Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | Toy’dan Ses Getiren Bir Yapım: “Hipokrat”

Toy’dan Ses Getiren Bir Yapım: “Hipokrat”

17 Ocak 2020 - 08:01
Gençlere, yeni oyunlara, yeni yorumlara kapısını açan Toy’un yeni oyunu antik Yunan’dan günümüze dek süregelen bir etik sorununa odaklanıyor.

HİPOKRAT- Yazan:Erdi Işık, Yöneten: Kayhan Berkin, Dekor tasarımı Gökhan Kodalak, Işık-Ses tasarımı: Joe Conchie, Yönetmen yardımcısı: Gözde Kamar, Fotoğraf: Deniz Akseki, Video-Animasyon: Gizem Kızıl, Afiş tasarım: Galip Aksular, Koordinatör: Dilek Tora, Oynayanlar: Canan Ergüder, Kenan Ece.

 

Babam doktordu. Şimdilerde “home-office” kavramı hayli revaçta ya, yeni bir buluş değil; İkinci Dünya Savaşı yıllarının ekonomik koşullarında ayakta kalmaya çalışan genç doktorların çoğu gibi bizim aile de ev ile muayenehanenin aynı apartman dairesinde birleştiği bir konumda yaşadı. O günlerden bir anı, babam hasta,  ateşi var, kıpırdayacak durumda değil ve yatıyor. Sokak kapısı çalındı, bir hasta geldi. Annem, doktor beyin hasta olduğunu ve hasta kabul edemeyeceğini söyledi. Kapıdaki hasta ve yakınları, “Doktor hiç hasta olur mu, bizi atlatıyor musunuz?” diye vaveyla kopardılar. Hastaların doktorlara bakış açısı gördüğüm kadarıyla seksen yıldır değişmedi. Bakış açısı değişmedi, ama davranış tarzı değişti. Haklı ya da haksız sitemin yerini tekme tokat, hatta silah aldı. Şimdi hastaların ve hasta yakınlarının dövdüğü, yaraladığı, öldürdüğü doktorlar saymakla bitmiyor. Bu olayları irdelemek de oyun yazarlarına ilginç gelmeli diye düşünüyorum.

 

Tabii işin başka bir yönü daha var. Hipokrat yemini her ne kadar doktorlara hastalar arasında en ufak ayrımcılık yapmadan tedaviyi üstlenmeleri koşulunu öngörse de son yıllarda bu koşulun ayaklar altına alındığını görüyoruz. Bu benim bile başıma geldi, 12 Mart döneminde askerî cezaevindeyken hastaneye götürülmem gerekmişti, doktor “Ne gibi bir sağlık sorununuz var?” diye sormak yerine “Hangi davadan tutuklusun?” diye sormuş, ben de muayene olmayı reddedip hemen cezaevine dönmüştüm. Bugünkü baskıcı rejimde bu yaklaşım çok daha yaygınlaştı. Yeminine sadık kalan dürüst ve yürekli doktorları, yandaş ya da ödlek oldukları için yemini çiğneyenlerden ayrı tutuyorum elbette.

 

Oyun ve Yorumu

Erdi Işık’ın yazdığı, “Hipokrat” oyunu, doktor-hasta ilişkisini çok daha farklı bir açıdan ele alıyor ve şu sözlerle sunuluyor: “Herkesin gözdesi iki ayrı doktorun iki ayrı hastanede, göz göre göre iki ayrı şüpheli ölüme sebebiyet verip kendileriyle göz göze gelmelerinin hikâyesi bu. Kendilerini kapattıkları, hiç kimsenin gözlerinin üzerlerinde olmadığını düşündükleri tuvalette bir vicdan muhasebesi içindeler. Neşterleri kendilerine dönmüş, herkesin gözü onların üzerinde.”

 

Toy topluluğu, Hipokrat yemini 7.maddedeki “Vicdan” kelimesinin, Dünya Tabipler Birliği tarafından yıllardır tartışma konusu edildiğini ve bu maddenin 2017'de   “Mesleğimi vicdanımla, onurumla ve iyi hekimlik ilkelerini gözeterek uygulayacağıma dair yemin ederim,” olarak güncellendiğini belirttikten sonra şu soru işaretlerini gündeme getiriyor:  Onur? Vicdan? 2019? İstanbul?

