Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | Kalabalıkların ortasında tek kişilik yaşamlar

Kalabalıkların ortasında tek kişilik yaşamlar

07 Şubat 2015 - 07:02 | Burak Türker, Ö.Zeynep Dinsel ve Onur Özaydın “Tek Kişilik Şehir”in sacayağını oluşturuyorlar
“Tek Kişilik Şehir”i yeniden yorumlayan Tiyatroperest topluluğu, aynı doğru mesajı iletiyor: “Adlarımızı hatırladığımız sürece birbirimize kenetlenirsek belki kurtulabiliriz.”
TEK KİŞİLİK ŞEHİR – Yazan: Behiç Ak, Yöneten: Kerem Ayan, Sahne ve Işık tasarımı: Kerem Çetinel, Hareket düzeni: Candan Baş, Dış Ses: Devran Vangölü, Oynayanlar: Onur Özaydın/ Ö.Zeynep Dinsel/ Burak Türker.
 
Oyunu yorumlayan aşağıdaki yazım, 2000-2001 tiyatro sezonunda Milliyet Sanat Dergisi’nde yayınlanan eleştirimin bir bölümü. Eleştiri, Tilbe Saran, Cüneyt Türel, Köksal Engür üçlüsünün unutulmaz performanslarından biri olan Aksanat Prodüksiyon’un yapımı hakkındaydı. Oyunun irdelediği sorun konusundaki görüşlerim değişmediği ve bu yıllar boyunca yeni bir seyirci kuşağı yetiştiği için, yazının o kısmını buraya aktarmak istedim.   
 
“Böl ve yönet” yaklaşımı, insanın toplu yaşamaya başladığı tarih kadar eski. “Tek boyutlu insan” kavramı ise Herbert Marcuse’un 1960’larda adını koyduğu ve o yıllardan günümüze dünyada başarıyla uygulanan bir politika. Teknolojik gelişmenin göz kamaştırıcı hızıyla ulaştığı nokta, insanlık yaşamında çağ açabilecek buluşların farklı amaçlar için olumlu ya da olumsuz anlamlar yüklendiği bir nitelik taşıyor. Evrenin gizlerini çözme amacıyla atomu parçalayan bilim adamlarının, hiçbir zaman Hiroşima ve Nagazaki’yi hedeflemedikleri gibi, “bilgi çağı”nı açan bilgisayar uzmanları da, herhalde insanlığa ihanet etmeyi planlamadılar. Ama insanın bir anda “dünyanın bilgisine” erişebilme olanağını elde etmesi, bir yandan eşitsizlikler üzerine kurulu toplumsal yapıları çatırdatırken, öte yandan da “böl ve yönet” ve “tek boyutlu insan” politikaları için güçlü bir araç, güçlü bir silah olmadı mı dersiniz? Dünyanın bilgisine erişebilen insan, elini uzatsa dokunabileceği kişilerle iletişimini yitirmiyor mu? Bu, insanların özgür iradeleriyle seçtiği bir yalnızlık değil. Teknik olanakların sunduğu kolaylıkla, tüketim alışkanlıklarının ve yaşam biçimlerinin değişmesiyle, insanlar küçük kapsüllerin içine hapsolmaya başladılar. Son günlerde izlediğim bir reklam var; mutfak tezgahını bezle silerseniz mikroplara kucak açıyorsunuz; o nedenle steril bir paket içinden çıkaracağınız kâğıt mutfak beziyle bu işi yapıp sonra da onu çöpe attığınız zaman sağlığınızı kurtarıyorsunuz. Oysa ben annemin ya da büyükannemin işlediği bir mutfak beziyle tezgâhı silerken, kişisel tarihimle ve anılarımla barışık yaşamayı yeğleyebilirim. En azından anılarımı bir kullanışta çöpe ata ata, anılardan yoksun kalmak istemeyebilirim. Ne var ki, bir süre sonra bezlerin hepten ortadan kalkacağını ve hepimizin o metalik renkli paketlerde sunulan serin, nemli ve insan sıcağından uzak kâğıtları kullanacağımızı biliyorum. Yaşam dilimlerimiz de öyle. Kullanıp atıyoruz. Birikimlerimiz, deneyimlerimiz kısırlaşıyor. Ne dostlukları üstüste koyabiliyoruz; ne aynı iş yerindeki çalışma yıllarımızı biriktirebiliyoruz; ne sevgileri büyütebiliyoruz; ne sevinçlerimizi paylaşabiliyoruz. Paylaşmak dediğimiz, hoşumuza giden, ilgimizi çeken ya da önemli saydığımız bir bilgiyi, bir görüntüyü adres listemizdekilere mail’lemek haline gelmedi mi? O çok hoşumuza gittiği için paylaşmak istediğimiz şeyi aktardığımız zaman karşımızdakinin gözündeki parıltıyı göremedikçe, sesinin keyifli çınlayışını duyamadıkça, buna paylaşmak denilebilir mi?
 
