Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Selin Gürel | Altın Portakal adayları mercek altında - 2

Altın Portakal adayları mercek altında - 2

11 Ekim 2013 - 11:10
Ulusal Yarışma’nın geri kalan yedi filminin değerlendirmesi ve tahminler…
Ezgi Asaroğlu'nun başrolünde olduğu Ferit Karahan filmi "Cennetten Kovulmak", yarışmadaki diğer ilk filmlere göre daha profesyonel.


Cennetten Kovulmak (Ferit Karahan)

Ferit Karahan’ın ilk filmi “Cennetten Kovulmak”, bir tarafa oğulları askerde olan orta sınıf şehirli bir aileyi, diğer tarafa asker yüzünden darmadağın olan Muşlu, Kürt bir aileyi koyarken, o çok büyük sandığımız farklılıkların bazen nasıl da büyük benzerliklere dönüşecebileceği fikrini takip ediyor. Ancak filmin karakter gelişimi konusunda sıkıntıları var. Karakterleri geliştirmek için senaryonun yaptığı bütün hamleler ölümlerden medet umuyor. Birileri öldükçe, ana karakterlerin hayatlarında yeni dönemlere girdiklerine şahit oluyoruz. Oysa olay örgüsü, ölümler olmadan da ilerleyebilmenin bir yolunu bulmalıydı. Dahası hikayenin temelini oluşturan, Ezgi Asaroğlu’nun canlandırdığı Emine karakterinin dönüşümü, önceden gerekli altyapı sağlanamadığı için yeterince ikna edici değil. Kürt meselesi bağlamında karşı karşıya getirilen bütün değerler, el yordamıyla yerleştirilmiş hissi uyandırıyor. Filmin fazla köşeli bir anlatım benimsediğini, yan hikayelerin senaryo üzerinde yer yer yama gibi göründüğünü eklemek gerek. Bu yüzden akmayan, akamayan bir film olarak kalıyor akıllarda “Cennetten Kovulmak”. Ancak öğrenci filmi seviyesindeki diğer birkaç ilk film denemesiyle karşılaştırınca, Ferit Karahan’ın çabası kayda değer.

Ali Kemal Çınar'ın yönetip oynadığı "Kısa Film", daha çok arkadaşlar arasında izlenecek durumda.


Kısa Film (Ali Kemal Çınar)

62 dakikalık süresiyle orta metraj kategorisinde değerlendirilmesi gereken, ancak kendini Ulusal Yarışma’da bulmuş “Kısa Film” basur olmuş, Kürt, şehirli, kısa film yönetmeni karakteriyle metafor zengini olsa da, herhangi bir festivalin yarışma filmi olarak ele alınması teknik açıdan pek de mümkün olmayan bir çizgide seyrediyor. Bunda elbette bütçe sıkıntısının büyük payı var. Yönetmeni Ali Kemal Çınar’ın bir nevi kendisini canlandırdığı film, daha çok arkadaşlar arasında izlenecek durumda. Filmin metaforlarından beslenen mizahın ve ironinin damgasını vuracağı, daha incelikli bir senaryoyla, “Kısa Film” eli yüzü düzgün bir “kısa film” olabilirmiş. Bu haliyle uzun metraj yarışması hırsına kapılmasını anlamak mümkün değil.

Nil Günal ve Hakan Yufkacıgil'in başrollerinde olduğu Nihat Seven filmi "Uzun Yol", daha jenerikte isminin yanlış yazılmasıyla seyircinin ilgi ve saygısını büyük oranda kaybetmişti.


Uzun Yol (Nihat Seven)

