Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Bienale üç yıllık kılavuz: Üç ayaklı kedi

Bienale üç yıllık kılavuz: Üç ayaklı kedi

 Bienale üç yıllık kılavuz: Üç ayaklı kedi26 Şubat 2025 - 10:02
Beyrutlu küratör Christine Tohmé’nin ‘Üç Ayaklı Kedi’ diye nitelediği İKSV Uluslararası 18. İstanbul Bienali, 2027’ye kadar sürecek eğitim, forum, atölye, sergi ve araştırmalarla, teoride ve pratikte gündemi yeniden belirlemeye aday. Koç Holding ana sponsorluğunda ücretsiz gezilecek bienalin basın toplantısı da etkinlik mekânı olarak seçilen tarihi Beyoğlu Spor Kulübü’nde yapıldı. Bienale 100’ü aşkın ülkeden 1450’ye yakın sanatçı başvurdu. Kesinleşen isimler mart sonunda belli olacak.
EVRİM ALTUĞ 
evrimaltug@gmail.com 
 
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenecek 18. Uluslararası İstanbul Bienali’nin kavramsal çerçevesi İstanbul Beyoğlu’ndaki tarihi Beyoğlu Spor Kulübü (BSK) binası etkinlik salonunda yapılan bir basın kahvaltısı ile kamuoyuna sunuldu. 
 
 
 
Fotoğraf: Salih Üstündağ
 
Buluşmaya, teması “Üç Ayaklı Kedi” olarak anons edilen 18. bienalin küratörü Christine Tohmé ve Bienal Direktörü Kevser Güler de katılarak, basın ve davetlilerin sorularını yanıtladı. Buna göre çağdaş sanat ve kültür alanında yeni eğitim ve üretim modellemeleri üzerine uzman bir isim olarak bilinen Lübnan asıllı küratör Tohmé, 2025’te başlayıp 2027’de sona erecek ve üç ayrı bölümden oluşacak 18. İstanbul Bienali’nde, etkinlik boyu sunacağı her yeni program ile bir önceki aşamadan devraldığı araştırma ve sorgulama hatlarının üzerine yeni deneyim ve eleştiri yapıları inşa edecek. 
 
Üç yıl sürecek bir ‘fikir ve eylem şantiyesi’
 
Üç yıllık bir fikir ve eylem şantiyesi izlenimi verecek “Üç Ayaklı Kedi” bienalinin ilk ayağı, 20 Eylül – 23 Kasım 2025 arası düzenlenecek sergiler ve kamusal programlardan oluşacak. 2026’da ise bienal kapsamında ‘kalıcı bir akademik yapı’ kurulmasına odaklanılacak. Buna ek olarak, yerel sanat inisiyatifleri ile yakın işbirliği içinde düzenlenecek dört etkinlikten oluşan karma bir program hayata geçirilecek. 2036’ya kadar Koç Holding ana sponsorluğunda, farklı destekçilerin de işbirliğiyle deneyimlenecek 18. İstanbul Bienali, 18 Eylül–14 Kasım 2027 arasında, süreç boyu kurulan işbirlikleri ve araştırmalar sonucunda ortaya çıkarılacak sergi yayın, performans ve buluşmalarla tamamlanacak. 
 
Öte yandan bienal basın buluşmasına ev sahipliği yapan BSK’nin tarihi de 1877 yılına kadar uzanıyor. İstanbullu Rumlar tarafından “Ermis” adıyla kurulan kulüp, 1886’da Athlitikos Sillogos Pera, 1914 yılında Peraclub adını aldı. Cumhuriyetin kuruluşuyla (1923) adı Beyoğlu Spor Kulübü oldu. 18. İstanbul Bienali kapsamında çeşitli performanslara da ev sahipliği yapacağı açıklanan tarihi yapıda BSK’nin köklü tarihine ışık tutan bir müze de yer alıyor.
 
