Makamlardan Bir Makam
NİHAYET MAKAMI- Yazan, Yöneten, Özgün müzik: Burçak Çöllü, Dramaturg: Sinem Özlek, Dekor tasarım: Yiğit Sertdemir, Kostüm Tasarım&uygulama: Sinem Öcalır, Işık tasarım: İsmail Sağır, Afiş tasarım: Önder Sakıp Dündar, Fotoğraf: Murat Dürüm, Yönetmen yardımcısı: Yeşim Sarı, Asistan: Can Cecikoğlu Dekor uygulama: Candan Seda Balaban, Yiğit Sertdemir, Gizem Dila Kars, Eren Demirbaş, Onur Kiraz, Özge Emeç, Oynayanlar: Ayşegül Uraz, Gülhan Kadim, Burçak Çöllü, Dolunay Pircioğlu, Ayşegül Aykaç.
Yüz yıl önceye gidiyoruz. 1918’e. Birinci Harb-i Umumi bitmiş. 1916’da (ve 2018’de) askerlerimizi dondurduktan sonra 1918’in Kasım ayında İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerinin gelmesiyle İtilaf devletlerinin İstanbul’u işgali fiilen başlamış. Yüz yıllardır Dersaadet’te saltanat süren Osmanlı artığı kaymak tabaka için eski güzel günler hayal olmuş. Tuhaf tesadüf, tıpkı aynı tarihlerde Sovyet Devrimi’nden sonra İstanbul’a göçüp sersefil yaşamak zorunda kalan Çarlık artığı Beyaz Rusların yaşantısına benzer bir yaşam biçimi paylaşılmış.
İşte Altıdan Sonra Tiyatro’nun bu sezondaki ilk yeni oyunu “Nihayet Makamı” tam da o dönemde geçiyor ve o dönemin konakzedelerinden biri durumu şu sözleriyle özetleyiveriyor:
“Ben, Tütüncüzâde Âtıf Bey’in kızı Şehvâr. Boğaz âlemlerinin şöhretli güftekârı, o talihsiz âşıkların ulaşılmaz gayesi, Şaire Şehvâr. Zerzevatçının parasını veremedim.”
Oysa eski günlerin debdebesini anlamak için evin hizmetkâr kadrosuna göz atmak yeterli: “Suratsız hizmetçi kız, Sabriye değil, öbürü, dantela bakardı tezgâhta. Kâhya kışlık odun almaya gitmiş, arabacı nalbanta, bahçıvan gül fidesi bulmaya, aşçı tavuk yakalamaya.”
Oyun
Kendisini “Yazar da olmayı hayal eden bir besteci ve tiyatro müzisyeni” olarak tanımlayan, yıllardır tiyatro oyunları için yaptığı müziklerle tanıdığımız Burçak Çöllü, kalemi ve penasıyla yarattığı “Nihayet Makamı”nın başkişisi Şehvâr’ı Şair Nigâr Hanım’ın yaşamından esinlenerek biçimlendirmiş. Oyun Şehvâr’ın yaşamını 39, 27 ve 32 yaşlarına geri dönüşlerle aktarıyor. Böylece her geri dönüşteki toplumsal yapıyı da yansıtıyor.
Hiç kuşkusuz yaşam öykülerinde tahsil ve terbiyeleri, evlilikleri, sanatçılarla edebiyat toplantıları düzenlemeleri gibi benzerlikler varsa da Şehvâr’ın hayatı pek Nigâr Hanım’ınki gibi son bulmuyor. Ama Şehvâr da Tanzimat sonrası edebiyatın ilk kadın şairi diye tanınan Nigâr Hanım gibi aydın bir babanın kızı olmanın şansını yaşıyor. Ne var ki, başta ilk kocası Fikret Bey olmak üzere tutucu çevresi Şehvâr’a baskı yapmaya çalışıyor. Şehvâr da, “Kadından şair mi olurmuş? diyor Tevfik İsmet Bey ve şürekâsı. Gergefimin iğnesi parmağıma mı batmış da kalem tutmaya karar vermişim? Babacığım duysa ne kadar üzülürdü. Lâkin onu üzen ben değilim, onu üzen diğer erkekler, erkeklerin her sahadaki bu manasız tahakkümü,” diye yakınıyor bu anlayışsızlıktan.
