkları ile ilgili çok iyi bir yazısı var. (Katalog ile gelen) Kitapta göreceksiniz; Türkiye’deki gitarın tarihi üzerine. Dolayısıyla serginin açık olduğu beş ay boyunca, etkinliğin katalog da dahil tamamlanabileceği kanısındayım. Katalogda bir şey daha yaptık: Samih’in çok sevdiği bir şey daha vardır… Birlikte dergi çıkarırken tema belirlendiğinde, kavram ortaya atıldığında Yayın Kurulu artı birkaç kişi toplanıp kavram etrafında konuşulur ve bu konuşma da derginin parçası olurdu. Biz de 12 kişi ki bu 12 kişinin nasıl seçilmiş olduğu rastlantı değil, oturup Samih Rifat’ı konuştuk ve “Samih Rifat’ı Konuşuyoruz” başlığıyla bu yayına da dahil edildi.
 
 
Samih Rifat editörlüğü bir nevî iktidar olarak kullanmayıp, bir orkestra şefi gibi davrandı denebilir mi ?
 
Hep öyleydi! Her ne kadar en sonunda doğru bildiğini kabul ettirmek için çok tatlı bir ikna yöntemiyle devam etse de, en titiz, saf, doğru noktaya gelene kadar bunu ortaya koyardı. Kaldı ki sergiyi gezdiğimiz şu anda da bunun önündeyiz: İki Ara Güler, iki Şahin Kaygun (fotoğrafı). Bence Türk fotoğraf tarihinin iki ucunda olan bu iki insanın burada olmaları, bence çok çok önemli.
 
Bu ‘akrabalık’, kalabalık yalnızlık: Yani kendini inanılmaz korurken inanılmaz bir yalnızlıkta büyümüş, kendini büyütmüş biri, sanırız değerli bir model olsa gerek, yorumunuz nedir?
 
Evet, örneğin sergide ‘yalnız kalmaya’ dair de bir alıntı var: “Sevgide, merakta yalnız kalmak ne kolay.” Yaratırken de yalnız kalması bence kendi yaptığı üzerine de bolca düşündüğünü gösteriyor. İyi ki defterlere bakma şansım oldu. Aralarında hâlâ yayınlanabilecek şiirler olduğu kanısındayım. 
 
 
Bildiğiniz gibi Türkiye’de açılan kimi özel kültür ve sanat kurumları birer akademi gibi davranmaya başladı. Değerli aydınların biricik kütüphane - arşivleri - buna İBB de dahil olmak üzere - buralara bağışlanıyor. Bu yönde bir Samih Rifat Kütüphanesi gibi bir girişim olur mu?
 
Bilemiyorum ama ummak istiyorum. Özellikle Rifat’ların evindeki ‘hazineleri ‘gördükten sonra ummak istiyorum. Çok önemli ve örnek bir katkı olur.
 
Burada hem bir serzeniş hem de neşe var değil mi?
 
Evet, kesinlikle. Bu ‘neşe’ meselesine ben, yazımın sonunda değiniyorum. Hz. İsa’nın, giderken “Neşem üzerinizde olsun, benim neşem size geçsin,” dileğini o da bambaşka bir yerde dillendiriyor. O bakımdan da, yabana atılamaz olduğu kanısındayım. 
 
Peki Samih Rifat’ın sergideki ‘sürpriz’ resimlerine, ya da potansiyel izleyicilerine gösterdiği bu ‘utangaçlık’ üzerine sizin okumanız nedir?
 
Bu bence kendisinin mükemmeliyetçi ve çok titiz yaklaşımından ileri geliyor. Yayınlanmasını istediği şiirleri işaretlemiş. Şiir kitabı “Çocuğu Anlat Bana” da ölümünden sonra yayımlanıyor. Ama defterlerine baktığımda, şiir kitabında yer almayan, bazılarının üzerini çizmiş olmasına rağmen, bazıları hâlâ duran öyle parçalar var ki, bence düpedüz ikinci bir kitabı - belki birinci ile de bir arada - hak ediyor. Tabii, burada eşinin, kızının, varislerinin iradeleri çok önemli. Ayrıca bu alanın, sanat ve düşünce tarihi bakımından tartışmaya açılmayı hak eden önemde olduğunu vurgulamak istiyorum. Bir örnek SALT, bu alanda çok önemli ve öncü bir kurum olarak, gerçekten başladığı andan itibaren çalışıyor. 
 