“Uzun Yol” perdeye “Ozun Yol” olarak yansıyınca ister istemez merak ettik, bu filmin gerçek adı bu mudur diye? Ne de olsa perdeye yansıyan ne ise, gerçek isim de odur, öyle değil mi? Perdeye mi inanacağız, yoksa festival kataloğuna mı? Sinema tarihinde herhangi bir örneği olduğunu sanmadığım, filmin seyirciye ve jüriye olan saygısını bir anda sıfıra indiren, bu akıl almaz hata, affedilir gibi değil. Önce bunu vurgulayarak başlayalım. Nihat Seven’in böyle bir hatadan sonra günah çıkarması kolay olmayacak. Bu hata kendisini bütün kariyeri boyunca takip edecek ve doğrusu etmeli de. Filme geçmeden önce, kurgunun da gösterimden bir gün (!) önce tamamlandığını düşünmemizi sağlayacak kanıtlar mevcut. Tekrar edilen sahnelerin yanı sıra, öykü mantığı itibarıyla daha sonra izlememiz gereken bazı sahneleri vaktinden önce izlediğimiz de oldu ne de olsa. Festivale teslim edilen kopyanın bir kez bile izlenmediği açıkça ortada. Peki bu filmin yarışmada ne işi var? İlk soru bu. Eğer tatmin edici bir film izleseydik, belki bu sorunun cevabını alabilirdik. Ancak “Uzun Yol”unki gibi bir hikaye nasıl tatmin edici bir filme dönüştürülür, kestirmek çok zor. 117 dakika boyunca, Flash TV’nin “Gerçek Kesit”inden bir bölüm izlediğimizi düşündüren, bırakın sinemayı TV’de bile bayatlayalı çok uzun yıllar olmuş bir olay örgüsüne tanıklık ettik sabırla. Ailelerinin onayı olmadan büyük şehre kaçıp orada kendilerine doğru dürüst bir yaşam kurmaya çalışan çiftin hayatının, kötü alışkanlıkların ve kötü adamların baskısı altında yitip gitmesini izlerken, filmde “bu da olmaz herhalde” diye düşünülen her şeyin bir bir gerçekleşmesi bir anda seyirciyi 70 yıl öncesinin seyirciye oynayan Türk filmlerine ışınladı ister istemez. Yönetmenin canavarlaşan erkeğe karşılık güçlendirdiğini sandığı kadın karakteri, “Gerçek Kesit” severlerin ağzına layık felaketlerle çevrelenmiş durumda. Buna karşılık başrolleri paylaşan Hakan Yufkacıgil ile Nil Günal’ın performansları, filmin bütün dramının altından kalkabilecek kadar özverili. Bu yüzden yönetmenin başrol oyuncularına bir teşekkür borcu var. Borç demişken; özellikle Sosyoloji eğitimi aldığını söyleyen bir yönetmenin, “yüzeysel” kelimesini bile gözümüzde yücelten, kadın ve erkek temsilleriyle saç baş yolduran, yüzyıllar öncesinden kalma, üstelik çırpındığı yerde kurtulmak için tek bir hamle yapmayan bu filmle ortaya çıkması, hem Türk sinemasına hem seyirciye hem de üçüncü sayfa haberlerine toplu olarak borçlanmasına sebep oluyor. Hem de ne borç!

Ömer Leventoğlu'nun ilk filmi "Mavi Ring", konusu açısından "En İyi İlk Film" ödülü almaya çok yakın.


Mavi Ring (Ömer Leventoğlu)

“Yaşanmış bir hapishane filmi” sloganıyla çıkan “Mavi Ring” tam da bu açıdan önemli bir belge konumunda. İşkencelerin, tecritlerin, insanlık dışı koşulların deniz manzaralı daire gibi pişkinlikle sunulduğu ülkemiz hapishanelerinde yaşanmış bir insanlık suçu perdeye yansıdığında, öyle ya da böyle önce belge niteliği yüzünden takdir edilmeli. Söz konusu “Mavi Ring” olunca, elimizde takdir edebileceğimiz başka bir şey de kalmıyor. Filmin yolda geçen bir hapishane filmi olma ilginçliği ve tek kadın oyuncusu Ezgi Çelik’in başarılı performansını bir kenara ayırırsak, genel olarak bir “piyes-film” kalır elimizde. Beylik sözlerle bezeli diyaloglar, dar alanın zorluğunu yakın planlarla çözmeye çalışan, ancak görsel olarak tatmin edici bir noktaya ulaşamayan kamera performansı ve mizah soslu hamleler, “Mavi Ring”i bir sinema filminden çok bir tiyatro oyununa, hem de söylemek istediğini haykırarak söyleyen bir piyese dönüştürüyor. Ancak meselesi dolayısıyla, En İyi İlk Film ödülü alma ihtimali yüksek.

İpek Türktan Kaynak'ın rol aldığı, Ramin Matin'in yönettiği "Kusursuzlar", yarışmanın açık ara en iyi filmi.


