Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | Kendini Ele Vermeyen Oyun: Bir Avuç Kül

Kendini Ele Vermeyen Oyun: Bir Avuç Kül

08 Şubat 2019 - 08:02 | Serkan Rutkay Ayıköz, Tanıl Yöntem
Fransız oyun yazarı, romancı, hikâyeci, şair Laurent Gaudé’nin “Cendres sur les mains” oyunu “Bir Avuç Kül” adıyla ve D22 yapımı olarak Türkiye’de ilk kez sahneleniyor.

BİR AVUÇ KÜL- Yazan: Laurent Gaudé, Çeviren ve Yöneten: Can Kulan, Dramaturji: Aslı Ceren Bozatlı, Koreografi: Tuğçe Tuna, Sahne Tasarım Danışmanı: Başak Özdoğan, Işık Tasarım: Ayşe Sedef Ayter, Müzik ve Ses Tasarım: Hazar Kayaaltı, Gönenç Kayaaltı, Fotoğraflar: Eren Sanrı, Afiş Tasarım: Alpgiray Kelem, Oynayanlar: Duygu Üzüm Kulan, Serkan Rutkay Ayıköz, Tanıl Yöntem.

 

D22’nin kurucularından Can Kulan’ın çevirdiği ve yönettiği oyun belirsiz bir zaman diliminde, belirsiz bir kara parçasında, belirsiz bir savaşta ellerini kana bulamak yerine küllere bulamış iki kişinin savaş artığı cesetleri yakıp yok etme sürecini aktarıyor. Daha doğrusu başlı başına insanlık suçu olan savaşın suç kanıtları, cinayet kanıtları, soykırım kanıtları yok ediliyor karşımızda. O avuç avuç taşınan küller savaşın hangi cephesinde, kimlere karşı, kimlerden yana savaşmak ve ölmek zorunda kalmış kimlere ait, belli değil. Savaşın taraflarından birine mi, diğerine mi ait, yoksa savaş meydanında karşı karşıya gelenlerin külleri bir araya karışmış olarak mı taşınıyor belli değil. Belli olan, kesin olan tek şey o küllerin kendi iktidarları, kendi çıkarları, kendi hesapları adına savaş emrini verenlere ait olmadığı.

 

Duygu Üzüm Kulan
 
 
 

Külleri taşıyanlar, büyük olasılıkla bir sonraki savaşta taşınan küllere dönüşecek iki görevli. Tabii ki bunu akıllarına getirmeden, akıl edemeden verilen görevi umursamadan, duyarsızca yerine getiriyorlar. Taşı babam taşı, ardı arkası kesilmiyor küllerin, cesetlerin, ceset adaylarının. Sonra bir gün son ceset sevkiyatının içinden kim olduğu belirsiz bir kadın çıkageliyor, yakılanların, yakılacakların arasından sıyrılıp da mı gelmiş, orası da belli değil. Ne arıyor, ne istiyor, belirsiz. Belki de bu kadın sadece düşmandır, yakılması gereken bir düşman. Savaşın yarattığı kaosun bir parçası o da tıpkı iki mezarcı gibi.

 

 

Oyun ve Yorumu

Oyun kendini kolayca ele vermiyor. Önceden bilgi edinmeyen seyircinin ilk izleyişinde bütün o kaosun nedenini, savaşların nedenlerini ve sonuçlarını algılaması hayli zor. Biraz, “aklımdan bir şey tuttum, bil bakalım” havasında bir yapısı var oyunun. Yazarın başka bir oyununun da “Kül Yağmuru” olduğunu düşünecek olursak, kül simgesi onun için önemli olmalı.

 

Can Kulan’ın oyuna mesafeli duruşu “cool” bir anlatım getiriyor. O atmosfer Başak Özdoğan’ın siyah çöp poşetlerinden oluşturduğu kül dağlarıyla, Ayşe Sedef Ayter’in ışık tasarımıyla dengeleniyor.

 

Serkan Rutkay Arıköz ve Tanıl Yöntem, yaptıkları işe, taşıdıkları küllerin niteliğine tamamen yabancılaşmış iki mezarcıda trajikomik bir ifade yakalamayı başarıyorlar. Kadını canlandıran Duygu Üzüm Kulan özellikle yemek yeme, yalayıp yutma sahnesinde o güne kadar olan yakın geçmişteki yoksunluğu, yokluğu yansıtırken çok başarılı bir oyunculuk örneği veriyor. Sahne üstünde ve sahne arkasında emek verenlerin hepsi belli ki canla başla çalışıyorlar. Yine de oyun seçimi konusunda çok doğru yaptıklarını düşünemiyorum.