Dinsel ve Türker başarılı oyunculuklarıyla tek kişilik yaşamlara karşı bizi uyarıyorlar.
 
Tiyatroperest’in Yorumu
 
Yukarda o tarihlerde gösterilen bir reklam filminden söz ettim. Şimdilerde de teknolojinin insanı yaşamdan koparışını yansıtan yeni bir uyarıcı film dolaşıyor internet ortamında: “Tuzluğu verir misin?”  Hemen hemen hepimizin evlerimizde karşılaştığımız durumu çok iyi vurgulayan bu filmi mutlaka izleyin. Tiyatroperest’in sahnelemeye başladığı oyun işte tam da bu durumu yansıtıyor. 
 
Oyun , Tiyatroperest'in deyimiyle “tam olarak bilmediğimiz ama çok da uzak olmayan bir gelecekte geçer." Bence o gelecek çoktan “bugün” oldu. Tiyatroperest oyunu şu sözlerle sunuyor: "Teknolojinin yetişemediğimiz süratiyle yaşadığımız iletişim çağında, yüz yüze iletişim demode bir ihtiyaç olmaya başlamıştır. Bireyler giderek, tek kişilik aileler, tek kişilik şirketler haline gelerek, kimliklerinden, birbirlerinden, doğadan ve tüm çevrelerinden uzaklaşmışlardır. Artık yeni düzen tek kişilik yaşamlar üzerine kurulmuş ve ekonominin işleyişi tek kişilik ihtiyaçlar üzerinden sağlanmaktadır. Böyle bir büyük kent yaşamı içinde üç kişi, Adam, Kadın ve Garson kimlik arayışı içine girerler. Belki isimleri de vardır..." 
 
Yönetmen Kerem Ayan, oyunu doğru okumuş, doğru yorumlamış. Oyun düzeninin temposunu ve ritmini dakik bir titizlikle gerçekleştirmiş. Bir dramaturji çalışmasıyla metin belki biraz kısaltılsa daha da yoğunlaşabilirdi, ama bu haliyle de zevkle izleniyor. Kerem Ayan bu uzunluğu, dansa yedirerek görsellikle dengelemeye çalışmış. Yine de konuşmaları yerleştirebilmek için dans ister istemez uzuyor.
 
Onur Özaydın ve Burak Türker oyunun ironisini çok iyi vurguluyorlar.
 
Kerem Çetinel’in sahne tasarımı, oyunun özüne uygun minimal yapıyı, simetrik bir estetikle bütünlüyor. Ama gözüm fonda bir gökdelenler görüntüsü aramadı değil. Hele hele günümüzde dört yanımız rezidans zulası olmuşken. Bir de oyunun soyutlamasını zedelediğini düşündüğüm salıncak olanca somutluğuyla sahneye getirilmese daha uygun olurdu.
 
Adam’ı canlandıran Burak Türker, oyunun ilk bölümünde kimliğini kasıtlı ve bilinçli olarak kaybetmesini inatla savunurken, ikinci bölümde o kimliğin arayışına geçmeyi akışkan bir geçişle başarıya ulaştırıyor. 
 
Kadını oynayan Ö.Zeynep Dinsel, Adam’ın köşeliliğini dengeleyen uçucu bir görüntü çiziyor. Sahneye çok yakışan bir oyuncu. Yalınayak oynaması o uçuculuğun altını çizmek için mi, yoksa gerçekten çok güzel ayakları olduğu için mi yönetmen böyle bir seçim yaptı bilmiyorum, ama sonuç olumlu olmuş. 
 