Kusursuzlar (Ramin Matin)

Yarışmanın açık ara en iyisi olan “Kusursuzlar”, bu başarısını sadece zayıf filmlerin cirit attığı bir seçkide yer almasına borçlu değil. Öncelikle bunu netleştirelim. Ramin Matin’in ilk filmi “Canavarlar Sofrası” sadece “ilginç ve cesur bir deneme” statüsüne erişebilmişti. Ancak Matin’in bir sonraki işi “Kusursuzlar”da yaptığı sıçrama yabana atılır gibi değil doğrusu. Senarist Emine Yıldırım’ın da ilham aldığını söylediği “What Ever Happened to Baby Jane?” ve “Persona”dan hafif esintiler taşıyan film, bu hafif esintiyle bile şaşırtıyor, mutlu ediyor ve gururlandırıyor. “Kusursuzlar”ın merkezinde bir kız kardeş gerilimi var, ama bu salt bir gerilim değil, daha çok tipik kız kardeş ilişkisinin temelinde yatan sevgi-nefret ikiliği. Öykü, nedenini yavaş yavaş kavradığımız hayli tekinsiz bir gerilime bulaşırken, olabildiğince yalın, gereksiz ayrıntılardan arınmış ve iki ana karakterine yeteri kadar zaman ayıran bir çizgide ilerliyor. Çoğunlukla iki ayrı kutupta dolaşan kardeşlerin dünyasını, karakterler hem bir aradayken hem de birbirlerinden ayrıyken, eşit bir yetkinlikle sunan senaryo, neyi ne kadar açık edeceğini çok iyi bilen, bilinçli bir kalemden çıkmış. Esra Bezen Bilgin ve İpek Türktan Kaynak, birbirlerinden beslenen, etkileyici performanslar sunuyor. Birinin başarısı diğerini tetikliyor. Filmin atmosferine büyük katkı sağlayan, henüz sezonu açmamış, ıssız tatil kasabası temsili de üçüncü bir ana karakter olarak öykünün göbeğine yerleşiyor. Muhtemelen bir kadın filmi olarak anılacak “Kusursuzlar” kanımca daha çok Türk sinemasında pek örneğine rastlamadığımız bir “kız kardeşler filmi”. Bu dünyada bir başına bırakılmış ve nihayetinde birbirine hep muhtaç kalacak iki kadını ele alış şekliyle, son dönemden pek sevdiğimiz Arjantin filmi “Abrir puertas y ventanas”ı hatırlatan bir yalnızlık ve çaresizlik hissiyle sarmalanmış durumda. Terk edilmişlik ve travma, kardeşler arasında önemli bir çatışma kaynağı olarak Çeşme’nin tuhaf atmosferiyle uyum içinde. Böylece her an her şeyin olabileceği bir filmin içinde olduğumuzu fark ediyoruz ki bu çoğu zaman büyük bir nimettir. Ne var ki, “Kusursuzlar” gerilimin kaynağı olan ve film boyunca ipuçlarını azar azar aldığımız trajediyi bütünüyle açık etmeseymiş, gizemini kısmen korusaymış, çok daha tatmin edici bir noktaya erişebilirmiş, orası kesin. Filmin geri kalanına göre sesini fazla yükselten finali, “Kusursuzlar”ın en göze batan hatalı hamlesi. Film ile Altın Portakal arasında sadece “Meryem” duruyor. “Meryem” ile rekabet halinde olacağı senaryo, kadın oyuncu ve yönetmen ödülleri de “Kusursuzlar”a göz kırpıyor.

Ali Düşenkalkar, Gözde Kansu ve Arda Kural, Serdar Temizkan'ın yönettiği "Kutsal Bir Gün"de.


Kutsal Bir Gün (Serdar Temizkan)

“Kutsal Bir Gün”ü “kafası iyi” filmler kulvarında değerlendirmek gerek, ancak Türk sinemasında böyle bir kulvar henüz oluşmadı. O güne kadar “Kutsal Bir Gün” tek başına kalabalık yapabilecek nitelikte. Tek bir günde geçen film, açılış sahnesinden itibaren absürt sinemaya göz kırpıyor, ancak absürt halini komediyle birleştirme fikrinden yavaş yavaş uzaklaşıyor ve bireysel dramlara yaslanıyor. Uzaklaştıkça da filmi kaybediyoruz. 121 dakikalık süresiyle hayli uzun tutulmuş olmasının yanı sıra, son 40 dakikasında dakikaları saydırmasının açık bir nedeni var: Ana karakterlerinin yaşadığı tuhaf ve sonu gelmeyen güne, hiç de ilginç olmayan başka yan karakterler ve onların yine hiç de ilginç olmayan hikayelerinin eklenmesi. Sonuçta da engin bir yan hikaye denizi ve o denizde boğulan seyirciler… Ali Düşenkalkar’ın filmin başından sonuna kadar çizdiği ölesiye sarhoş adam portresi, hayli başarılı ve şüphesiz büyük bir çaba gerektiriyor. Ancak film boyunca çılgınca tüketilen alkolün etkilerini sadece Düşenkalkar’ın karakteri üzerinde görmek, diğer karakterlerin inandırıcılığını zedeliyor. Bu, başlangıçta vaat edildiği gibi, sadece bütün gün içen ve gevezelik yapan işsiz iki kardeş ve onların eski iş yerlerindeki güzel çalışanları üzerine, çok daha kısa tutulmuş ve absürt komediye daha çok alan açan bir film olsaydı, çok daha memnun ayrılabilirdik sinemadan.

