Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Bir mesleği, işi anlamlı kılan ne?

Bir mesleği, işi anlamlı kılan ne?

Bir mesleği, işi anlamlı kılan ne?15 Haziran 2024 - 05:06
Düşbaz Kitaplar etiketiyle çıkan “Tek Başına-Kendi İşinin Patronu Olma (Ve Kafayı Yememe) Rehberi” kitabı uzaktan çalışma, kendi kendinin patronu olma konusunda basit görünse de üzerinde kafa yorulması gereken ayrıntıları ele alıyor: Tek başınalıkla yalnızlık aynı şey mi? Tüm gün çalışınca, sürekli e-posta kutusunu kontrol edince bize madalya mı takıyorlar? Bir mesleği, işi anlamlı kılan ne? Gerçekten hepimiz çalışarak dünyayı mı kurtarıyoruz? Gökçe Çalışkan, bunlar gibi birçok soruya yanıt arayan kitabın mimarı Rebecca Seal ile yazar-çevirmen söyleşisi yaptı.
GÖKÇE ÇALIŞKAN
 
Koronavirüs pandemisinin, çalışma hayatına bakışı değiştirmesiyle hem ‘sessiz istifalar’ ses getirmeye başladı hem uzaktan/hibrit çalışma daha tercih edilir oldu hem de oyunu kendi kurallarına göre oynama yoluna gidenlerin sayısı arttı. “Kendi işini kurmak isteyenlere tavsiyeler” başlıklı tonla yazı bulmak mümkün (Ya da her şeyi olduğu gibi bunu da yapay zekâya danışalım, söyleyecek bir sözü kesin vardır…). 
 
Düşbaz Kitaplar etiketiyle çıkan “Tek Başına-Kendi İşinin Patronu Olma (Ve Kafayı Yememe) Rehberi” kitabı ise uzaktan çalışma, kendi kendinin patronu olma konusunda basit görünse de üzerinde kafa yorulması gereken ayrıntıları ele alıyor: Tek başınalıkla yalnızlık aynı şey mi? Tüm gün çalışınca, sürekli e-posta kutusunu kontrol edince bize madalya mı takıyorlar? Bir mesleği, işi anlamlı kılan ne? Gerçekten hepimiz çalışarak dünyayı mı kurtarıyoruz? 
 
Bunlar gibi birçok soruya yanıt arayan kitabın mimarı Rebecca Seal ile yazar-çevirmen söyleşisi yaptık. Çoğu insanın kafayı üretkenlikle bozduğuna dikkat çeken Seal, herkesin kendi hızında ilerlediğini, kendimizi başkalarıyla kıyaslamanın yersiz olduğunun altını çiziyor. Yıllarını verdiği gazeteciliğin durumundan hayli rahatsız olan İngiliz yazar bu mesleği bitireceği iddia edilen yapay zekâ karşısında ise insan yaratıcılığının gücüne inanıyor. Seal’ın evden çalışma konusunda çark eden ve çalışanları ofise dönmeye zorlayan patronlara da iki çift lafı var.
 
 
Öncelikle benim için ilginç bir çeviri deneyimi olduğunu belirtmem gerek. Kitabınızın çevirisini yaparken ben de koronavirüs pandemisi başından beri tam zamanlı olarak evden çalışıyordum. Dolayısıyla hem çevirdim hem de çevirdiğim cümleleri kendi hayatıma bilfiil uyguladım diyebiliriz.  Evden çalışmanın tadını alan birçok insan sıradaki hedef olarak kendi işinin patronu olmayı gözüne kestiriyor ama özellikle maddi açıdan cesaret edemiyor. Siz bu kararı nasıl verdiniz, hangi noktada “Tamam artık, ben kendi işimin başına geçiyorum,” dediniz, sizi ne ateşledi?
 