Oyunun yönünü belirleyen, tek kişilik yaşamların köşeye kıstırılmışlığını incelikli bir ironiyle vurgulayan Garson’da Onur Özaydın ölçülü bir oyunculukla oyuna çok başarılı katkı sağlıyor. Üçlünün en gerçekçi kişisini inandırıcı bir dozda yansıtıyor.
 
“Tek Kişilik Şehir” sezonun görülmesi gereken yapımlarından biri olmuş.
 
9, 16, 23 Şubat 20.30 İKSV Salon - Şişhane
Gişe:0212. 334 08 41 (Pazar hariç her gün 10:00 – 18:00)
 
 

Oyunbaz, "Kral Lear" ile Talimhane Tiyatrosu'nda

 
 
İnsanlığın absurd trajedisidir Lear. Bu masalsı ve çetrefilli öyküde, hükümdarlığı bırakan ama iktidarından vazgeçemeyen krallar, çocuklarını kaybedince babalığı, gözlerini yitirince görmeyi öğrenen ihtiyarlar, güç için yaşarken, güçlendikçe ölen evlatlar, akıllıyken delirenler ve delirdikçe akıllananlar görürüz. Entrikalar, sürgünler, savaşlar, ölümler... Tabiatın yabaniliğinden kaçmak için medeniyetler kuran insanoğlu, kendi ürettiği vahşetle doğayı alt eder. Shakespeare’in Lear’ında öfkesi, kibri ve tuhaf korkularıyla insan, kozmos içindeki küçüklüğünü sıklıkla unutma eğilimindedir.
 
Yönetmenliğini Abdullah Cabaluz’un üstlendiği, Özdemir Nutku ve Bülent Bozkurt çevirilerinden yararlanılarak Oyunbaz’ın derlediği oyun, 21 Şubat 21.30’da Talimhane Tiyatrosu, Şişli Blackout AVM’de seyirci ile buluşacak.
 
iletişim: 0212 238 85 09 
 
 
 

Kumbaracı50 organizasyonuyla Yeni komşumuz Hata Yapım Atölyesi'nde yetişkinler ve çocuklar için yepyeni atölyeler 7 Şubat'ta başlıyor.

 
 
Yiğit Sertdemir'le Oyun Yaz(ama)ma Atölyesi // 2014
 
Yazamıyorum. Neden yazamıyorum? Yazıyorum. Ama bir şeyler eksik gibi… Fazla mı oldu acaba bir şeyler… Başını buldum da, sonunu bir türlü getiremiyorum… Kafamda bir son var, ama nereden başlayacağımı bilemiyorum… Ya yazsan oyun olur da, yazmasam mı nedir… Çok pis fikrim var ama nereye yapacağımı kestiremiyorum… Gözümün önünde bir adam var, hani yaz desen yazarım… Desene yazayım… Dertlerim var paylaşmak istediğim, yolunu bulamıyorum… Bence çok iyi yazdım, sence? …Sekiz hafta… yirmi dört saat… binlerce hata... Yaz…ama…
 
1. KUR // Kafa Açma // 2 Ay
Önyargılardan kurtulma, yazmanın önündeki engellerin keşfi ve çözüm yolları, yazmayla tanışma, temel kavramları edinme. Şubat'ta başlıyor. Son başvuru tarihi: 5 Şubat 2015.
2. KUR // Kafa Kafaya Verme // 2 Ay
Katılımcının yazmaya karar verdiği konu üzerine sistematik bir şekilde birebir çalışarak oyun yazma.
 
 
Candan Seda Balaban'la Atölyeler
 
Candan Seda Balaban’ın kendine has dünyasıyla tanışıp, yaratıcılığınızı ve el becerinizi bu atölyelerle hayata geçirebilirsiniz. Herhangi bir deneyiminiz olmasa da, bu konudaki isteğiniz yeterli. 8’er kişilik sınıflarda, birebir çalışmalarla sürdürülecek olan; Maske Atölyesi, İpli Kukla Atölyesi ve Sünger Kukla Atölyesi Şubat ayında başlayacak ve her biri 3 ay sürecek.
 
