'Lili': Kaybettiğimiz masumiyetin filmi
28 Eylül 2012 - 07:09Yer küçük bir Fransız kasabası. Kasabaya yeni kurulan gezici karnavalda çalışan muhteşem sihirbaz Marcus, asık suratlı kuklacı Paul ve yardımcısı Jacquot kasabayı dolaşmaktadırlar. Hava güzel, kasaba renkli ve neşelidir.
“Günaydın beyefendi. Taze yumurtalarım var. İşte buradalar,” der satıcı kadın. “Bu sabah geldiler, seçebilirsiniz bile.”
“Ya şeftaliler nasıl?” diye sorar Marcus, yüzünde kocaman bir tebessümle.
“Şeftaliler mi? Nefis!” diye yanıtlar kadın.
Satıcı kadın, Jacquot ile konuşmaya başlamışken, çapkın Marcus da yanlarından geçmekte olan alımlı bir kadınla bakışmaktadır. Alımlı kadın merdivene yönelir ve işte tam o sırada Lili çıkar karşımıza. Bir elinde bavulu, öteki eli şapkası rüzgârdan uçmasın diye başında, telaşlı adımlarla basamakları inmektedir. Film boyunca birçok kez göreceğimiz o şaşkın ve endişe dolu yüzüyle Jacquot’nun yanına yaklaşır ve sorar:
“Affedersiniz. Bay Godet’i arıyorum, fırıncı.”
Jacquot, kasabaya yeni geldiğini, aradığı kişiyi satıcı kadına sormasını söyler ve zavallı Lili’yi başından atar.
“Affedersiniz bayan, 26 numara…” der Lili, elindeki adres yazılı kâğıdı göstererek.
“İşte orası,” diye yanıtlar kadın.
Ancak camları kalın bir toz tabakasıyla kaplı dükkân belli ki uzun süredir kapalıdır. Fırıncı Gadot ölmüştür, tıpkı Lili’nin saat tamircisi olan babası gibi. Lili son umudunu da kaybetmiştir. Babasından kalan saat dışında sahip olduğu hiçbir şey yoktur. Yalnızdır, evsizdir, parasızdır, savunmasızdır.
Sizin de tahmin ettiğiniz gibi bu özelliklere sahip on altı yaşındaki bir kızı kandırmak isteyecek insanlar çıkacaktır elbet. Çıkar da. Neyse ki küçük kızın şansı yaver gider; Lili, onu tesadüf eseri de olsa kötü niyetli tüccarın elinden kurtaran Marcus’un peşine takılır ve ne olduğunu bile anlamadan kendisini karnavalın kafesinde garsonluk yaparken bulur.
Kozasından yeni çıkmış bir kelebek kadar masum ve hayattan habersiz Lili bu işte pek de başarılı değildir. Servis yapmak şöyle dursun, tüm yaptığı ayakaltında kalmamaya çabalamaktır. Muhteşem Marcus’u ve gösterisini seyre dalıp işi savsaklaması bardağı taşıran son damla olur ve sonunda kovulur.
Gidecek bir yeri kalmayan Lili, hayata daha başlamadan veda etmeye, gökyüzüne doğru uzanan bir merdiveni tırmanıp oradan atlamaya karar verir. Birkaç basamak çıkmıştır ki atılgan, zeki, vakur kukla Havuç Kafa’nın sesini duyar. Lili onun yanına gider, sanki gerçek bir insanmış gibi dertleşirler. Bu arada diğer kuklalarla da tanışır:
Kibirli, kıskanç, bencil Marguerite; hırsız, yalancı tilki Reynaldo ve korkak, aptal, sevgiye aç Dev ile.
Bu planlanmamış gösteri o kadar ilgi çeker ki Lili, Paul tarafından kukla gösterisinin bir parçası olarak işe alınır. Tek yapması gereken gösteri boyunca kuklalarla konuşmaktır. Ama Paul’den korkmaktadır da. Savaşta bacağından yaralanınca başarılı dans kariyerine son vermek zorunda kalan Paul kalpsizdir, acımasızdır, sinirlidir, çoğu zaman da sarhoştur. Anlaşılması güç, kaba biridir. Kibar ve etkileyici muhteşem Marcus’un tam tersidir.