Tohmé’nin kelimeleriyle: “Üç Ayaklı Kedi Bienali”
 
 
 
18. İstanbul Bienali küratörü Christine Tohmé. Fotoğraf: Salih Üstündağ
 
Hal böyle iken, Bienal küratörü Christine Tohmé’nin, Bienal Direktörü Kevser Güler refakatinde BSK Etkinlik Salonu’nda yaptığı “Bienal kavramsal çerçeve açıklaması” ise kayıtlara şöyle geçiyor: “Kedinin dokuz canlı olduğu söylenir. Kentin sevilen ve sayılan bu sakini, sokakların arasından süzülür, gözden kaçanların izini sürer ve gerinerek güneşin tadını çıkarır. Zekâsı ve cazibesiyle mahalleliler ve yoldan geçenler için kural tanımaz bir yoldaş rolüne bürünür. Binlerce yıllık evcilleşmeye rağmen tehlikeler karşısında yabaniliğini korur.
 
Oyun ile tehlike arasında, git gellerle yaşayan kedi, ona karanlık anlarda kılavuzluk eden meraklı bir ruha sahiptir. Zaman zaman bu ona ağır bir bedel ödetebilir, hatta bir uzvuna mal olabilir. Üç ayaklı kedi, bir görünüp bir kaybolarak sessizce gezinir. Aksak yürüyüşü, anlatılmamış bir dehşetin yankılarını taşır. Yine de arada bir soluklanır, başını kaldırıp gökyüzüne bakar ve gezegenin ufkunu sorgular. Kimi zaman tökezlese de zarafetini kaybetmeden yeni denge hareketleri dener. Kediyi takip ederek alışılmış yollardan ayrılmak bize onun haylazlıklarını taklit edip dönüşüm alanları yaratma cesareti verir; güneşin sıcaklığında teselli buluruz.
 
Giderek hızlanan yıkım, zorunlu göçler ve önü alınamayan krizler tüm ufukları ve gelecek olasılıklarını paramparça ediyor. Sürekli daralan bir şimdiyle karşı karşıya kalan bedenlerimiz, pek çok saate ayak uydurmaya zorlanıyor: kimisi hızlı kimisi yavaş kimisi bozuk. Bir sendeleyip bir ileri atıldığımız ikili bir devinim içine hapsolmuş, dengede durabileceğimiz adımı atmaya çabalıyoruz. Tıpkı kedi gibi biz de kendi etrafımızda dönüyor, kıvrılıyor, kaybolup yeniden ortaya çıkıyoruz. Yönümüzü bulmaya çalışırken, dinlenmeyi öğreniyor, bir yandan da korunmaya ve onarılmaya muhtaç parçalarımıza sahip çıkıyoruz.
 
Üç ayağı üzerinde 2025’ten 2027’ye uzanan 18. İstanbul Bienali, her yönüyle bir kediyi andırıyor. Zaman içinde esneyerek ayaklarını yere basıyor; sohbetlerden, egzersizlerden ve aralıksız haber akışından beslenen bir ritmi benimsiyor. Tema olarak kendini koruma ile gelecek olasılıklarını merkeze alan bienalin ilk ayağı, 20 Eylül–23 Kasım 2025 tarihleri arasında 40’tan fazla sanatçının eserini içeren bir sergiyle birlikte performanslar, gösterimler ve konuşmalar sunuyor. 2026’daki ikinci ayak, bir akademi oluşturmaya ve yerel inisiyatiflerle işbirliği içinde bir kamusal program dizisi geliştirmeye odaklanıyor. 2027’de ise bienal üçüncü ayağına yaslanarak dinleniyor; yol boyunca karşılaştıklarını bir araya getiren son bir sergi ve atölye programıyla tamamlanıyor.”
 
