Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Selin Gürel | Toronto’da bir ustalık eseri: “Tereddüt”

Toronto’da bir ustalık eseri: “Tereddüt”

14 Ekim 2016 - 05:10
Eylül’de Toronto Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan “Tereddüt”ün düşündürdükleri…
Bir Yeşim Ustaoğlu karakteri olsaydınız, kendinizi, farkında olarak ya da olmayarak, bir yerlerden kaçma ihtimalinizi hesaplarken, kaçma umudunuzu yeşertirken veya şanslıysanız alenen kaçarken bulurdunuz. Kaçış yolu çok yakınınızda. O kadar yakın ki, elinizi uzatsanız dokunabilirsiniz. Ama o kadar kolay değil. 
 
“Araf”ın Zehra’sı, şehirlerarası yolculukların silik duraklarından biri olan, insanın dışına çıktığı anda hafızasından sileceği bir yol üstü lokantasında çalışıyordu. Etrafındaki herkes ve her şey, hareket halindeydi. Varılacak hedefler, aşılacak yollar vardı. Teoride tek yapması gereken, adımını dışarı atmaktı belki de. Ama kaçış yolları ne kadar yakında olursa olsun, kaçmak o kadar kolay mıydı? “Pandora’nın Kutusu”nda Nusret ve Murat her şeye rağmen kafeslerinden firar etmeyi başardılar, peki ya sonrası?
 
“Tereddüt”ün iki ana karakteri, Şehnaz ve Elmas da, birbirlerine taban tabana zıt gibi görünen hayatlar sürmelerine rağmen, en kısa zamanda kaçıp kurtulmak zorundalar, ama bunu henüz bilmiyorlar. Ustaoğlu, kendi hayatlarına sıkışıp kalmış, onlara verilmiş rolleri kendilerinden beklendiği gibi yerine getiren bu iki kadını ortak bir paydada birleştirirken, toplumsal sınıf, geçmiş, deneyim, inanç ve kültür farklarını etkisiz eleman konumuna getiriyor; karakterlerini, ancak ve ancak cesaret edebildikleri noktada özgür olmayı arzulayan iki kadın olarak yan yana yerleştiriyor. Başlangıçta; cinsellik, ikili ilişkiler, arkadaşlık, gündelik hayat, iletişim, mutluluk gibi kıstaslar üzerinden kutuplaştırılan Şehnaz ve Elmas’ın, film ilerledikçe, erkek zorbalığının katkısıyla birbirinin eşine dönüşmesi, hazır olmadığınız dağ gibi bir huzursuzluğu omuzlarınıza bırakıyor.
 
 
Sinemada, kadınları kendi kaderlerine hapsetmeyi görev edinmiş erkek karakterlere alışığız. Özellikle de yerli sinemada bir kadın hikayesi izliyorsak. Bu erkek tipi, kadına kendini değersiz hissettirmek için filmdedir. Elbette hayal ürünü değildir, ama perdede iyiden iyiye şeytanlaşır, çoğu zaman saf kötülüğün simgesi olur. Ustaoğlu'nun "Tereddüt"teki başarılarından biri, erkek karakterleri oluştururken yukarıdaki şablona uymaması. Kadın ekseninde böyle kritik bir hikaye anlatıyorsanız, bu, dünyalar demek…
 
Filmin Toronto Film Festivali’ndeki dünya prömiyerinde, filmde portrelenen erkeklerin Türkiye’ye özgü olduklarını düşünen seyirciler, Yeşim Ustaoğlu ve başrol oyuncularından Funda Eryiğit’e Türk erkeklerinin film hakkında ne düşündüklerini sordular. Eryiğit’in cevabı salondan alkış aldı: “Bu erkeklerin sadece Türkiye’de olduklarını sanmıyorum. Bu, evrensel bir konu.” İşte tam da Eryiğit’in parmak bastığı bu evrensel bakış açısı, “Tereddüt”ün gizli silahı.
 
Filmin iki erkek karakteri, onlardan nefret ettiğiniz anlarda bile, kötülükle ilişkilendirilmiyor. Her ikisi de, toplumdaki konumunun sefasını sürebileceği bir ilişki inşa etmiş kendine. İkisinin de üstünlüğü baki, ama ikisi de derme çatma ilişkisinin başına yıkılmasından ölesiye korkar halde. Yönetmen, erkek karakterlerinin korkularını ve buna paralel olarak özgüven sorunlarını hafif ama etkili şekilde hissettiriyor. Bu sayede, seyircinin, Şehnaz ve Elmas'ı daha tanımadan birer kurban olarak etiketlemesinin de önüne geçmiş oluyor. Böyle bir hikayede, çok çekici klişelere hiç bulaşmamak cesaret işi değilse nedir? 
 
“Tereddüt”, kadın hikayelerinin kaş yaparken göz çıkardığı sinemamızda, konuya dair ders niteliğinde bir film. Şiddet sarhoşluğuna kapılmayan; başka bir filmde ya kurban ya suçluya dönüşecek iki kadın karakterini, birbirinin yaralarını saran iki birey olarak resmeden, bir ustalık eseri. Funda Eryiğit ve Ecem Uzun’un performansları harikulade. Ustaoğlu’nun “kadın gözü”, sevişme sahnelerinde de kendini hissettiriyor. Karakterlerine dair ipuçlarıyla dolu, cesur ve çok iyi çekilmiş sahneler bunlar. Finale doğru, filmin en kritik sahnesinin biraz uzun tutulması, zorlayıcı bir etki yaratıyor. Ama ilginçtir, izledikten haftalar sonra, “Tereddüt”ü düşünürken aklınıza ilk olarak o sahne geliyor. Unutmadan, iyi ki hala bazı filmler 35mm çekiliyor…