Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | Havada boğulmak
20 Şubat 2016 - 01:02
Jest Tiyatro, Charlotte Jones’un ilk oyunu “Havada Yüzmek” ile seyirci karşısında
HAVADA YÜZMEK- Yazan: Charlotte Jones, Çeviren: Seçil Honeywill, Yöneten: Murat Sarı, 
Dekor Tasarım: Murat Gülmez, Işık Tasarım: Özkan Sezer, Kostüm Tasarım: Beril Sönmez, Koreografi: Tanju Yıldırım, Oyuncular: Neriman Uğur – Zeynep Gülmez.
 
Yönetmen Tolga Güleryüz ve oyuncu Zeynep Gülmez’in 2014’te “dünya normlarında çağdaş tiyatro adına ortak girişim” diye tanımlayarak kurdukları “Jest Tiyatro”, İngiliz oyun yazarı Charlotte Jones’un “Air Swimming” adlı ilk oyununu “Havada Yüzmek” olarak sahneye getirdi.
 
Unutulmuş kadınların hikâyesi
 
Yakın geçmişe kadar İrlanda ve İngiltere’de bağımsız bir kafa yapısına sahip olanların başı dertten kurtulmuyordu. Hele kadınlar için bu daha da somut bir tehditti. Toplumun kendilerine biçtiği iffetli eş ve fedakâr anne rolünü kabullenmeyen kadınlar, toplumun ahlak anlayışına uymayan kadınlar, “sabıkalı akıl hastaları” hastanesine kapatılıyordu. (Biz bu sorunu kökten halledip “kadın cinayetleri” ile çözümlüyoruz maşallah. Böylece yıllar boyu beslemekten de kurtuluyoruz. Hem ahlak geleneklerine uymayanları, hem de onları öldürüp kravat takanları.)
 
Charlotte Jones, bu konuyu üstelik gerçek bir olaya dayandırarak işlemiş. Bu, 1920’lerden 1970’e kadar tımarhanede kalan, ailelerinin arayıp sormadığı iki “unutulan kadın”ın hikâyesi. Gerçek olayın kurbanları Miss Kitson ve Miss Baker. Oyunda Dora ve Persephone adlarıyla çıkıyorlar karşımıza. Oyun başladığında, Dora zaten daha önce tımarhaneye kapatılmış. Çift cinsiyetli, bu nedenle erkek kılığında dolaşıyor; ama bu yetmiyormuş gibi bir de gayrı meşru çocuk doğurmuş. Tabii sonuç hastane/hapishane olmuş. Dora kendini düşlere fazla kaptırmayan, gerçekçi ve güçlü ya da güçlüyü oynayan biri. 
 
Daha sonradan gelen Persephone ise 2. Dünya Savaşı sonrası Hollywood filmlerinin sarışınlarından Doris Day’i rol model alan genç bir kadın. O da evlilik dışı çocuk doğurmuş ve çocuğunun yüzünü bile görmesine fırsat vermeden elinden almışlar, kadını da tımarhaneye kapatmışlar. Bir kez bile ziyaretçileri olmayan, aranıp sorulmayan bu iki kadın, tam elli yıl kapalı kalmışlar ve ancak 1970’lerde gün ışığına çıkabilmişler.
 
İngiltere’deki prodüksiyonda yukarıdaki kıyafet kullanılırken bizde deli gömleği kullanılıyor.
 