 
 
Ebru Özdemir'le Çocuklar için Atölyeler
 
Çocukların hayal dünyalarının kapılarını açıp o koca dünyada yarattıkları karakterlere hayat vermek, üç boyutlu hale getirdikleri karakterleri oynatarak, oyun kurarak, kendi eliyle yapabilmiş olmanın başarısını hissettirerek, özgüven kazandırarak; onlar için en güzel iletişim yolunu örmeyi istiyoruz.
 
 
21-25 Şubat Uluslararası Michael Chekhov Atölyesi
ve Kumbaracı50 İşbirliğiyle Oyunculuk Atölyesi
 
Zagrep’ten Suzana Nikolic ve Hamburg’tan Ulrich Meyer-Horsch’un yürütücülüğünde gerçeleşecek olan atölye Michael Chekhov’un oyunculuk tekniğini temel alıyor. “Ben” aslında “Başkası” – Karakter yaratma, dönüşüm, psikolojik jestler başlığındaki atölye Farklı kültürel geçmişlerin buluşması yanında “araştırmak, ilham almak, öğrenmek” için duyulan ortak istek bu atölyelerin eşsiz atmosferini oluşturuyor.
 
Kumbaracı Yokuşu No:50/3 Tünel, Beyoğlu
Basın ve HalklaİlişkilerKoordinatörü Gülhan Kadim
gulhan@altidansonra.com / 532 255 55 80
 
 

Ormanlardan Hemen Önceki Gece

 
 
Oyunu Rıza Kocaoğlu yorumluyor.
 
ORMANLARDAN HEMEN ÖNCEKİ GECE-Yazan: Bernard-Marie Koltès, Çeviren: Ayberk Erkay, Yöneten, sahne tasarım, video: biriken (Melis Tezkan–Okan Urun), Yönetmen yardımcısı: Gözde Kocaoğlu, Işık tasarım: Kemal Yiğitcan, Ses tasarım / Müzik: Ömer Sarıgedik, Afiş tasarım: Emre Erdem, Arya  (Sposa son disprezzata–Vivaldi) Soprano: Simge Büyükedes, Piyano: İklim Tamkan, Oyuncu: Rıza Kocaoğlu.
 
"Sokağın köşesini dönüyordun, seni o zaman gördüm, yağmur yağıyor, üst baş sırılsıklam, saç baş perişan, olacağı bu tabii yersen o kadar yağmuru, ama olsun dedim içimden..."
 
Fransız yazar Bernard-Marie Koltes’in 1960’larda yazdığı, ilk kez 1977’de Avignon Festivali’nde sahnelenen tek kişilik oyunu “Ormanlardan Hemen Önceki Gece” çağdaş tiyatronun kült metinlerinden biri olarak kabul edilir. Sokakta yaşayan ve adı sanı olmayan, sadece “yabancı” denilen bir evsizin monologundan oluşan oyun, yalnızlık, insanın ellerinin arasından akıp giden hayat ve ikiyüzlü sistem temalarını irdeler.
 
İçinden yalnızlık, aşk ve başkaldırı geçen bir gece. Karşısındaki kaçıp gitmeden her şeyi anlatmak isteyen bir adam. Dinmeyen yağmurun altında, ulaşılamayan bir otel odasının arayışında, ikiyüzlü sisteme karşı sıkabileceği yumruklarından başka bir şeyi olmayan bu adamın soluksuz koşusu.
 
 
Rıza Kocaoğlu bir röportajda aslında hepimizin bir aidiyet aradığımızı öne sürüyor ve şöyle diyor: “Betonla, demirle, metrekareyle ölçülen bir aidiyet değil. Dinlenilmek ve anlaşılmak adına bir aidiyet. Ormanlardan Hemen Önceki Gece oyunu da bu aidiyetsizliğe dikkat çekiyor.”
 