Gösteriler boyunca Lili’nin inanılmaz, hatta gerçekle bağdaşmayacak kadar abartılı saflığına şahit oluruz. Lili kuklaların ardında Paul olduğundan habersiz gibidir. Onlarla gerçeklermiş gibi konuşur. Birlikte şarkılar söylerler, eğlenirler, hüzünlenirler, ağlarlar, gülerler…
Film ilerlerken küçük kız Lili büyüyecek, yavaş yavaş dünyayı keşfetmeye başlayacak ve daha önce ayırdına varamadığı gerçekleri fark edecektir.
Filmin sonuna doğru Marcus ile aralarında geçen diyalog, Lili’nin artık küçük bir kız olmadığını ispatlar niteliktedir:
Lili, “Bir rüyada yaşadığımı biliyorum, küçük bir kız gibi. Görmek istemediklerimi görmeden. Ama bir şey bilmek ister misiniz Marc? Bazen içimize sığmayan duygularımız ve düşüncelerimiz vardır, tıpkı küçük bir kız gibi. Küçük kızlar büyürler. Ve anlarlar ki her şeyin doğru bir zamanı ve yeri vardır. Okula gitmenin bir zamanı vardır. Aileni kaybetmenin bir zamanı vardır. Ve yakışıklı bir sihirbaza âşık olmanın da zamanı vardır. Fakat uyanmanın da bir zamanı vardır.”
Marcus, “Sen akıllı bir kızsın Lili. (Bu kez onu minik fare diye çağırmaz.) Tüm bunları nereden öğrendin?”
Lili, “Öğrenmeyiz. Sadece büyürüz ve biliriz. Elveda Marc.”
Marc, “Elveda.”
“Lili” özel efektli, büyük bütçeli, bol entrikalı yapımlara alışmış günümüz izleyicisini tatmin etmeyebilir, ama bir yönüyle günümüz filmlerinden kat kat üstündür.
Sonu en başından tahmin edilse de “Lili”, yüzümüzde sürekli bir tebessümle seyredeceğimiz, kaybettiğimiz masumiyeti bize hatırlatacak harika bir klasiktir.
Ve şayet akşam hangi filmi izleyeceğinize henüz karar vermediyseniz iyi bir seçim olabilir.
“Günaydın beyefendi. Taze yumurtalarım var. İşte buradalar,” der satıcı kadın. “Bu sabah geldiler, seçebilirsiniz bile.”
“Ya şeftaliler nasıl?” diye sorar Marcus, yüzünde kocaman bir tebessümle.
“Şeftaliler mi? Nefis!” diye yanıtlar kadın.
Satıcı kadın, Jacquot ile konuşmaya başlamışken, çapkın Marcus da yanlarından geçmekte olan alımlı bir kadınla bakışmaktadır. Alımlı kadın merdivene yönelir ve işte tam o sırada Lili çıkar karşımıza. Bir elinde bavulu, öteki eli şapkası rüzgârdan uçmasın diye başında, telaşlı adımlarla basamakları inmektedir. Film boyunca birçok kez göreceğimiz o şaşkın ve endişe dolu yüzüyle Jacquot’nun yanına yaklaşır ve sorar:
“Affedersiniz. Bay Godet’i arıyorum, fırıncı.”
Jacquot, kasabaya yeni geldiğini, aradığı kişiyi satıcı kadına sormasını söyler ve zavallı Lili’yi başından atar.
“Affedersiniz bayan, 26 numara…” der Lili, elindeki adres yazılı kâğıdı göstererek.
“İşte orası,” diye yanıtlar kadın.
Ancak camları kalın bir toz tabakasıyla kaplı dükkân belli ki uzun süredir kapalıdır. Fırıncı Gadot ölmüştür, tıpkı Lili’nin saat tamircisi olan babası gibi. Lili son umudunu da kaybetmiştir. Babasından kalan saat dışında sahip olduğu hiçbir şey yoktur. Yalnızdır, evsizdir, parasızdır, savunmasızdır.