Her sanatçının aklını çelecek bir konu. Ne var ki Charlotte Jones bu ilk oyununu dersini fazla çalışmadan yazmış gibi görünüyor. Bu iki kadını iki boyutluluktan kurtaramamış. Geçmişleri, doğup büyüdükleri ortamlar, aile yapıları hakkında ipucu yok. Persephone'nin daha hali vakti yerinde bir aileden geldiğini biliyoruz o kadar. Ama oyun toplumun genel geçer değerleriyle uyuşmamayı tımarhanelik bir durum olarak görmeyi eleştirecekse, farklı yapılardaki ailelerin ve genelde toplumun bu görüşe nasıl geldiğini irdelemek gerekirdi. Bir de oyun kurgusunda inandırıcı olmayan motifler var; örneğin Doris Day. Persephone, diyelim ki 1920’lerin sonunda hastaneye kapatıldı; nasıl olur da sahneye ilk kez 1939’da şarkıcı olarak çıkan ve sinema dünyasında 1950’lerde ün yapan Doris Day’i örnek alır? Oyundaki hastane/hapishane bugünküler gibi televizyonlu, radyolu, gazeteli bir yer değil. Yazar 1968 doğumlu olduğu için olsa gerek, böyle bir tutarsızlığa düşmüş. Zaten oyun ilk sahnelenişinde komedi diye sunulmuş, ancak New York’taki Irish Repertory Theatre’da John Keating rejisiyle sahnelendiğinde olayın trajik boyutu ön plana çıkarılmış. Yani yazar açısından bir kafa karışıklığı söz konusu diye düşünüyorum.
 
Oyunun yorumu
 
Jest Tiyatro, Seçil Honeywill’in (gerzek veya geri zakâlı yerine embesil gibi bir iki çapak dışında) başarılı çevirisiyle ve “özgürlüğe havada yüzerek ulaşanların hikâyesi” tanımıyla sunuyor oyunu. 
 
Murat Gülmez’in sahne tasarımı, iki kadının yıllar boyu ovup temizlemeye mahkûm edildikleri banyo küvetini, fayans duvarları, merdiven tırabzanını, kısacası gündelik yaşam biçimlerini çok güzel özetleyen bir çözüm olmuş. Özkan Sezer’in ışık tasarımı da, o dört duvarın çıplaklığını, insanın o dört duvarda yasıyan  yalnızlığını iyi aktarıyor. Beril Sönmez’in kostümleri neden deli gömleğini çağrıştırıyor, hatta kol ucundaki şeritlerle sahici deli gömleğine dönüşüyor, pek kestiremedim. Tımarhanede yatanlar 7/24 deli gömleğiyle gezmez.
 
Neriman Uğur erkek kıyafetinde, Zeynep Gülmez de Doris Day’e öykünüyor.
 
Yönetmen Murat Sarı, belki de oyun metninin yönetmene fazla ışık tutmaması yüzünden bu
önemli hikâyeyi, bu önemli toplumsal eleştiriyi yeterince vurgulamayan sıradan bir oyun düzeni gerçekleştirmiş. 
 
Aslında çok renkli roller olabilecek Dora’da Neriman Uğur ve Persephone’de Zeynep Gülmez de bütün çabalarına karşın “havada yüzmek” yerine “havada kalan” ya da kendilerini ve seyirciyi “havada boğan” bir performans gösteriyorlar.
 
    
İletişim: 0507. 606 83 33    
 

* * *

 
 

Savaşın çocukları

 
 
İlk adımları, 2001 yılında Arcola Theatre Genel Sanat Yönetmeni Mehmet Ergen tarafından atılan ve o günden beri amatör ve profesyonel Türkiyeli oyuncular ile çalışmalarına hemen hemen aralıksız devam  eden Ala –Turka, Vasıf Öngören’den Asiye Nasıl Kurtulur?, Arthur Miller’den Cadı Kazanı ve Ionesco’dan Kel Şarkıcı gibi akıllarda kalan projelere imza attı. Ekip ayrıca, bazan uzaktan Türkiyeli olmayı, bazan da Türkiye'ye uzaktan bakmayı irdeleyen Ana Hatlar, Yastık Altında, Kapılar ve Adını Sen Söyle gibi kendi yazdıkları oyunları da sahnelediler. Şimdi de Arcola Theatre, Creative Engagement programı bünyesinde faaliyet gösteren tiyatro grubu Arcola Ala-Turka, Euripides’in “Herkül’ün Çocukları” adlı eserinden uyarladıkları yeni oyunları “Savaşın Çocukları”nı, 2–5 Mart tarihleri arasında, Arcola Theatre’da sahneleyecek. 
 