Oyun 2000-2001 tiyatro sezonunda Tiyatro Oyunevi’nde Mahir Günşiray’ın başarılı rejisiyle sahnelenmişti. Çok farklı bir dekor anlayışıyla oynanan oyun için o zaman yazdığım eleştirinin bir bölümünü, Tiyatro Oyunevi’nin ve Mahir Günşıray’ın çalışmalarıyla yeniden buluşabilmek dileğiyle aktarıyorum: 
 
“Ormanların Hemen Önündeki Gece”, otuz bir sayfalık “tek cümle”den oluşan bir monolog. Yabancı ülkelerde tek kişi tarafından mı, yoksa Tiyatro Oyunevi’nin uygulamasına benzer yorumlarla mı sahnelendiğini bilmiyorum. Günşiray’ın yorumunda, metin yedi oyuncu ile seslendiriliyor. Kendilerine dayatılan çalışma koşullarına baş kaldırmış, düzene kafa tutmuş, bunun sonucunda da toplumdan dışlanmış “ayak takımı”ndan kişilere bölüştürülmüş metin. Böylesi zor bir metni, tamamen söze dayalı böylesi çetrefil bir oyunu, yarı amatör sayılabilecek oyuncularla sahnelemek gerçekten yürek ister. Günşiray’ın oyunu yorumlamanın yanı sıra, bir başka başarısı da bunu gerçekleştirmek olmuş. Güven İnce, Ece Eroğlu, Alper Develioğlu ve Elif Ongan, sahneye yaraşır diksiyonlarıyla oyunu izleyebilmemizi ve Koltes’in görüşlerini paylaşmamızı sağlıyorlar.” 
 
 7, 13, 14, 20, 21, 27, 28 Şubat 20.30da
İletişim: www.zorlucenterpsm.com/‎ 0850 222 6776
 
 
 

 Almanya’da

 
 
D22’nin kurucularından Berkay Ateş'in kaleme aldığı ve Yiğit Sertdemir'in yönetmenliğini üstlendiği "Yirmi Beş," 20 Şubat 2015 akşamı Almanya'nınMülheim kentinde bulunan An der Ruhr Tiyatrosunda, Szene Istanbul (Sahne İstanbul) adlı etkinlikler dizisi kapsamında izleyiciyle buluşacak.
 
İki sezondur D22’nin Galata Hamursuz Fırın’daki mekanında sahnelenen “Yirmi Beş,” insanlığın ortak paydalarını ortak duygulanmalarla ortaya çıkartarak, ülkemizin en önemli sorunlarından biri olan etnik kökenler arası çatışmayı farklı bir açıdan gözler önüne serip barışçıl bir bakış açısı kazandırıyor.
 
Berkay Ateş "Yirmi Beş" ile 2014 Savaş Dinçel Ödülleri’nde En İyi Yazar seçildi. Yiğit Sertdemir de oyunun efekt tasarımı ile, 14. Direklerarası Seyirci Ödülleri En İyi Efekt Tasarımı Ödülü’nün sahibi oldu.
 
"Yirmi Beş", Mart ayından itibaren D22'de sahnelenmeye devam edecek.
 

Destar Tiyatro “Merheba” ile Şermola’da

 
 
Galisyalı yazar Sèchu Sende’nin "Rüyalarımda Bile Dilimi Kaybetmeyeceğim" adlı kitabındaki "Pusula İğnesi" ve "Galisyanca Konuşmaya Başlamak İçin Pratik Bilgiler" adlı öykülerinden Fatma Onat'ın yaptığı serbest bir uyarlama olan "Merhebe", Şermola Performans Sahnesi'nde seyirciyle buluşuyor. "Merheba", Mirza Metin'in tasarladığı anadil temalı, dört farklı yazar ve yönetmenin yer aldığı dört oyunlu projenin ilk oyunudur. 
 
Tasarlayan ve Yöneten: Mehmet Atak, Oyunlaştıran: Fatma Onat, Dili Kesilen Kadının Monologları: Aslı Erdoğan, Dramaturji: Sevin Okyay, Çetin Ok, Gülsüm Ekinci, Müzik: Ahmet Aslan, Şirin Pancaroğlu, Hareket Tasarım: Can Bora, Işık Tasarım: Mîrza Metîn, Dekor Tasarım: Marta Montevecchi, Kostüm Tasarım: Hilal Polat, Makyaj Tasarım: Suzan Kardeş, Video Tasarım: Adar Bozbay, Oyuncular: Nagihan Gürkan, Rıdvan Erdem Kaynarca, Burcu Eken, Sahne Arkası Oyuncuları: Felat Erkozan, Şadin Yeşiltaş, Yazı Köz, Arda Uğurlu, Özel Görünüm: Fatmagül Berktay.
 