O yüzden de “Serbest tavırlarımdan ötürü son derece müteessirmiş. İki güzel evladın validesi olmak kifayet etmiyor muymuş da gece vakti salonlarda, erkekler arasında izzetinefsimi ayaklar altına alıyormuşum. Oğullarının böyle bir kadına anne demelerinden hicap duyarmış. Ne için? Bir edebiyat meclisine girdiğim için, erkeklerle şiir konuştuğum için.,” diye bağnazlığını anlattığı Fikret Beyden ayrılınca doğru baba evine, babasının anlayışlı şefkatine sığınıyor. Fikret Bey yüz yüze gelip “Boş ol” demeye bile gerek görmeden mektupla halletmiş boşanmayı. Böyle bir adamdan ne beklenir zaten? Ama kadının görevleri olarak “zevcelik ve analık” vurgusu, nasıl da yüz yıl sonra devam ediyor, şaşılası bir şey. Bir toplum bu kadar mı gelişmez? Yüz yıl içinde, üstelik büyük bir devrimin ertesinde, bu kadar mı kafa çalıştırmaya gerek duymaz ya da kafa çalıştırmayı beceremez?
Fikret Beyin ardından tarihlere bakınca anladığımız kadarıyla kısa süren ikinci bir evlilik, çünkü savaş başladığında oğullarını Viyana’ya gönderdiğine ve sahnedeki olaylar 1918’de geçtiğine göre Necip Beyle olan evliliği üç yıl bile sürmemiş olmalı. Ne var ki, Necip Bey de ortalarda yok. Paris’te keyif çatıyor anlaşılan. Türkiye’ye dönmüş olan karısını ne aradığı ne sorduğu var. Aç mı, açık mı? Sağ mı, salim mi? Hiçbiri umurunda değil Necip Beyin. Yine de umutla bekliyor Şehvâr Hanım.
Yaşamındaki en hakikatli insan eski hizmetçisi Sabriye. Onu da Şehvâr Hanımın anlattıklarından tanıyoruz: “Sabriye doğduğundan beri bizim konaktadır. Babası babamın arabacısıydı. İstanbul’a döndüğüm zaman bir müddet evi çekip çeviremedim. Eskisi gibi değil hiçbir şey, pederim yok, validem yok, oğullarım Viyana’da. Eskiden hizmetimizi gören herkes bir yere dağılmış. Tesadüf eseri Sabriye’yi buldum. O gelince biraz toparlandık. Hiç yokluk hissettirmedi bana.”
Evet, işgal altındaki İstanbul’da, bir zamanların şöhretli şairesi Şehvâr Hanım’ın yalnız hayatı, bir ziyaretle değişir. Eski hizmetçisi Sabriye onu yoklamaya gelmiştir, üstelik yanında anılar, hikâyeler, insanlar, şiirler, şarkılar, en çok da şarkılar vardır.
Bu kavuşma iyidir de, yine çekişmeler de eksik olmaz. Çünkü Şehvâr Hanım yaşadığı ortam ve aile geçmişi nedeniyle tepe taklak edilmiş Osmanlı düzenine hâlâ bağlıdır. Onun geniş fikirli oluşu sadece kendi kişisel yaşamı ve eğilimleriyle sınırlıdır, şairliği, kendisine biçilen rol modeli söz konusu olunca modern bir tavır takınmayı bilir de alabildiğine statükocudur, dünyadan haberi yoktur. Paris’te yaşamasına karşın ne Fransız ihtilalinden, ne 1917 devriminden haberdardır. O yüzden de Sabriye’nin Anadolu ihtilali adına gösterdiği çabayı da bir türlü havsalası almaz. Onun için vatan sevgisi, savaş sırasında Hilal-i Ahmer için bağış toplamak ve çok sevdiği İstanbul’da ölmek uğruna Paris’ten dönmek fedakârlığını göze almakla çerçevelenir. Bu statükocu tavrını da şöyle dile getirir: “Padişahın iradesine karşı gelip Anadolu’ da hükümet kurmak, öyle mi? İttihatçıların ettikleri yetmezmiş gibi. Anadolu neresi, rica ederim? Osmanlı’nın mezbeleliği.”