Bundan 2400 yıl önce, Euripides tarafından yazılan Atina tragedyası “Herkül’ün Çocukları”, kendisinden, babalarının öcünü alacakları korkusu ile onları öldürmek isteyen Kral Eurystheus’dan kaçmak zorunda kalan çocukların hikayesidir. Bu cocuklar, ev ve yurtlarını geride bırakarak, bir krallıktan diğerine göç edip güvenli yeni bir yaşam ararlar. Vardıkları her yeni toprak, onları yepyeni tehtitlerle karşı karşıya bırakır. Kral Eurystheus’un zulmünden ve kendi krallıklarının uğrayabileceği kayıplar ihtimalinden korkan yöneticiler ve halklar, çocuklara ve onlara eşlik eden bir kaç sadık akraba ve korucuya sınırlarını kapatırlar. Bundan sonra çocukların kaderini kim belirleyecektir?
 
 
Ala–Turka Ekibi, yeni oyunları “Savaşın Çocukları” ile ilgili şunları söylüyor: “Bugün, hayal bile edemeyeceğimiz tehlikelerden, arkalarında her şeylerini bırakarak kaçan, daha iyi bir yaşam umudu ile hayatları pahasına zorlu bir yolculuğa çıkan insanların hikayelerini ve bu hikayelerin medyadaki dönüşümlerini merakla takip ediyoruz. Bu gidiş ve varış süreci devam ede dursun, bu insanlar, vardıkları topraklarda güvenlik, kalabalık, kalkınma ve barınma gibi endişelerin nedeni olarak görülen “sürüler” olarak anılmaya  başlandı. Hümaniter söylem ve görevler yavaş yavaş buharlaşmaya, aslında onların insan oldukları gerçekliği göz ardı edilmeye yüz tuttu. İşte tam bu noktada, bizler için, Euripides’in hemen bugün yazılabilmiş olacak bu eski oyununu, Ala –Turka dilinde ve tarzında uyarlamak ve gündeme getirmek görevinde hiç düşünmeden ve hevesle hem fikir olduk.”
 
Oyundan elde edilecek gelirin bir kısmı, çocuklar için çalışan Save The Children Derneği’nin, özel olarak mülteci çocuklara yardım için başlattığı, Child Refugee Crisis (Mülteci Çocuk Krizi) kampanyasına bağışlanacak. Oyunun sahnelendiği günlerde ayrıca, mültecilere yardım amaçlı işler yürüten Us Humans Derneği’nin gönüllüleri Liam Prior ve Silvia Alba’nın, konu ile ilgili eserlerinden oluşan bir fotoğraf sergisi de Arcola Theatre’da görülebilecek.
 
Uyarlama ve Çeviri: Ece Özdemiroğlu, İrem Çavuşoğlu, Müge Çetinkaya, Ses: Neil McKeown, Işık: Jack Weir, Oyuncular: Tuncay Akpınar, Şenay Balta, Ada Burke, Görkem Çınar, Serpil Delice, Yekbun Delice, Şükrü Demir, Tahsin Gececi, Gökmen Güvener, Nevgul Kalender, Dursun Kuran, Deniz Oktay, Songül Özmen, Irem Sayılgan, Buke Soyusinmez, Apo Tercanlı, Tuğba Tırpan, Dilek Yorulmaz.
 
Oyun tarihleri 2,3,4,5 Mart Saat 20:00, Studyo 2 - 5 Mart Cumartesi Matine Saat 15:00
  
İletişim: Müge Çetinkaya -  muge@arcolatheatre.com
Arcola Theatre, 24 Ashwin Street London E8 3DL, www.arcolatheatre.com   
 

* * *

 
 

Z O E

12 Şubat – 2 Nisan 2016
 

 

Servet Cihangiroğlu, "ben yokum! ben oynamıyorum", 2016, 3:27'', video.
 