 

 

***

 

 

 

Tiyatrolardan Haberler

 

Sesler

 

 

 

 

“Dış dünyadan gelen seslere duyarsızlaşmaya çalışarak

en az zararı görmektir nefes almak ve yaşamak... “

 

 

Endless Art Taksim ikinci sezonunda kendi prodüksiyonu “Sesler” ile seyircisiyle buluşuyor. İlknur Güneş in yazıp yönettiği, Sedat Kalkavan ve Özcan Tekdemir'in başrollerini paylaştığı “Sesler”, kendi yarattığı dünyanın içinde sıkışıp kalan günümüz insanı üzerine trajikomik bir döngüyü anlatıyor. Bireyler kendi yarattıkları dünya düzeninden korkuyor, düzene müdahale edemiyor ve çıkışsız bir düzenin içinde olduğunu iddia ediyorlar. Dış dünyadan gelen seslere duyarsızlaşmaya çalışarak uğrayacakları zararı en aza indirmeye çalışıyorlar. Oyun kişileri hayatlarına devam edebilmek için modern dünya klişelerine tutunmaya, insanların oyalandığı bir dünyada kendi halinde acı çekmeden yaşayabilmeyi sağlamaya uğraşıyorlar. Onlar için artık karşı çıkmak, olaylara dahil olmak, olayları önemsemek, hayata karşı bir şeyler hissedebilmek zorlaşmıştır. Oyunda zengin, orta halli ve fakir üçgeni üzerinden klişeler içinde sıkışmış, Kafka'nın böceği gibi yaşamaya kendini mahkûm etmiş insanlar anlatılıyor.

 

 

Yazan–Yöneten: İlknur Güneş, Sanat Yönetmeni: Miray Aydın, Hareket Tasarım: Utku Demirkaya, Oynayanlar: Özcan Tekdemir, Sedat Kalkavan, Eylem Abalıoğlu, Beraat Karaman, Dekor ve Işık Tasarım: Onur Alagöz, Afiş Tasarım: Gözde Mutluer, Asistanlar: Büşra Yılmaz, Selen Karasu.

 

 

***

 

 

İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda “Kasaplığın Elkitabı”

 

 

Boris Vian’ın yazıp Ayberk Erkay’ın çevirdiği oyunu Burak Karaman yönetiyor.
 
 
 
6 Haziran 1944. İkinci Dünya Savaşı’nın dönüm noktalarından biri. Müttefik ordularının D-Day adlı operasyonuyla Normandiya kıyılarına çıkarma yaptıkları gün. Gelin görün ki, binlerce asker kıyıya çıkarken tam da  “kasap et derdinde” denecek cinsten bir olay yaşanıyor çıkarma alanının hemen yakınındaki Arromanches kasabasında. Kasabada bir at kasabı vardır, kasabın da evlenme çağına gelmiş kızları. Boris Vian’ın “Kasaplığın Elkitabı” adlı oyunu işte bu ortamda geçiyor. Dışarıda savaş bütün şiddetiyle devam ederken, kasap, kızlarını evlendirmeye ve dünyanın çeşitli yerlerindeki çocuklarını toplayıp düğün yapmaya çalışmaktadır.

 

Selçuk Kıpçak, Ahenk Demir, Ahmet Dizdaroğlu, Adem Türker, Nesrin Avcı, Asena Hotamış, Merve Erdoğan, İlker Güler, Tolga Kortunay, Cansın Bezircilioğlu, Salih Salcan, Onur Camcı, Heran Akkaynak, Cihan Akyürek, Seda Gün, Gül Altınok, Gökhan Türkal, Eroğlu, Onur Doğan, Kürşat Kurnaz, Özenç Eren Yelçi, Rıza Leki, Volkan Çelik, Oğuzhan Erdoğan rol aldığı oyunun dekor tasarımı Behlüldane Tor, kostüm tasarımı Şirin Dağtekin Yenen, ışık tasarımı Yakup Çartık, müzikler Tunay Uzuner imzasını taşıyor.