Sahne uzamında yan yana duran bir genç kadın ve genç adam; "dil"in kimliklendirdiği, ötekileştirdiği, "dil" ile var olan ve yine "dil" ile yok olan iki silüet. Ve sesler, dünyanın her dilinden sesler, rüyalarında bile ana dilini unutmayacağını fısıldayan sesler. Ve "kadın sesleri" ayrı ayrı dillerden, aynı duygularla anlatan kadın sesleri, birinin gözyaşı diğerinin yanağından süzülen kadınların... Kürtçe, Türkçe, Galisyanca.
 
“Merheba”, 12 - 19 - 26 Şubat tarihlerinde Şermola Performas'ta sahne alacak.
 
Adres: İstiklal Cd. İmam Adnan –
 Nane Sk. No:5 K:2 Beyoğlu
 

Bab-ı Tiyatro’nun Yeni Oyunu

 
 
Bab-ı Tiyatro’nun yeni çalışması “id ego ve süper kahraman”da yazar, kadın gözüyle erkeklerin dünyasına bakıyor. Erkek gerçekten rahat, hâkim ve özgür müdür, yoksa köşeli, zorba ve çıkışı olmayan bir dünyaya mı hapsolmuştur? Erkek olmak bir üstünlük müdür? Kim belirler sınırları? Oyuncu Emre Eryiğit Amerikalıların çekeceği bir filmin başrolü için görüşmeye çağrılır. Görüşme boyunca tüm numaralarını sergiler. Dans eder, şarkı söyler, üç top çevirir, yerlerde sürünür, ağlar, güler, en gizli sırlarını anlatır, gerekirse alttan alır, gerekirse tehdit eder. O, anne ve babasının biriciği, Neslihan'ın erkek kardeşi, Füsun'un sevgilisi, az homofobik, epey maço, biraz aktör, biraz soytarı, çokça şişirilmiş bir erkeklik yalanı, çağımızın süper kahramanıdır.
Yazan ve yöneten Zeynep Kaçar, oynayan Cem Sürgit, ışık tasarım Bilge Açıkgöz, afiş tasarım Barış Çakmak, asistan Tuğrul Küçükmustafa, teaser Murat Aksu. Oyun 24 Şubat 20.30’da Sahne3'te seyredilebilir.
 
Sahne3: Halaskârgazi Cad. Sebat Apt. No:74 ?Kat:5  Osmanbey 
İletişim: 0507. 649 4721 / 0212. 231 193
 
 

GALERİ EKSEN

 

“BAZI YÜZLER UNUTULMAZ” - KARMA SERGİ

 
12-28 Şubat 2015
 
Sergide yer alan Çağdaş Erçelik’in Nazım Hikmet tablosu.
 
Şeref Akşit küratörlüğünde resim, heykel, seramik, illüstrasyon, dijital baskı, video ve fotoğraf olmak üzere disiplinlerarası nitelikteki sergide Ahmet Kiracı, Aslıhan Aksun, Berrin İlhan, Beste Koş, Ceren Topsakal, Çağdaş Erçelik, Deniz Gökduman, Ercan Olgun, Esra Kürtür, Ethem Onur Bilgiç,  Ezzaldin Shahrori, Gökçe Pehlivanoğlu, Harun Tole, Maryam Sahafzadeh, Murat Berköz, Nezihe Bilen Ateş,Onur Şenbaş, Saydan Akşit, Tayfun Gülnar, Yeşim Ustaoğlu, Yoldaş Ataseven, Zafer Erkan’ın yapıtları yer alıyor.
 