105 ülkeden 1446 sanatçıdan başvuru alındı
 
18. İstanbul Bienali’nin  - artık sona eren - katılım çağrısına 105 farklı ülkeden 1446 sanatçı ve kolektif başvurmuş bulunuyor. Sonuçların, 2025 Mart ayı sonuna kadar tüm başvuru sahipleriyle paylaşılması tasarlanıyor. Bu kapsamda, bienalin ilk ayağının kendini koruma ve gelecek olasılıklarına ilişkin temalara odaklanması öngörülüyor. Etkinlik öte yandan, başlıca şu yaratıcı ve eleştirel soruların kılavuzluğu ile geri sayımda bulunuyor: “Kırılganlık ve tekrar eden krizlerle karşı karşıya kaldığımızda, maddi koşullar ve güvensizlik hissi günlük hayatımızı nasıl etkiliyor? Kendimizle, bedenlerimizle ve toplumla olan ilişkimiz nasıl şekilleniyor? Soluklanabileceğimiz alanları nasıl yaratıyoruz? Alışılmadık dayanışma biçimlerini ve direniş için karşı-stratejileri nasıl keşfediyoruz? Onarmanın ve ileriye yönelik hayal kurmanın kol kola ilerlediği bir hareket, nasıl gelecekler tasavvur etmemize olanak tanıyor? Dünyalarımız aynı anda hem kâbuslara hem düşlere; hem geçiciliğe hem dayanıklılığa yer açacak şekilde çözülürken, bu dünyalarda yaşamaya nasıl devam edebiliriz?” 
 
 
 
Fotoğraf: Salih Üstündağ
 
Ücretsiz gezilebilecek İstanbul Bienali Danışma Kurulu’nda, yakın zaman önce Sabancı Üniversitesi (S.Ü.) Sakıp Sabancı Müzesi Müdiresi olarak da görevlendirilen akademisyen (S.Ü.) ve eleştirmen (AİCA TR) Ahu Antmen, küratör Lydia Gatundu Galavu, sanatçı Gözde İlkin, araştırmacı, küratör ve sanat direktörü Renan Laruan ile, küratör ve müze direktörü Sally Tallant da bulunuyor. Bienal küratörü Tohmé, BSK’deki tanıtımda ayrıca, şu dikkat çeken açıklamalarda da bulunuyor: “Sanat alanında çalışmayı dönüştürücü buluyorum. Bu dönüştürücü etkileşim sadece nihai sunumlarda değil, asıl bunu mümkün kılan üretim aşamalarında yani yaratım süreçlerinde, gündelik karşılaşmalarda, açılışlarda, atölye ziyaretlerinde ve okuma grubu buluşmalarında hissediliyor. Bu yüzden 18. İstanbul Bienali’nin sergileme kadar üretim sürecine de ağırlık veren bir program oluşturması gerekiyor. Sürenin üç yıla esnetilmesi, bienalin yerel kültür ve sanat ortamıyla ilişkilerini derinleştirmesine olanak tanıyacak. Böylece topluca ortaya konan sorular, bağlamlar ve topluluklar üzerinden işbirlikleri şekillenebilecek. Bu çok yıllı program, bölgesel ve uluslararası düzeyde farklı kuşaklardan sanatçıların birbirleriyle bağlantılar kurmasını sağlayacak, yeni ortaklıkların oluşmasını teşvik edecek ve yeni gerçekliklerle yüzleşirken sanatçılara destek olacak.”
 
“Önce içyapı üzerinde çalışıyorum.”
 
Bienal küratörü Christine Tohmé ayrıca, BSK’deki basın toplantısında Kevser Güler’in “3 yıllık yapı nasıl olacak?” sorusu üzerine üç yıla uzanana teori ve pratiği hazırlayıcı koşullara şöyle açıklık getiriyor: “Hep böyle çalışıyorum, önce altyapı üzerine çalışıyorum . “Hayatımın iki yılından daha azını verdiğim bir proje hiç yapmadım. Beyrut’ta olsun, “Ashkal Alwan”da olsun, Sharjah Bienali’nde olsun, böyle yaptım. Zaman yaratmaya, onu daha elastik hale getirmeye, onu bir nevî ‘yapı’ haline dönüştürmeye çaba gösterdim. Bizi daha farklı düşünme biçimlerine eriştirecek ‘aksak’lıklara yöneldim. 
 
COVID’i ve beraberindeki geçicilik halini bugün nasıl okuduğumu sorguladım. Bugüne ve kavramsal çerçeveye de böyle yöneldim sayılır. Bugün geldiğimiz noktada, geleceği de böyle deneyimliyoruz. Kendimizi ileriye nasıl yansıtıyoruz? Zamana ve temaya baktığımızda, bugün bize neler olduğunu düşünüyoruz? Elbette, bu son yıl, herkesin de anladığı bir şekilde deneyimleniyor. Bu durumla nasıl uzlaşmaktayız? Hepimiz, kendimizden ödün vermek durumunda kalıyoruz. Bunu yaparken kendi zamanımız üzerinde bir söz sahipliğimiz ve basit keyiflerimiz olmadığında durum daha da bulanıklaşıyor. 
 