 
Akademik anlamda Samih Rifat üzerine bir tez mevcut mu acaba? 
 
Görmedim. O, öne çıkmamayı tercih ediyordu. Zaten Mutlu Torun’un özenle sakladığı dönemden kalma makara bant olmasaydı, şu anda sergi salonunda dinlediğimiz gitar kaydını da edinemeyebilirdik. O makaralı teyp kaydı, bandı da büyük sürpriz olarak çıktı, geldi.
 
Sergide paylaştığınız defterler. Bunları da birer fikir ve imge bahçesi gibi çalışmış, görsel sanatlarda bir dalgıç misali ‘mola vermiş’ denebilir mi?
 
Evet. Bravo. Onlar da, paylaşılası, konuşulası… O düşünce sürecine bakınca, ben desenlerinin de böyle olduğu kanısındayım. Karalama değiller. Bir şeyler yapmaya hazırlanırken üzerinde kendi kendini kurcalayan, ortaya bir şey çıkarıp çıkarmamaya önem vermeden… Ama karalama kesinlikle değil. Gördükçe, Rifat’ların evinde kalanları düşündükçe bir zaman, ‘Üç Rifatlar’ sergisinin, bir sergi ve koca bir olayın mümkün olabileceğini gördüm. Dil ve üzerinden ki dil olmasa, acaba resim tek başına nasıl ifade edilebilir, onu da uzun uzun konuşabiliriz. Ya da, müzik, aynı zamanda şiir olmasa, nasıl ifade bulur? Bütün bunların arasındaki geçişlilikler nedir? Buna da değer. Tabii bir de AKM’nin en parlak zamanında Onat Kutlar’lar, Zeynep Avcı’lar, Şahin Kaygun’larla çalıştığı dönemi de yaşanmış olanları çağrıştırmak açısından önemli olduğu kanısındayım.
 
 
 
 
Samih Rifat’ın özellikle Türk sanat tarihinde kendisinin diline doladığı üstatları oldu mu?  
 
Çok kolay değil. Birden fazla olduğuna eminim. Bir kere, en büyük üstadının Homeros olduğu kanısındayım. Bugün ne kadar dönüp okusak hâlâ o kadar önemli olan ilk usta o.
 
Sözgelimi sergi Samih Rifat’ın Abidin Dino ile ilişkisini merak ettiriyor. Keza Samih Rifat, bıraktıklarıyla bize ressam, çevirmen ve şair İlhan Berk’i de çağırıyor.
 
Evet. Enis Batur, Samih’in şiirini haklı olarak Oktay Rifat’tan daha ziyade Melih Cevdet’e (Anday) yakın buluyor. Ve bu bakımdan da çok önemli: Sanat tarihinde de önemsediği insanlar, galiba yazarken de bir yandan ‘yapanlar’. 
 
Özellikle vermek istediğiniz mesaj nedir?
 
Burada yapılan iş, bir serginin, bazen bir sergiden daha fazla şey verebileceğini hissettirebilirse, bence amaç hâsıl olmuş olacak. 
 
 
Rifat’ın beyazperdeden ilham kaynakları da Pera’da
 
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi Film ve Video Programları (Pera Film), ziyaretçilerini ağırlamaya devam eden Samih Rifat: “Çok İş Var Yapacak” sergisi kapsamında, görmenin, kaydetmenin ve yorumlamanın sınırlarını sorgulayan yeni bir film seçkisini sanatseverlerle buluşturuyor. İzleyiciyi bakışın doğasına, gerçeklik algısına ve görüntünün hafızasına dair derin bir yolculuğa çıkaran “Fotoğrafçı” başlıklı program 2-25 Mayıs arasında Pera Müzesi Oditoryumu’nda gösterilecek beş film ile çevrimiçi gösterilecek bir film olmak üzere toplam 6 filmden oluşuyor. Bu özel film seçkisi, Rifat’ın Akla Kara Arası adlı fotoğraf kitabında yer verdiği usta fotoğrafçılar Sebastião Salgado, Henri Cartier-Bresson, Josef Koudelka ve Bill Cunningham üzerine yapılmış belgeselleri içeriyor. Ayrıca, sinema tarihine damgasını vurmuş iki kurmaca film de programda yerini alıyor. 
 
Bilgi: https://www.peramuzesi.org.tr/sergi/samih-rifat-cok-is-var-yapacak-/1308