Sizin de tahmin ettiğiniz gibi bu özelliklere sahip on altı yaşındaki bir kızı kandırmak isteyecek insanlar çıkacaktır elbet. Çıkar da. Neyse ki küçük kızın şansı yaver gider; Lili, onu tesadüf eseri de olsa kötü niyetli tüccarın elinden kurtaran Marcus’un peşine takılır ve ne olduğunu bile anlamadan kendisini karnavalın kafesinde garsonluk yaparken bulur.
Kozasından yeni çıkmış bir kelebek kadar masum ve hayattan habersiz Lili bu işte pek de başarılı değildir. Servis yapmak şöyle dursun, tüm yaptığı ayakaltında kalmamaya çabalamaktır. Muhteşem Marcus’u ve gösterisini seyre dalıp işi savsaklaması bardağı taşıran son damla olur ve sonunda kovulur.
Gidecek bir yeri kalmayan Lili, hayata daha başlamadan veda etmeye, gökyüzüne doğru uzanan bir merdiveni tırmanıp oradan atlamaya karar verir. Birkaç basamak çıkmıştır ki atılgan, zeki, vakur kukla Havuç Kafa’nın sesini duyar. Lili onun yanına gider, sanki gerçek bir insanmış gibi dertleşirler. Bu arada diğer kuklalarla da tanışır:
Kibirli, kıskanç, bencil Marguerite; hırsız, yalancı tilki Reynaldo ve korkak, aptal, sevgiye aç Dev ile.
Bu planlanmamış gösteri o kadar ilgi çeker ki Lili, Paul tarafından kukla gösterisinin bir parçası olarak işe alınır. Tek yapması gereken gösteri boyunca kuklalarla konuşmaktır. Ama Paul’den korkmaktadır da. Savaşta bacağından yaralanınca başarılı dans kariyerine son vermek zorunda kalan Paul kalpsizdir, acımasızdır, sinirlidir, çoğu zaman da sarhoştur. Anlaşılması güç, kaba biridir. Kibar ve etkileyici muhteşem Marcus’un tam tersidir.
Gösteriler boyunca Lili’nin inanılmaz, hatta gerçekle bağdaşmayacak kadar abartılı saflığına şahit oluruz. Lili kuklaların ardında Paul olduğundan habersiz gibidir. Onlarla gerçeklermiş gibi konuşur. Birlikte şarkılar söylerler, eğlenirler, hüzünlenirler, ağlarlar, gülerler…
Film ilerlerken küçük kız Lili büyüyecek, yavaş yavaş dünyayı keşfetmeye başlayacak ve daha önce ayırdına varamadığı gerçekleri fark edecektir.
Filmin sonuna doğru Marcus ile aralarında geçen diyalog, Lili’nin artık küçük bir kız olmadığını ispatlar niteliktedir:
Lili, “Bir rüyada yaşadığımı biliyorum, küçük bir kız gibi. Görmek istemediklerimi görmeden. Ama bir şey bilmek ister misiniz Marc? Bazen içimize sığmayan duygularımız ve düşüncelerimiz vardır, tıpkı küçük bir kız gibi. Küçük kızlar büyürler. Ve anlarlar ki her şeyin doğru bir zamanı ve yeri vardır. Okula gitmenin bir zamanı vardır. Aileni kaybetmenin bir zamanı vardır. Ve yakışıklı bir sihirbaza âşık olmanın da zamanı vardır. Fakat uyanmanın da bir zamanı vardır.”
Marcus, “Sen akıllı bir kızsın Lili. (Bu kez onu minik fare diye çağırmaz.) Tüm bunları nereden öğrendin?”
Lili, “Öğrenmeyiz. Sadece büyürüz ve biliriz. Elveda Marc.”
Marc, “Elveda.”
“Lili” özel efektli, büyük bütçeli, bol entrikalı yapımlara alışmış günümüz izleyicisini tatmin etmeyebilir, ama bir yönüyle günümüz filmlerinden kat kat üstündür.
Sonu en başından tahmin edilse de “Lili”, yüzümüzde sürekli bir tebessümle seyredeceğimiz, kaybettiğimiz masumiyeti bize hatırlatacak harika bir klasiktir.
Ve şayet akşam hangi filmi izleyeceğinize henüz karar vermediyseniz iyi bir seçim olabilir.