Açıkçası bu konuda fazlasıyla şanslı olduğumu söylemem lazım. Öte yandan benim açımdan stresin tavan yaptığı bir dönemdi çünkü 2000’lerin ortasında gazetede çalışıyordum ve herkese gönüllü olarak işten çıkma olanağı sunulmuştu. Böylelikle, az buçuk yaptığım birikimin de sayesinde freelance çalışma hayatına geçiş yapabildim. İnsanlara imkânları varsa eğer şunu yapmalarını tavsiye ederim hep (hayata geçirmenin inanılmaz zor olduğunu biliyorum, özellikle de günümüzde): Üç aylık masrafınızı karşılamanıza yetecek kadar para biriktirin ve ihtiyaç olduğunda kullanılmak üzere birikim hesabına atın. Çünkü benim durumumda şöyle oldu: Pandeminin ilk aylarında, yastık altına koyduğum bu paraya ihtiyaç duyduğum zamanlarda tam da böyle oldu, o birikimim olmasaydı halim ne olurdu, düşünmek bile istemiyorum. 
 
Kendi işimin patronu olma konusunda beni ateşleyen şey yazma isteğim oldu. Yazmaya pek alan bırakan bir iş yapmıyordum çünkü editördüm ve asıl işim başkalarını görevlendirmekti. Henüz 20’lerimdeydim; pek bir sorumluluğum, kredi borcum, çocuğum yoktu. Dolayısıyla kendi işimi kurmam diğerlerine göre daha kolay oldu. 
 
‘HOBİNİZİ İŞE ÇEVİRECEKSENİZ NEYİ NİYE YAPTIĞINIZI BİLEREK BU YOLA GİRİN’
 
Kitapta yer verilmesine en mutlu olduğum bölümlerden biri anlam arayışı üzerine olanıydı. Günümüzde “İşimizin bir anlamı olmalı, sevdiğimiz işi yapmalıyız” görüşüne fazlaca maruz kalıyoruz ve bundan etkileniyoruz; insanı mutsuz ediyor. İnsan bir noktada gerçekten hobisini işe çevirmeye çalışmalı mı?
 
İki ucu keskin bıçak niteliğinde bir soru bu. Bana kalırsa hobiyi işe çevirmek bazı insanlar için işe yarayan bir tercih olabilir. Ancak hobinizi işe çevirecekseniz, bu yola neyi neden yaptığınızı, kısmen de olsa bilerek girmeniz gerek. Hobinizin size verdiği tat önünde sonunda bozulacak. Sonucun bu olacağını bildiğiniz sürece sıkıntı yok! Fakat hepimizin yan uğraşları olabileceği, bu yolla, yani hobilerimizi gelir kapısına çevirerek ek kazanç sağlayabileceğimiz görüşü boş vaktimizi harcamanın eğlenceli bir yolu olmaktan çok (ki durum nadiren böyledir) toplumdaki daha büyük sorunlara işaret ediyor: Tam zamanlı işlerimizde kazandığımız para çoğumuza yetmediği için ek gelir yaratmak zorunda kalıyoruz. Kafayı üretkenlikle bozduk; üretkenliği öz saygı ve öz değer ölçütü olarak görüyoruz. İnsanların fiziksel ve zihinsel sağlıkları hiç etkilenmeden uzun saatler çalışabilen makineler olduğuna inanıyoruz ki bu doğru değil. Paranın, başarılı bir yaşam sürüp sürmediğimizi değerlendirmenin iyi bir yolu olduğunu sanıyoruz. Hobiyi işe çevirmek mümkün değildir demiyorum ama sizi neyin motive ettiği konusunda net olmanız ve sevdiğiniz bir şeyi her gün yapmak zorunda olduğunuz bir şey haline getirmeyi isteyip istemediğiniz üzerinde düşünmeniz lazım.  
 
 
Sürekli mesaiye kalmak, iş bittiği halde uzun saatler çalışmaya devam etmek normal olanmış gibi gösteriliyor. Kitapta da bahsettiğiniz üzere uzaktan çalışanlarda durum daha vahim. Nasılsa evdeyiz ve ‘rahatız’ diye günü çalışarak geçirmemizi bekleyen patronlara ya da müşterilere karşı nasıl bir söylem geliştirebiliriz?
 