 

Yukarda değindiğim gibi, günümüz Türkiye’sinde bu sorular neredeyse ironik oluyor. Ancak oyun farklı bir kulvarda ilerliyor. Karşımızda iki doktor var. Çalışma saatleri sona ermiş, günün kendilerine ait dilimi içindeler. Bir başka deyişle gezip eğlenmekte, yiyip içmekte özgürler ve bunları yapmaya hakları var. Genç kadın doktor, özel yaşamını biçimlendirebileceği bir yemekte. Genç erkek doktor da bir arkadaş topluluğuyla eğleniyor. İkisine de çalıştıkları hastanelerden telefon geliyor, acil bir vaka geldiğini, onlardan başka kimseye ulaşamadıkları bildiriliyor ve hastaneye çağırılıyorlar. Her iki doktor da, Hipokrat yemini bir yana, öncelikle insan oldukları, insancıl oldukları için hiç de mecbur olmadıkları halde kalkıp göreve gidiyorlar.

 

Ameliyata giriyorlar. Hastaların ikisi de ameliyatta ölüyor. Bunun üzerine iki doktor da kendini tuvalete kilitleyip vicdanıyla baş başa kalıyor, vicdan muhasebesi içine giriyor. Cerrahi müdahalede ölümcül bir hata yapıldığından söz edilmediği halde, doktorlar kendilerini suçluyor. İçine düştükleri durumda kendilerini sorguluyor ve Hipokrat yemini ile yüzleşiyorlar.

 

O iki hasta gecenin bir yarısı değil de, sabah da gelebilirlerdi hastaneye ve zaten kritik durumda oldukları için doktorların bütün çabasına karşın yine de masada kalabilirlerdi. Hiç kuşkusuz hastası ameliyat masasında kalan ya da tedaviye cevap vermeyip ölen her hekim duygulanır, ama hastanın ölümü doktorun belirgin bir yanlışına bağlı değilse, bunu bir vicdan sorunu haline getirmek ne kadar doğrudur bilemiyorum. Bu noktada yazar durumu biraz zorlamış diye düşünüyorum. Doktorların kendileriyle yüzleşmesinin içine dinsel ve sosyal bir takım düşünceler ve görüşler de eklenince, hekimlere karşı sanki önyargılı bir yaklaşım varmış gibi oluyor. Bu tür bir görüş, bir tez ortaya konulunca analitik düşünce gereği antitezin de getirilmesi gerekirdi.

 

Gökhan Kodalak’ın tuvalet dekorunu tuvalet kâğıtlarından oluşturan tasarımı güzel bir buluş. Yazar, her doktorun öyküsünü iki ayrı oyunda irdelemişken genç kuşağın iyi yönetmenlerinden Kayhan Berkin o iki oyunu tek oyun halinde birleştirmekle olumlu bir adım atmış. Oyun tekniği açısından, iki doktorun yaşadığı olayları aynı gecede birleştirmek daha toparlayıcı olurdu sanırım. Farklı gecelerde olması olay akışı açısından önemli değil. Sonuçta bir yanda doktorların özel yaşamı diğer yanda meslekî yaşamı söz konusu. Şu ya da bu tarihte olması hiçbir şey fark ettirmez. Kayhan Berkin oyun metnine yaptığı bu olumlu müdahaleyi keşke biraz daha ileri götürüp oyundaki gereksiz tekrarları, dolayısıyla da süreyi uzatan bölümleri de kesseydi.

 

Metindeki bazı aksaklıkları, epeydir sahnede özlediğimiz Canan Ergüder’in ve Kenan Ece’nin usta oyunculukları telafi ediyor ve yönetmen ile oyuncuların doğru yorumu oyunu başarıya götürüyor.

 

 

*****

 

Tiyatrolardan Haberler

Nevra Serezli “Ağaçlar Ayakta Ölür” oyununda

 

 

 

 
 

Tiyatrokare’nin sahnelediği "Ağaçlar Ayakta Ölür", İspanyol yazar, şair Alejandro Casona'nın dünya klasikleri arasında yer alan duygusal komedisi. İyilik ve sevgi kavramında yoğunlaşan oyun, dağılan aileyi bir araya getirmek için büyük risk alan bir adamın yapmaya çalıştığı iyilik üzerine kurulu. Tiyatroya 11 yıl ara verdikten sonra sahneye dönen Nevra Serezli, oyunda yüreği torun özlemiyle dolu büyükanne rolünü oynuyor. Usta oyuncu, dünya klasikleri arasında yer alan bu oyunu, yaşamında  torun sevgisini tattıktan sonra daha çok sevdiğini söylüyor ve, “Oyun komedi ile dram arasında çok ince bir çizgi taşıyor. Eski bir oyun olmasına rağmen hiç eskimeyen duyguları yaşatıyor. İyiliğin altını çizen, iyilik üzerine kurulu eserlere ihtiyacımız var, " diyor.