Oyunun Yorumu
Burçak Çöllü, oyunu iğne oyası gibi işlemiş. Oyun kişilerinin karakter yapılarını olduğu kadar dillerini, konuşma biçimlerini de titizlikle örmüş. Karşımızda duruşuyla, oturuşuyla, dünyaya bakışıyla elle tutulacak kadar gerçek kişiler var. Oyunu yazmak yetmemiş, özgün müziğini de bestelemiş, üstelik oyunda müziği tanburuyla da seslendiriyor. Buraya kadar yazar ve müzisyen olarak başarısını aktardım, tabii bunlara ek olarak bir de aynı incelikle yönetmiş oyunu. Sahneye dönüşümlü icracı olarak güzelim sesli Dolunay Pircioğlu ve Ayşegül Aykaç’ı çıkarması güzel ve cesur bir buluş. Bunu seyirciyi hiç yadırgatmadan başarıyor.
Bu bıçak sırtı denge gerektiren oyunun ölçülü dramaturgisinde de Sinem Özlek imzası var.
Tabii bu düşkün kontes misali atmosferin yaratılmasında dekorun büyük katkısı var. Yiğit Sertdemir’in tasarımı olan oda, ne zaman bozulacağı belli olmayan gramofonundan, çalışmayan gaz sobasına, camı kırık pencereden, üzerinden koca bir tarih geçmiş halıya kadar yerli yerinde. Hele de fayton sahnesine Nigâr Hanımın yaşmağını çağrıştıran tül fayton çok güzel. Burada başta usta tasarımcı Candan Seda Balaban olmak üzere, dekorun uygulamasını gerçekleştiren Yiğit Sertdemir, Gizem Dila Kars, Eren Demirbaş, Onur Kiraz, Özge Emeç ekibinin çabasını vurgulamak gerek.
İsmail Sağır’ın ışık tasarımı sıcak ve gölgelere yer açan bir ortam yaratırken, Sinem Öcalır çizdiği kostümlere ufak dokunuşlarla dönemin havasını yansıtmayı başarıyor. Önder Sakıp Dündar’ın afiş tasarımı her zamanki gibi çıtayı yükseltiyor.
Ve sahnede iki, iki değil tam on kişi var: 23, 27 ve 37 yaşlarındaki Şehvâr, 13, 18, 25, 67 yaşlarındaki Sabriye ve Sabriye’nin canlandırdığı zerzevatçı, Madam Narkis ve Necip Bey. Yaş ve tip makyajı yapılmaksızın oynanan on karakter Gülhan Kadim ve Ayşegül Uraz’la hayata geçiyor.
Şehvâr Hanımın farklı dönemlerini bu role pek yakışan Gülhan Kadim’in değişik mimiklerinden, farklı tonlamalarından, tebessümlerinden, ille de bakışlarından anlıyoruz. Gülhan Kadim klasik yapıdaki bu oyunda da, topluluğun diğer yapımlarındaki ekip oyunculuğunda olduğu kadar başarılı ve inandırıcı bir karakter çiziyor.
Sabriye’nin çeşitli yaşlarını ve oyundaki öteki farklı kişileri canlandıran Ayşegül Uraz, bir tahterevalli kurgusundaki oyunda, tahterevallinin diğer ucunda oturan kişi olarak çok başarılı bir denge kuruyor. Şehvâr’la bir anlamda taban tabana zıt Sabriye’yi nüanslı oyunculuğuyla uçuruyor.
Altıdan Sonra Tiyatro’nun yirminci yıldönümünde yeni bir yüz akı oyun.
Mitos Boyut'tan Yeni Yayınlar
Tiyatrolardan Haberler
Küskün Yüreklerin Türküsü
Tatavla Tiyatro, Berat Günçıkan’ın “Cumartesi Anneleri” adlı röportaj kitabından yola çıkarak Metin Balay’ın yazıp yönettiği “Küskün Yüreklerin Türküsü” oyununu sahneliyor.