Zeynep Dadak ve Merve Kayan'ın yönettiği "Mavi Dalga", Ayris Alptekin'in canlandırdığı Deniz üzerinden liseli genç kız dinamiğini çözmüş bir film.


Mavi Dalga (Zeynep Dadak, Merve Kayan)

Türk sinemasında gençlerin hikayesini anlatmak, hele hele orta-üst sınıfa mensup Batılı gençlerin hikayelerini anlatmak, yönetmenlerin pek ilgisini çekmiyor genelde. Genç nüfusun hep belirli bir kesimini, yan karakterler ve yan öyküler içerisinde, belli açılardan izliyoruz perdede. Bu açıdan “Mavi Dalga” sahip olduğu genç enerjisiyle, yarışmanın diğer filmlerinden ayrılıyor. Küçük bir Batı şehrinde, Balıkesir’de geleceğe dair planlar yapan bir grup gencin hayatlarından bir kesit izliyoruz filmde. Balıkesir bu açıdan ilginç bir seçim. Balıkesir gibi büyük şehir havasından uzak ama modern bir şehirde dışarıya kapalı, rahat hayatlar süren gençlerin, üniversite döneminde dağılacakları büyük şehirlerden, pek dışarıya yansıtmasalar da neden bir parça ürktüğünü daha iyi anlıyoruz, yaşadıkları şehrin güvenli ortamını hesaba katınca. Film, gençler arasındaki jargondan tutun da aynaya bakarak ağlama ritüeline kadar liseli genç kız dinamiğini çözmüş durumda. Ancak senaryonun işlemeyen bazı kısımları, bütünü zedeliyor. Ana karakter Deniz’in öğretmenine olan aşkı, geleceğe dair hissettiği kafa karışıklığı, bir ergen olarak kendini aile yaşamının dışında tutmak isteyişi, kardeşine olan sevgisi ve hayatın anne-babadan çok arkadaşların sevildiği o tuhaf dönemini yaşıyor oluşu, senaryonun can alıcı noktaları olmalıyken, ortada dikkati dağıtacak ve karakterin derinleşmesini engelleyen, yarım bırakılan veya sonradan yapıştırılmış gibi duran birçok yan hikaye mevcut. Aslında Deniz’in hayatından rüzgar gibi geçip gitmesi gereken kimi olaylarla oyalanırken, karakterin sancılarını kaçırıyoruz. Oysa gerçek bir Batılı ergen hikayesi izlememiz için bütün şartlar fazlasıyla uygun. Ancak yönetmenler, karakterlerine somut sorunlar yaratmaktan kaçınmışlar, bunun yerine Deniz rüzgarda bir o yana bir öbür yana savruluyor. Sonuçta da onun hayatından tatmin edici bir kesit izlemekten mahrum bırakılıyoruz. Bu yüzden “Mavi Dalga” heyecanla beklediğimiz ergen filmi değil. Son bir not; filmin başarılı müzik çalışması mutlaka ödüllendirilmeli.

Altın Portakal tahminleri:

En İyi Film: Meryem
En İyi İlk Film: Mavi Ring
En İyi Yönetmen: Ramin Matin (Kusursuzlar)
En İyi Senaryo: Emine Yıldırım (Kusursuzlar)
En İyi Görüntü Yönetmeni: Feza Çaldıran (Meryem)
En İyi Müzik: Kim Ki O (Mavi Dalga)
En İyi Kadın Oyuncu: Zeynep Çamcı (Meryem)
En İyi Erkek Oyuncu: Ushan Çakır (Sev Beni)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Ezgi Çelik (Mavi Ring)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Mustafa Uzunyılmaz (Meryem)
En İyi Kurgu: Serhat Solmaz (Meryem)
En İyi Sanat Yönetmeni: Hale İşsever (Mavi Ring)
Behlül Dal Jüri Özel Ödülü: Rojin Tekin (Cennetten Kovulmak)