Erdal Duman’ın küratörlüğünde düzenlenen, 30 yaşından genç sanatçılar Servet Cihangiroğlu, Hazal Ünsal, Saadet Çoşkun, Baran Çağınlı, Belen Melşen Siperoğlu’nun sergisi, siyaset sahnesinde kilit rolde yer alan Zoe'nin, insanlığı hatırlayabilmesi ve hızlıca yok olan toplumsal yaşamı, barışı, mutluluğu görebilmesi için bir umuttur. Bir canlının hayatının en temelinde yer alan yeme, içme, çoğalma, barınma türünden içgüdüsel eylemler o canlı türü için bir amaç veya önkoşulsuz bir yaşamı tarif ederken, söz konusu hayat, insan yaşamı olduğunda ise bundan daha fazlasını bekleriz. İşte tam bu noktada Aristoteles bu iki farklı yaşamı sürdüren farklı kategorilerdeki insanları tanımlar. Zoe, yalın yaşamın aktörü iken Bios ise iyi yaşamın, kamusal insanın, konuşan ve yaşadığı hayattan çeşitli anlamlar oluşturan türüne karşılık gelir. Aristoteles'e göre Zoe, Bios'un ön koşuludur ve kentte yaşamasına gerek olmadığı gibi siyasete de ihtiyacı yoktur. O sadece biyolojik olarak vardır.
 
Fakat günümüz modern siyasetinde bu durum değişmiş, Zoe kent içine alınarak siyasetin merkezine yerleştirilmiştir. Çünkü modern siyasetin niceliksel olarak çoğunluğa ihtiyacı olduğu gibi kolayca şekillendirebileceği ve kodlayabileceği kısacası istediği biçimde kurabileceği yığınlara ihtiyacı oluşmuştur. Artık yaşam alanları daha iyi bir yaşamı tercih eden Bios üzerinden değil, en asgari düzeyde yaşamı yeterli gören Zoe üzerinden kurulur.
 
Modern siyaset, mekânların, üretim ilişkilerinin, sermayenin, toplumun yeniden üretilmesi için Bios'a ve onun şimdiye kadarki kazanımlarına ihtiyaç duymaz. Ve bir süre sonra Bios'un özgürlük, eşitlik, demokrasi, barış, sosyal güvenlik hakları, işçi hakları, kadın hakları, azınlık hakları gibi taleplerinin Zoe ve onun temsili olan iktidar tarafından hiçbir anlamı kalmaz. Buradaki temel sorun, Zoe'nin sadece biyolojik bedeni ve “sessizliği” üzerinden yapılan siyasetin bir süre sonra tüm alanları tıkaması ve yönetimin gittikçe totaliterleşmesi, kamusal alanı yaşanmaz hale getirerek toplumu çökertmesidir. Kurtuluş ise Zoe'nin görebilmesi ve konuşmasıdır.
 
Kemankeş mah. Mumhane cad. Laroz Han 67 Karaköy
0212. 249 10 35 - info@artsumer.com / www.artsumer.com
 
 

* * *

 

Deniz Sağdıç – TİN

16 Şubat - 29 Şubat 2016
 
Green Day
 
Deniz Sağdıç, “TİN” başlığı altında topladığı çalışmaları ile Çankaya Belediyesi, Galeri Çankaya sergi salonunda izleyiciyle buluşuyor. Sağdıç, 2014 yılında başladığı serisinde, antik dönemden bu yana düşünce dünyasının temel inceleme konusu olmuş, modern dönemle birlikte sanatçılar için öncelikli sorunsal haline gelmiş “Tin” kavramına; kendi penceresinden farklı yaklaşımlar ortaya koyuyor. Duyularla algılanan, kabul edilmiş temsillerin, zihnin derinliklerinde yeniden işlenişlerine çeşitli önermeler sunan sanatçının kendisiyle özdeşleşen anlatım biçimiyle hayata getirdiği çalışmaları monokrom renklerle kurgulanıyor. Sanatçının “Tin” başlıklı serisi ekseninde şekillenen sergiye, farklı tekniklerde hayata getirdiği çalışmalar ile önceki dönemlere ait örneklere de yer veriliyor. 
 