Fikrim o ki, etrafa, yaşananlara baktığımızda bizlerin artık daha basit şeylere odaklanmamız gerektiği aşikâr. Daha da alçakgönüllü olmamız lâzım ve bunu yapmayı çok önemsiyorum. Etrafımıza baktığımızda halen her şeyin ‘büyük komisyonlar’ etrafında yaşandığını görmekteyim. Görkemli, büyük etkinlikler düzenleniyor ki, aslında tam da bu durum hayal gücünü geride bırakıyor. COVID’i düşünelim, onca işin üretildiğini ve bunları kimsenin görmemiş olabileceğini aklımıza getirelim.
 
Bunları yapıp, onlarla aramıza mesafe bırakıyoruz bırakmasına, ancak bu işlerle ne menem bir ilişkide kalıyoruz? Sessizlikle nasıl bir ilişkimiz var? Bir terminoloji yumağındayız ama gerçeklik çok daha farklı:
 
Önümüzde adeta ‘zorlama’ bir hal var ve bu hâle göre - güya - sanat dünyasının hali gayet iyi. Ama hayır, sanat dünyasının hâli hiç öyle iyi filan da değil. Buraya gelen Goethe Enstitüsü üyesi meslektaşımla da konuşuyorduk. Beyrut son üç aydır bombalanıyor. Ben de bir yandan İstanbul Bienali kavramsal çerçevesi üzerinde çalışıyorum. Ama şeylerin ortaya nasıl çıkabileceği konusundan pek de emin olamıyorum. Bu kavramsal çerçeveyi yazdığım esnada ben bile kendimi, ileriyi tasavvur ve hayal edemiyorum. Bu da bana son derece garip geliyor. Ve kendimi şöyle sorguluyorum: Ben bunu niçin yapıyorum, yaptığımın manâsı ne olabilir? Peki bana, bu koşullarda en çok yardımcı olabilecek nedir ki, yaptığım bu işi daha da iyi bir yer adına, yine daha iyi kılabileyim?   
 
 
 
İşte, tüm bunları bir araya getirmek benim için gerçekten zordu. Gerçekte kendimi yansıtmamın mümkün olmadığı bir yere kendimi açmak, bizden geri kalmış olanlarla baş başa kalmak. Neticede, bu işi geçen 36 yıldır sürdürüyorum. Tam da bunun benim adıma itici bir güç olabileceğini düşündüm. Çalışırken hep ‘şeyler’i kullanan ve eninde sonunda istediğini yapan biriyim. “Ashkal Alwan”da da böyle çalışıyordum. Öte yandan kediden ve onun değişkenliğinden söz etmişken benim de bedenim değişti, önce bir anne olmam, sonra da etrafımızdaki onca şeyden ötürü. Özellikle saçılmakta olan bunca vahşi eylem yüzünden.
 
Bundan da öte, çevremizde pek çok şey değişti. Bunu da ileriye taşıyıcı bir itici güç olarak kabul ettim. Bu yaklaşım her bir öğe için işe yarayacak mı emin değilim, elimden gelenin en iyisini yapacağım. Kesinlikle iyi işleyecek şeyler kadar, işlemeyenler de olacaktır. 
 
18. İstanbul Bienali tanıtım toplantısında ayrıca, küratör Christine Tohmé’nin Bienal Direktörü Kevser Güler’den gelen “Akademi ve Bienal” ilişkisine yönelik soruya verdiği yanıt ise şöyle kayda geçti: “Bu, yaptığım işin doğal bir parçası. Bu altyapıları yaratmak. İnsanlara ne yapmaları gerektiğini öğretmek adına burada değilim. Aksine, ben buraya insanlardan öğrenmeye geldim. 2026’da da yapmak istediğim bu olacak. Yapacağım, aslında konuşmaları hayata geçirebilmek olacak. Buraya belli bir süredir geliyorum ve konuşmalara yine katılmak arzusundayım. (...) Buradaki inisiyatiflerle konuşmak, onlardan öğrenmek için buradayım. Buraya hep bir misafir olarak çağrıldım, yine misafir olacağım. Onlara danışacağım, kendileri neler yapılabileceğini, neye gereksinim olduğunu benden daha iyi biliyorlar ve bana rehberlik edecekler.
 