Bu konudaki söylem beni çileden çıkarıyor. Hatta bu kitabı yazdığımdan beri daha da sinirleniyorum. Bazı kurumlar uzaktan çalışmanın (hepsi olmasa da çoğu) çalışan için verimliliği artırdığı ve çalışanlara iyi geldiği konusunda oldukça net. Esneklik sağlama ve uzaktan çalışmak isteyen ve istemeyenlere destek vermede iyi iş çıkarıyorlar. Ancak ofislere dönülmesini isteyenlerin sayısı benim için kabul edilebilir sınırı aşıyor. Bu dönüşü, bazen de olsa uzaktayken de kolaylıkla halledilebilen Zoom toplantılarında masalarında otursunlar diye veya buna benzer şeyler için talep ediyorlar. Kendi arkadaş çevrem ve meslektaşlarımın başına da aynı şeyin geldiğini görüyorum. Bu durum beni çok üzüyor, elim kolum bağlıymış gibi hissediyorum. Bir de şu geleneksel çalışma ortamlarında çalışılmazsa verimlilik beklenemeyeceğine canıgönülden inanlar var. Böyle düşünenler, çalışan kesimin –özellikle de birilerine bakmakla yükümlü ya da nöroçeşitliliğe sahip insanların– ihtiyaçlarının, hoşuna gidenlerin, hoşuna gitmeyenlerin ve yapabileceklerinin sınırının çeşit çeşit olduğunu göz ardı ediyor. Bence bir şeyleri değiştirmenin tek yolu verilerle konuşmak. Veriler de her seferinde, uzun saatler çalışılmadığında daha verimli olunduğunu ve daha az hata yapıldığını gösteriyor. Çalışma süresi makul olanlar aynı zamanda daha mutlu oluyor ve iş değiştirmeyi daha az aklından geçiriyor. 
 
‘LINKEDIN’DE GÖRDÜKLERİNİZİ BİR KENARA BIRAKIN’
 
“Bir şeyleri başarmak sizi mutlu edebilir –etmeli de zaten! – ama mutlu olma hayallerimizi bağladığımız tek şey başarı olmamalı” ve Başarılı insanların tutkularının peşinden koştuğuna, dolayısıyla başarı ve tutkunun kol kola gittiğine inandırıldık” cümleleri altını çizdiklerimden olmuştu. Yine kitapta bahsettiğiniz üzere sosyal medyanın da etkisiyle kendimizi sürekli birileriyle kıyaslıyoruz, kariyer basamaklarını hızla tırmanmak zorundaymışız gibi hissettiriliyoruz. Herkes patronluğa oynamak zorunda mı, kendi halinde bir hayat yaşamak isteyip de rahat bırakılmayanlara ne tavsiye edersiniz? Sizce de böylesi bir toplumda rekabete girmeyi reddetmek bir başkaldırı mıdır? 
Bence pandemi ve ‘sessiz istifa’ kavramının altını çizdiği bir diğer şey bu. ‘Küçülme’ kavramının etrafında gelişen görüşlerin de hakeza. Kariyerinizi sürekli geliştirmeyi istemek zorunda değilsiniz. Daha çok kazanmayı, kariyerinizde daha iyi konumda olmayı, küçük işletmenizi büyütmeyi, artık işe alım yapmaya başlamayı istemek zorunda değilsiniz. LinkedIn’de gördüklerinizi bir kenara bırakın. Tek ihtiyacınız olan, sizin için doğru olanı istemek. Bu isteklerin neler olduğunu bulup çıkarmak da genelde herkesten uzaktayken başarılır. Sosyal medyadan ve sosyal medyada başarının diğer herkes için ne anlama geldiğine dair aldığımız sayısız iletiden uzaktayken. Aksi halde kendimiz için gerçekte ne istediğimiz konusunda çok fazla –hakikaten oldukça fazla– etki altında kalıyoruz. O sebeple evet, dahil edildiğimiz bu acayip rekabetçi oyunu oynamayı reddetmek bir başkaldırıdır, oldukça sağlıklı bir başkaldırı. 
 
Malum, kurumsal hayatta uzaktan/evden çalışma ve hibrit çalışma modelleri pandemiyle birlikte bu kadar yaygınlaştı. Ancak Türkiye’de bu şekilde çalışanların hakları net bir şekilde belirlenmiş, korunuyor değil; şirketlerin inisiyatifinde. Örneğin şirket kendi vaat ettiği uzaktan çalışma modelini kendi inisiyatifine göre değiştirebiliyor, çalışan buna karşı çıktığında da işten çıkarmalar dahi yaşanabiliyor. İngiltere’de bu durum nasıl? Ülkemizdekiyle benzer mi, yoksa çalışanlar daha korunaklı mı?
 