“Sevgilinin gözlerinde
Annenin kol böreğinde
Sıcak bir kış güneşinde
Çocuğunun gülüşünde
Bir gariplik görürsün
Bir eksiklik, bir hüzün
Geçer gider dokunarak
Küskün yüreklerin türküsü…”
Yazan-Yöneten: Metin Balay, Müzik: Berktay Akyıldız, Hareket Düzeni: Cihan Yöntem, Dramaturji Danışmanı: Fakiye Özsoysal, Piyano: Ceren Akyıldız, Oyuncular: Arzu Ocak, Ceren Akyıldız, Çiğdem Aksüt, Tuba Zehra Sağlam.
Bernarda Alba’nın Evi
Eskişehir B.B. Şehir Tiyatrolarının 2018-2019 tiyatro sezonundaki projelerinden biri Federico Garcia Lorca’nın “Bernarda Alba’nın Evi” adlı yapıtı. Turan Oflazoğlu’nun Türkçemize kazandırdığı oyunun rejisini İpek Atagün Gezener üstleniyor. Kostüm tasarımı Tülay Kale, ışık tasarımı Mustafa Kala, hareket düzeni Aslı Güneş Sümer, müzik tasarımı Ekin Eti imzasını taşıyor. Oyunda Burcu Tutkun, Özlem Akdoğan, Özlem Baykara, Pınar Bekaroğlu, Mahide Yumbul, Başak Boran Oksal, Ecren Can Serim, Elçin Tezcan ve Ayşen Aşkın rol alıyor.
Tiyatronun bir başka oyunu da Ilan Hatsor’un “Maskeliler”i. Mert Kırlak’ın yönettiği, dekorunu Aylin Önen’in, ışığını Ali Rıza Tekin’in tasarladığı oyunda Devrim Özder Akın,Sermet Yeşil ve Emre Demirci’nin rol alıyor.
Julie
Disiplinlerarası çalışan ve performatif işler üreten ba-tiyatro’nun bu sezondaki yeni oyunu Julie oluyor.
“August Strindberg’in cinsiyet, sınıf ve güç temalarını ele alan klasik trajedisi Julie, zamansız bir evde yeniden karşımıza çıkıyor. Genç ve vahşi Julie yılbaşı partisi veriyor. Mutfakta, Jean ve Kristin kutlamanın pisliğini temizliyor. Partinin ortasında Julie, Kristin ve Jean’la güç oyunu başlatıyor. Oyun vahşi bir hayatta kalma savaşına dönüşüyor. Kontrolü kaybetme korkusu.
Ölmeden önce son bir darbe. Manipülasyon. Oyunda yerinizi alın.”
Yazan: August Strindberg, Çevirmen: Ferdi Çetin, Yönetmen: Yusuf Demirkol, Oynayanlar: Ahmet Varlı, Gizem Erman Soysaldı, Nilay Erdönmez, Ses Tasarım: Taylan Erdağ.
,
Eleni ve Gül
Ayvalık’taki Sanat Fabrikası Eleni ve Gül adlı oyunu sergiliyor.
Eleni 1955 yılındaki 6-7 Eylül olaylarından sonra bütün yakınları ve çocukları tarafından terk edilmiştir. Doğup büyüdüğü İstanbul’daki evde yaşamını paylaştığı ve yıllardır onun hizmetinde olmuş, son günlerde de kendisini yalnız bırakmamış Türk kadını Gül ile birlikte yaşamaktadır. Dışarıdaki hayata rağmen Eleni ve Gül yalnızlıklarını yaşadıkları bu evde sıkışıp kalmışlardır.
Yazan: Şaban Ol, Yöneten: Sadi Mastar, Koreograf: Huriye Kara, Dekor tasarımı: Sedat Pamukçu, Ses&Efekt operatörü: Bülent Çevik, Işık tasarımı: Bülent Çevik, Kostüm tasarımı: Müjgan Yılmaz, Oynayanlar: Ayşegül Tekten, Ayşe Tosunoğlu.