 
 
 
18. İstanbul Bienali Direktörü Kevser Güler Fotoğraf: Salih Üstündağ
 
Açık çağrı ile yola çıkan 18. Bienal’e 1450 civarı başvuru sayesinde hiç tanımadığı pek çok sanatçı ile tanışma fırsatı bulduğunu belirten, kaynaklarını aklî, duygusal ve psikolojik olarak niteleyen, yolun henüz başında olduğunu vurgulayan küratör Tohmé, toplantıda ayrıca bundan duyduğu memnuniyetin de altını çizdi. Tohmé sözlerini şöyle sürdürdü: “Yeniden düşünebilmek üzere hizaya gelmek durumundayız. Bunu yaparken akıllı ama duygusal davranmalıyız. Bir araya getireceğimiz sorular, küratöryel önermeler mi olacaklar? Birçok yere seyahat ediyorum. Gittiğim yerlerde sadece komisyonlar var. Bu da ilgili duyarlığı kaybetmemize yol açıyor. Üretim, üretim, üretim… Komisyon, komisyon, komisyon… Ama bir şey yaptığımız yok. Anlamamız gereken bir şey var. Kullandığımız bu maddi kaynaklar, dayatma kaynaklardan başka şey değiller. Dahası artık dünyada bu kadar çok kaynak da kalmadı. 
 
Sözgelimi Lübnan’da büyük bir fon vardı ama artık yok. Çünkü siyasi durum değişti ve artık biz bu organizasyonların işlevleriyle aynı hizada değiliz. Ama aynı zamanda bizler de sürdürülebilir olmaktan çıktık. Yani umarım bu modeller, farklı yönlerle çalışır. Tıpkı 1990’larda yaşadığımız üzere, insanlar bir araya gelebilirler. Bunu öngörebileceğimizi elbette sanmıyorum, dilerim bu çalışır. Ancak tam bu yüzden, neden sürdürülemeyecek, kirası 100 binlerce dolara mal olacak mekânlar açıyoruz? Niye bu modeller daha deneysel şekilde tecrübe edilmesinler? Niye mekânları olmayan, farklı insanların ev sahipliğinde ilerleyen modeller denemiyoruz? Şu anda Beyrut’ta her bir mekân kapanmaya yüz tutmuş halde. Bienaller de bundan öğrenmeli. Hep aynı, süperstar isimlerle, artık iyice sindirilmiş sorunlarla, yine bilindik bir sistemde olmamalı. Bizim daha farklı bir sunum yapmamız gerekiyor.” 
 
Bienalde yaşananlar: “Devrim değilse bile, evrim sayılır”
 
Tohmé diğer taraftan yakın zaman önce İstanbul Bienali’nde yaşanan idari ‘erteleme’ ve ‘küratör’ krizine dair sorumuz üzerine ise, bienalde yaşananların artık devrimlerin yapılmadığı bir dünyaya değilse bile, belki bir tür evrime daha yakın tabir edilebileceği görüşünde bulundu ve bu sözleriyle izleyicilerin kahkaha yüklü sempatisini kazandı. Küratör ayrıca, toplantı boyu değindiği bienal ve akademik model ilişkisine şöyle açıklık getirdi: “Akademi resmî bir yapı olmamakla birlikte, eğitsel içerik taşıyor. Yerel bağlantılardan besleniyor. Buradaki bütün eğitsel yapıyı da araştırmayı hedefliyor. Temeli 15 yıl önce Beyrut’ta atılmış bir yapı bu. Akademik yapılarda ‘normalliğe’ ilişkin sorgulamalar üzerine düşünmekteyiz. Akımları araştırıyoruz ama aynı zamanda üniversitelerde de neler olduğuna odaklanıyoruz. Beyrut’ta şu anda 13. yılına giren Akademi’de 400’ün üzerinde öğrenci programı tamamladı ve birçoğu kendi okullarını yarattılar Polonya’da KEM; Koyo Kouoh’nun Senegal’de kurduğu merkez bunun örnekleri; Wael Shawky’nin bizim iki mezunumuzla kurduğu MASS Alexandria da şimdi yeniden açılmaya hazırlanıyor. Bu modellerin sürdürülebilirliği, daha erişilebilir olmaları bizi ilgilendiriyor. Liyakata dayalı olacak ama aynı zamanda ihtiyaca yönelik olacak.”
 