 

Nedim Saban da oyunu Tiyatrokare'nin kuruluşunda beraber çalıştığı büyük usta Macide Tanır'dan çok dinlediğini ve bu proje aklına geldiği zaman Serezli’ye, “Siz oynarsanız, olay olur”  diye mesaj attığını söylüyor. Sözünü de şöyle tamamlıyor: “Ertesi gün heyecanlı bir ses duydum! Bu rol benimdir dedi. ”

   

AĞAÇLAR AYAKTA ÖLÜR- Yazan: Alejandro Casona, Çeviren-Yöneten: Nedim Saban, Dekor Tasarım: Cihan Aşar, Kostüm Tasarım: Sadık Kızılağaç, Işık Tasarım: İsmail Sağır, Yapım Sorumlusu: Birnil Sarıkaş, Yönetmen Yardımcıları: Yusuf Kerem Orak, Erdinç Doğancı, Oyuncular: Nevra Serezli, Nuri Gökaşan, Burcu Kazbek, Arif Güney, Oral Özer, Meltem Özlevent, Mahir Akgündoğdu.

 

 

* * * * * * * *

 

 

Tatavla Tiyatro’da “İki Kadın”

 

 

 
 

Tatavla Tiyatro, “İki Kadın” oyunuyla ülkemizde her geçen gün daha da kötüye giden  kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüz konularına odaklanıyor.

 

Fatma Özcan’ın yazdığı, Bensu Orhunöz ve Elif Verit’in oynadığı  “İki Kadın” oyununda yönetmen koltuğunda Semah Tuğsel oturuyor. Oyunun müziklerini Selim Can Yalçın, kostüm tasarımını Selçuk Gürışık ve koreografisini Özge Midilli üstleniyor.

 

Yönetmen Semah Tuğsel, oyunu aşağıdaki soruları sorarak ve yanıtlarını arayarak yorumluyor: “Kadın mı? Erkek mi? Yoksa İnsan mı? Kafamda yanıtları çok da zor olamayan deli sorular. Ne zaman giydik bu şeffaf fötrleri kafamıza? Ne zaman erk gözüyle bakmaya başladık birbirimize, hatırlıyor muyuz? Bu köhne dünyanın bir yüzyılında beraber avlanıp beraber savaşırdık. Niye bu kadar ayrı düştük birbirimize? Bizi birbirimize düşman eden kim? Erkekler mi? Onları yetiştiren de biz değil miyiz? Biz doğurduk, büyüttük sonra da onların gözleriyle baktık dünyaya. Anlamadık ne zaman oldu bu. Acı çektik, sormadık nedenini, şeffaf fötrlerimizle yargıladık birbirimizi. Halbuki ne güzel olabilirdi insan kalabilmek. Değişebilir, değiştirilebilir sorunlar. Sadece biraz farkındalık. Bir yerlerde bir acı varsa görmezden gelemezsin.”

 

 

******

 

 

Nina-İçi Doldurulmuş Martıların Hassasiyeti

 

 

 

Matéi Visniec’in “Nina- İçi Doldurulmuş Martıların Hassasiyeti" adlı oyunu, Tatbikat Sahnesi yapımı olarak perde açtı. Oyun değişen dünyanın vahşi savaşında, ölülerin ortasında “Martı” oyununun başlıca karakterleri Nina, Trigorin ve Treplev üçlüsünün arasında geçiyor... Hesaplaşmaların soğuk esintisinde, hassas hislerin gidiş hikâyesini izliyoruz. Oyunun adı da bir anlamda Nina, Trigorin ve Treplev’in içi doldurulmuş martılar gibi canlılıklarını, coşkularını yitirmelerini simgeliyor.

 

Matéi Visniec oyunu yazma nedeninin Çehov’a olan sevgisi olduğunu söylüyor ve yapıtını şu sözlerle açıklıyor: “Çehov’u çok sevdim, öyle çok sevdim ki… Hep Çehov 1904’te ölmeseydi başına neler gelirdi diye düşündüm. Devrim yıllarında nasıl bir tepki verirdi? Stalin başa geçip değerleri yere çalmaya, yazarları ve ressamları öldürmeye başlayınca ne tür bir tepki gösterirdi? İşte oyun bu, tarihle yüzleşen ve o tarihin hem kendi yaşamları hem de sanat ve başla şeyler üzerindeki etkilerini tartışan üç kişi.”

