Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Selin Gürel | “Benim Dünyam”ın dünyası

“Benim Dünyam”ın dünyası

06 Kasım 2013 - 11:11
“Benim Dünyam”ın dünyasına soğukkanlı bir bakış…Gus Van Sant’ın “Psycho”su ile “Benim Dünyam”ın ortak bir noktası var: Her ikisi de kaynak olarak gösterdikleri filmin sahne sahne yeniden çekilmiş versiyonu. Türk sinemasında olağan yeniden çevrimlere bile henüz alışamayan seyircinin gözünde, herhangi bir yeniden çevrim “kopya” film muamelesi görürken, birebir uyarlanan bir filmin hemen “çalıntı” damgası yemesi normal. Ancak biliyoruz ki, “Benim Dünyam” ne kopya ne de çalıntı. Sadece 2005 tarihli Hint filmi “Black”i halihazırda izlemiş olanlar için, ideal bir seyirlik olmayabilir, hepsi bu. Tıpkı Van Sant’ın “Psycho”sunu izlemek için çok az insanın gönüllü olması gibi.

Filmin diyalogları, sahne planları ve hatta kamera açıları bile orijinaliyle aynı olduğu için, bu yazı aynı zamanda “Black”i de eleştiriyor gibi görünebilir, ancak bu uyarlama yöntemi yönetmen Uğur Yücel’in seçimi olduğuna göre aşağıdaki yargılar sadece “Benim Dünyam” için geçerli sayılmalı.

Hayatı rayından çıkmış öğretmen-sorunlu öğrenci filmlerinde iki tarafı da ruhsal olarak tedavi etmekle yükümlü ilişki, öykünün merkezine oturur. Dışarıdan son derece uyumsuz bir görüntü çizen ikili, yavaş yavaş yakınlaşır, arızalarını çakıştırır, birbirini iyileştirir ve sonunda tek vücut olur. Seyirci karakterlerin dünyasındaki olumlu değişimi zevkle ve çoğu kez gözyaşlarıyla izler. Seyircinin önündeki özdeşleşme alanı sonuna kadar açıktır. Çünkü bu, her anlamda bir başarı hikayesidir. Son dönemden “Intouchables / Can Dostum”da bu türden bir ilişkiye tanık olmuştuk. Tek fark, “öğretmen-öğrenci”nin “bakıcı-hasta”ya dönüşmüş olmasıydı. Hatırlarsanız, “Can Dostum” beklendiği gibi izleyicilerin gönlünde taht kurmuş, gişede benzersiz bir başarı yakalamıştı. Üstelik tıpkı “Black” gibi yeniden çevrim hakları da satılmış vaziyette. İşte “Benim Dünyam” bu kapsamda, yukarıda anlattığım formülü madde madde uygulayan bir film. Hatta anlattığı ilişkinin dramatik tarafına tüm gücüyle yaslandığı ve “öğretmen” tarafına da bir mağduriyet yüklediği için, gözyaşı döktürme garantili. Ancak “Can Dostum”dan farklı olarak, işin duygu sömürüsü boyutunu kontrolü altında tutacak kadar becerikli değil. Oysa böyle bir hikayede bu bir zorunluluk. Filmin özellikle ikinci yarısı, bütünün içine oturtulamayan, akıştan kopan dramatik sahnelerin birbiri ardına eklenmesinden ibaret. Kurgu masasında fazla mesai yapılmayınca, bir noktadan sonra her sahne aynı amaca hizmet eden, ancak ayrı birer dram unsuru olarak etrafa dağılıyor. Bu hengamede, duygu sömürüsü için de bolca yer açılıyor haliyle. Ancak ilginçtir, sömürünün kaynağı Beren Saat’in canlandırdığı Ela karakteri değil, Yücel’in suretinde izlediğimiz Mahir Hoca.

Yücel bir yönetmen olarak “Black”in aksayan taraflarını görünmez kılmakla uğraşmıyor. Bunun yerine işini kolaylaştırmayı tercih ettiğini söyleyebiliriz. TV’de son olarak canlandırdığı vefakar anne rolünü henüz unutturmamış Ayça Bingöl’e aynı karakterin gölgesini reva görerek, Hazar Ergüçlü’nün -sinema için daha uzun süre çalışmış olmasına rağmen- yine TV’de canlandırdığı “şartlar öyle gerektirdiği için öfkeli” genç kız karakterini aynen filme geçirmesini sağlayarak ve elbette geniş hayran kitlesini peşinden sürükleyeceği kesin olan Beren Saat’e başrollerden birini teslim ederek… Bunlar Yücel’in garantici ve miskin yönetmenliğinin tezahürleri.

Buna karşılık oyuncu olarak Yücel’in filmdeki en zayıf performanslardan birini sunması şaşılacak şey. Mahir Hoca karakteri nedense derinleştirilmeden, üzerinden sarkan tipik özellikleriyle, kağıt üzerinde olduğu gibi bırakılmış. Hal böyle olunca, film boyunca Mahir Hoca’yı değil, bizzat Uğur Yücel’i izliyoruz. Ne var ki aynı şey Beren Saat için geçerli değil. Saat, hem sinemada hem de TV’de kendini tekrar etmeyi sevmeyen, güzel bir surattan ibaret olmadığını ispatlamış bir oyuncu. Onun statüsündeki bir oyuncunun, zor rollerin altına girmeye zahmet etmesi çok sık rastlanan bir durum değil. Kaldı ki, Ela rolüne sadece “zor” demek haksızlık olur. Saat, abartılı bir performansın neredeyse kaçınılmaz olduğu bir rolün altından, yüzünün akıyla çıkmayı başarmış. Dünya sinemasında yıldız oyuncular, genelde kariyerlerinin ikinci yarısında bu tür rolleri canlandırmaya cesaret edebiliyor. Saat’in güvenli sulardan çıkmaya ve yeni keşifler yapmaya bu kadar istekli olması takdire şayan doğrusu.

“Benim Dünyam” hedef kitle olarak sinema değil TV seyircisini seçtiği için, kendine özgü bir sinema dili yaratma işini bir kenara bırakarak, seyircinin gönlünü kazanma yolundaki en büyük adımı atmayı tercih ediyor. Ancak bu, Saat dışında, kadrodaki kimse için ileriye doğru atılmış bir adım sayılmaz.