Küratör Tohmé son olarak, toplantıya katılan Bağımsız Eleştiri Yayını Argonotlar’ın Genel Yayın Yönetmeni Kültigin Kağan Akbulut’tan gelen soru üzerine, İstanbul Bienali’nin yakın zaman önce yaşadığı, dünyada da kimi yapılarda benzerleri görülen idari ve küratöryal krizlere bir kez daha gönderme yaparak, şunları açıkladı: “Elbette İKSV Bienali’nde yaşanan krizin farkındayım. Yaşananlara dair hayli uyanık vaziyetteyim. Yaptığım işin odağında şeffaflık vardır. Daha önce olanlarla ilgili olarak taşıdığımız yükün, hepimizin omzunda olduğunu düşünüyorum. Bunu çok ciddiye alıyorum. İKSV ile de başından bu yana çalışırken, sizin de sorunuzu teşkil eden birçok bileşeni ben de sorguladım. İKSV bu süreçte tümüyle şeffaf bir tavır gözetti. Bunu sorgulayan tek kimse de ben değildim. Bütün ekip olayı başından beri izledik ve bu noktaya geldik. Daha önce olup bitenlere dair şunu diyebilirim ki, durumun farkındayım ve bir parçası olarak sorumluluğu da üstlenmekteyim. Ancak ötekilerin mirasını taşımak gibi bir yükümlülüğüm bulunmuyor. Eğer tersi söz konusu olsaydı, ben de devam etmeyecektim. Bunda hepimizin farkında olması gerekiyor. Böyle olacaksa, ben de devam edemem. Öteki türlü nasıl çalışacağım bilmem. Dolayısıyla bu kriz tam da yaptığım şeyin ortasında ve ben bu konuda düşünmekteyim. Bu yüzden de sık sık Bienal Direktörü Kevser’e konuyu danışırım. Çünkü unutabiliyorum. Bilerek unutmaya çalışıyorum. Çünkü yeniden hatırlamaya ihtiyaç duyuyorum.” 
 
Disiplinlerarası ekollerin öncüsü: Tohmé
 
18’nci İstanbul Bienali’nin küratörü Christine Tohmé, küratoryal ve kurumsal pratiğinde kültürel üretim, sanat eğitimi ve topluluk inşasıyla ilgileniyor. 1993’te, kâr amacı gütmeyen “Ashkal Alwan” derneğini kuran Tohmé, 30 yılı aşkın süredir güncel sanat pratiklerini desteklemeye devam ediyor. Bu inisiyatifler arasında, ücretsiz öğrenim imkânı sunan “Home Workspace Programme” (2011–günümüz) ile çevrimiçi platformlar “Perpetual Postponement “ve “aashra” bulunuyor. Küratör olarak Tohmé, Home Works: A Forum on Cultural Practices, Beyrut (2002–günümüz) ve farklı şehirleri kapsayan Şarika (Sharjah) Bienali 13: Tamawuj gibi birçok disiplinlerarası programın da sahibi olarak tanınıyor. Çalışmaları, UNESCO-Şarika (Sharjah) Arap Kültürü Ödülü (2018), CCS Bard Audrey Irmas Küratoryal Mükemmellik Ödülü (2015) ve Prince Claus Ödülü (2006) ile onurlandırılan Tohmé, Uluslararası Bienal Derneği ve feminist kültür derneği Haven for Artists’in yönetim kurullarında görev alıyor. Beyrut’ta yaşıyor ve çalışıyor.
 
18. İstanbul Bienali : Birinci ayak: 20 Eylül-23 Kasım 2025  - İkinci ayak: 2026 boyu - Üçüncü ayak: 18 Eylül-14 Kasım 2027 - Bilgi: bienal.iksv.org