Maalesef burada da durum aynı gibi duruyor! Esnek çalışma talep etme hakkına ilişkin olarak çalışanı koruyan belli şeyler var, daha iyi düzenlemeler yapılması için sıkı bir kampanya yürüten bazı önemli isimler de var. Ancak ben şunu görüyorum: Şirketler eğer isterlerse her şeyi 360 derece değiştirebilir. Son birkaç yılda çok kısa süre önceden haber verilerek ya da birdenbire tam zamanlı olarak ofise çağrılan insanlar elbette ki var çevremde.
 
‘MAKİNE ÜRÜNÜ HABER, FİKİR YA DA GÖRSELLERE MARUZ KALMAK İSTEMİYORUM’
 
Yazdığınız kitapların yanı sıra aynı zamanda gazetecisiniz ve yaklaşık 12 yıldır serbest çalışıyorsunuz. Türkiye’de ve okuduklarımızdan gördüğümüz kadarıyla birçok ülkede insanlar gazeteciliği çok sevmelerine rağmen başta maddi kaygılarla farklı sektörlere yönelmek durumunda kalıyor. Siz gazeteciliğin akıbetini nasıl görüyorsunuz? Özellikle yayıncılık, editörlük, çevirmenlik, içerik üreticiliği gibi genel itibarıyla yazı yazarak para kazanılan mesleklerin yakın gelecekte yok olmaya mahkûm olduğu konuşulup duruyor. Ne dersiniz, yapay zekâ gerçekten işimizi elimizden alacak mı?
 
Bu sıralar gazetecilik yapmak oldukça korkutucu. Yapay zekâ tüylerimi diken diken eden bir ihtimal olarak karşımda duruyor; 100 bin civarı yazarla birlikte benim de bazı kitaplarım, bir yapay zekâ geliştiricisi tarafından yapay zekâya İngilizce öğretme amacıyla iznim olmadan kullanıldı. Korkunç bir şey bu. Gazeteciliğin yanı sıra başka işler de yapıyorum çünkü sadece gazetecilik yaparak yaşamını idare ettirmek oldukça güç. Hele de benim gibi uzun formatlı özel haberler tadında işler yapıyorsanız. Ek olarak kitap yazıyorum, metin yazarlığı ve markalı içerik üretimi yaptığım da oluyor. Aynı zamanda eşimle birlikte işlettiğimiz bir fotoğraf stüdyomuz var. Uzun vadede ikimiz de bunları çeşitlendirmeyi, ne fotoğrafçılıkla ne de yazmayla alakası olan yeni gelir kaynakları eklemeyi planlıyoruz. Olur da kendi işlerimiz artık para kazandırmamaya başlarsa diye kendimizi garantiye almak için sırf. Bununla birlikte, her tür yaratıcı endüstrinin öleceğine dair beylik laflar edildi Sanayi Devrimi ve tabii ki TV ve internetin yaygınlaşmasından beri. İnsanlar, diğer insanların elinden çıkan işlerdeki değeri ve güzelliği hâlâ görüyor. Bunun böyle süreceğine dair umudumu yitirmedim. Bu zamana kadar oluşturulmuş her şeyi bir araya getirip kullanan (ve bu teknolojiyi üreten devlerin yanlılığını taşıyan) bir makine tarafından yaratılmış haberler, fikirler ya da görsellere maruz kalmak istemiyorum.
 
“Be Bad, Better- How Not Trying So Hard Will Set You Free” kitabınız da Türkçeye çevrilecek. Planladığınız yeni bir proje, üstüne çalıştığınız yeni bir konu var mı?
 
Şu anda ana odağım, “Be Bad, Better!”ın daha fazla okunmasını sağlamak. Kitabımla çok gurur duyuyorum ama öyle görünüyor ki kendimizi daha rahat bırakarak da mutlu olabileceğimiz, tatmin hissini yaşayabileceğimiz ve değerimizden bir şey kaybetmeyeceğimiz fikrini satmak bir hayli zor. Kültürel ve toplumsal açılardan, kendini sürekli yenileme ve bedenlerimizi, beyinlerimizi ve hayatlarımızı kendimizin en iyi versiyonuna ulaşacak şekilde programlama fikrine o kadar maruz bırakılıyoruz ki. O yüzden insanları, “Bu olduğunuz halinizle zaten yeterlisiniz” diyen bir kitabı okumaya ikna etmek zor.