Şeref Akşit, serginin yaklaşımını şöyle yorumluyor: 
 
“Bazı yüzler, baktığımız ilk andan itibaren bizi etkisi altına alır ve aynı sonsuz anlarda belleğimizi o donuk zamana hapseder. Sanat tarihinde eşsiz figürlerin unutulmaz yüzleri; Michelangelo’nun kavmine kızan Musa’sındaki kızgın, tatminsiz yüzü, Da Vinci’nin Mona Lisa’daki hüzünle karışık gülümseyen yüzü, Bernini’nin Davut heykelinde, Golyat’a taş atan öfkeli bakışları… Müzik dünyasında “Rock N Roll’un büyükannesi” lakabıyla Tina Turner yılmaz kahkaha dolu gülümseyişiyle, reggae müziğinin babası Bob Marley’in sıcak, umutlu gülüşü…Filmlerden izlediğimiz bazı özel yüzler de asla unutulmaz; Persona filmindeki Elisabeth karakterinin durağan, kendini beğenmiş özgüvenlikteki geniş, arzu nesnesine dönüşen ölümsüz yüzü, Jack Nickolson‘ın Jack Torrance karakteriyle Shining filmindeki manik/korkutucu bakışları, Marlyn Monroe’nun ölümsüz pozlarındaki şuh, sıcak gülüşü, Brad Pitt’in Fight Club filmindeki yakışıklı ama serseri haliyle Edward Norton’a dönen çoklu yüzü, Bir Zamanlar Amerika filmindeki ‘Harmonika’ karakteriyle Charles Branson’un ölümlere alışık soğukkanlı yüzü, Casablanca filminin unutulmaz yüzü Inrad Bergman, Türkan Şoray’ın biraz utangaç, biraz şımarık bakışları, Şener Şen’in şakacı gülümseyişi, Yılmaz Güney’in “çirkin kral” bakışları, Barış Manço’nun efsanevi güleç yüzü, uzun saçları, Turist Ömer Sadri Alışık’ın güldürürken düşündüren saf/kurnaz bakışları, uzun yıllar toplumcu gerçekçi filmlerde oynamış “ağır abi” Tuncel Kurtiz’in toplumsal duyarlığını sürdürdüğü kederli, kaygılı bakışları.
 
Unutulmaz yüzlerden Tuncel Kurtiz
 
Diğer yandan siyaset/politika dünyamıza yön vermiş, pişkinliğin ‘her şeye bir kılıf uydururuz’un bulucusu “Demokrasilerde çare tükenmez” lafının ebesi Süleyman Demirel gülüşü, Hindistan’ın İngiliz sömürülerine karşı pasif direnişiyle efsaneleşen kurtuluş kahramanı Gandhi’nin dingin, vakur yüzü… Aşina olduğumuz yıldızlardan, hiç tanımadığımız, bazen ışıklarda karşıdan karşıya geçerken bir anda tutulduğumuz ve bir daha hiç görmediğimiz, benzerine rastlamadığımız, rastlayamayacağımız görsel hafızamıza kazınmış unutulmaz yüzler. Bir kaş-göz, bakış, bazen bize sempatik, dikkat çekici gelir ya da karizmatik görünür, o bakışa yoğun anlamlar yükler, çok şey katarız. Daha sonra sahip olmadığı ve belki hak etmediği anlamları bile ona biz yakıştırırız. O bıraktığı iz zihnimizden hiç silinmez ve bazı keskin hatılı, belirgin yüzler gerçekten unutulmaz. Diğer yandan, tam tersine, bazı yüzler de net hatırlanmadığı, çocukluğumuzdan beri görmediğimiz, tam anımsanamadığı, ya da flu hatırlandığı, şu an hayatta olmayan veya uzaklara gidip haber alamadığımız bir yakınımızın belirsiz yüzü asla unutulamaz. Çocukluğumuzda hatırladığımız o hayaletsi silüeti gözlerimizin önünden gitmez. Sergimizin konseptini unutulmaz bakışlar, gülen, konuşan gözler, çok farklı anlamlar barındıran yüzler üzerine portre işler oluşturur.” 
 
 
Maçka cad. No:29 Nişantaşı – 0212. 219 08 50 
 

Olbinski Afişleri

 
 
Lucia di Lammermoor – Gaetano Donizetti