* * *

 

GALERİ / MİZ

 

Sabrina Fresco – Dalgaların Köpüğü

 
18 Şubat – 15 Mart 2016
 
 
Sanatçı bu sergisinde, ilk bakışta denizi, dalgaların köpüğünü ve onların kendisi ile duygusal ortaklığını konu ediyor. Farklı boyutlarda, ama neredeyse hep aynı hareketleri içeren biçimleriyle karşımıza çıkan heykeller, bize dalgaların yumuşak ve birbirlerini tekrar eden gel-gitlerini anımsatıyor. Bu heykeller aslında denizin doğrudan betimlenmesinden çok, sanatçının onu seyrederken kapılıp gittiği hayaller ve o hayallerin kendisinde yarattığı duyguların görüntüsüdür.
 
Öte yandan Fresko, galeri mekânına yerleştirdiği bir ekran aracılığı ile deniz duygusunu izleyiciye daha güçlü hissettirmeyi amaçlıyor. O ekranda, sanatçının gözünden denizi, yüze çarpan dalgaları, dalgaların içindeki ilerleyişi deneyimliyoruz; o sırada da heykelleri yeniden düşünüyoruz. Aynı, sanatçının sergiye düştüğü şu notta belirttiği gibi: “Hayal dünyamdan çıkan form, yine hayal gücümü tetikliyor; hep yapıp durduğum sonsuzluk şekline dalıveriyorum, denize daldığım, sonsuz kulaç hareketleriyle yüzdüğüm gibi.” 
 
Oysa biz izleyiciler, sanatçının deniz ile kurmuş olduğu bu duygusal bağa ve o bağ aracılığı ile gerçekleştirdiği estetik dünyaya kendimizi kaptırmışken, o haz ortamına alışmaktayken, bizim için “kötü” bir sürpriz hazırlandığının farkına varmıyoruz. Öyle ki duvarlardaki küçük, ilk anda dikkat çekmeyen ekranlara yaklaştığımızda, o hayaller ürettiğimiz denizin taşıdığı bir trajedi ile yüz yüze geliyoruz: Şişme botların içinde bir yolculuğa çıkan göçmenler... Ve kıyıda bekleyerek benzer bir yolculuğa hazırlanan diğerleri... Haz atmosferine gizlenmiş ağır bir gerçek...
 
Hüsrev Gerede Caddesi Deniz Apt. 64 Teşvikiye
 
 

* * *

 
 

Özlem Kalkan Erenus – MEMORIA

23 Şubat – 31 Mart 2016
 
 
Özlem Kalkan Erenus "MEMORIA" adını verdiği 18. kişisel sergisiyle Mimn Sanat Galerisi Bodrum Yalıkavak Palmarina'da. Erenus, MEMORIA sergisi için 2004-2016 tarihleri arasında üretilmiş yaklaşık 50 parça tuvalini düzenliyor. Sanatçı, belleğinden süzülerek gelen tikel görüntüler olarak değerlendirdiği tuvallerini, izleyici ile buluşturduğu her yeni mekan ve her yeni sergileme sürecinde, inşacı bir zihinsellik kapsamında yeniden yorumlayarak düzenliyor ve zamandizinsel olmayan bir tür süreklilik algısı ortaya koymayı amaçlıyor.
 
 
Yalıkavak, Palmarina No: D105, Merkez Mah. Çökertme Cad. Bodrum
0212 232 38 13 - 0536 553 50 66 | info@minesanat.com |  minesanat.com