 

Matéi Visniec, Çehov’un Martı oyununun finalinde Treplev’in intihar girişiminde başarılı olmadığını varsayıp, Martı’daki aşk üçgeninin üç karakterini 1917 Devrimi döneminde karşı karşıya getiriyor ve  Çehov’a yazdığı hayalî mektupta şöyle diyor: “Etkileyici üç Çehov karakteri, tarihe ve ütopyaya karşı...  Bu kadar ünlü üç karakterin ütopyayla karşılaşmasının anlamını kavrayabilmek için de metinlerinizin tamamını, biyografinizi ve mektuplarınızı yeniden okudum. Aslında tüm sanatçıların birer ütopik mesaj taşıyıcısı olduğunu anladım. Nina oyuncudur; Treplev ve Trigorin, ikisi de yazar ve Nina’ya âşıktırlar. Oysa aşkın kendisi de bir ütopya biçimidir. Tarihin ütopyasıyla üçlü bir aşk üst üste geldiğinde de ortaya Nina çıkıyor.”


Yazan: Matéi Visniec, Çeviren: Burak Üzen, Yöneten: Erdal Beşikçioğlu, Dekor ve Kostüm Tasarım: Barış Dinçel, Yönetmen Yardımcısı: Selin Tekman, Işık Tasarım: Mahir Köksal, Afiş Tasarım: Hande Şiri, Video Mapping: Can Akyürek, Asistan: Ayşenur Sürün,
Fotoğraf: Murat Muratal, Oyuncular: Erdal Beşikçioğlu - Elvin Beşikçioğlu - Ünsal Coşar.

 

 

* * * * * * *

 

Berika’dan Yeni Oyun: DreamBazaar

 

 

 
“Sadece büyümeni stiyorum.”
 
 
 

Performans sanatçısı, koreograf ve performans teorisyeni Dr. Vasileios - Pavlos Kountouriotis’in “Bora, Beckett gibi akıllıca bir şey yapıyor: gerçekten bahsetmek için, önce yalanı sergiliyor,” diye tanımladığı Can Bora yeni projesi “DreamBazaar”ı sayirci karşısına çıkardı.

 

Küçük bir fide için büyük bir yolculuk… ya da Dünya’yı daha iyi bir yer haline getirmek için çıkılan bir göç hikayesi…

 

Disiplinlerarası estetiğiyle yaratımlarını sürdüren berika, Samuel Beckett’in dünyasından ilhamla  üretilen son yapımı DreamBazaar’da yeniden tiyatro ve hareketi birbirine örerek alışılagelmişin dışında bir sahneleme sunuyor. Performatif ögeler metin yardımıyla absürd bir hale bürünürken, oyuncu ve gerçek oyuncu kavramlarına da göz kırpıyor. “Her şey -ecek ve -acak üzerine kurulu!

 

Küresel ısınmanın iyice kendini belli ettiği bir zamanda, Adem doğum gününü evde “bekleyerek” yalnız başına geçirir. Adem, içinde bulunduğu gerek bireysel gerek küresel zorlu şartlara rağmen hem bitkisini hem de kendisini “büyütmek” için var olan tüm ihtimalleri sonuna kadar tüketerek bambaşka bir ihtimalin kapısını bulmaya çalışır.

 

 
 

sonuçları, özgünlük ve özgürlük, günbegün sürekli gelmesini beklediğimiz Godot’muzdan çok, günbegün sürekli değişen Godot’larımız hakkında bir yaratım.

 

“Hadi kalk! Daha hipermarkete gidip kahvemiz için hindistan cevizi yağı ve salatamız için avokado almamız lazım! Hadi kalk Antonio! Konuşmalıyız Antonio. Uyuyarak bekliyorsun. Üzerine bir de horluyorsun. Uzun zamandır uyuyorsun, beklediğinin uykuda geleceğini sanıyorsun. Kaykıl biraz! Yine tüm yatağı kaplamışın! Konuşmamız lazım Antonio… Sürekli birbirimizin üzerine çıkmaya çalışmamızdan, başarmaktan yaşamaya alan bırakamadığımızdan konuşmamalıyız. Bağ kuramadığımızdan, sürekli birbirimizi gömme alışkanlığımızdan konuşmalıyız….”

 

Tasarım / yazan / oynayan: Can Bora Yönetmenler: Can Bora & Ufuk Şenel Hareket tasarımı: Ufuk Şenel Işık tasarımı & dramaturgi: Ayşe Sedef Ayter Dekor-kostüm tasarımı: Meltem Çakmak Ses tasarımı: Eda Er Yapım: berika web: can-bora.com

 

 

* * * *  * * * *