Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | “Güzeliz!” … mi acaba?

“Güzeliz!” … mi acaba?

11 Ocak 2019 - 07:01 | Empatikler mi yoksa vahşiler mi, işte bütün mesele bu seçimde
Mam’Art Tiyatro, çağdaş Alman tiyatrosunun önde gelen yazarlarından Rebekka Kricheldorf’un “Homo Empathicus” oyununu çok yerinde bir çeviri yorumu yaparak “Empatopya” adıyla seyircilerine sunuyor.

EMPATOPYA- Yazan: Rebekka Kricheldorf, Çeviren: Mehpare Bakır, Yöneten: Oğuz Utku Güneş, Işık tasarımı: Ayşe Ayter, Dekor-Kostüm tasarımı: Makbule Mercan, Ses tasarımı: Vehbi Uyaroğlu, Koreografi: Utku Demirkaya, Oynayanlar: Tuğrul Tülek, Goncagül Sunar, Ayşe Ayter, Melina Özprodomos, Ali Rıza Kubilay, Aykut Akdere, Ayşegül Tekin, Derya Artemel, Elif Melda Yılmaz, Murat Okay, Mustafa Ergüven, Onur Öztay, Volkan Akçaalan.

 

“Neden yazıyorum? Bu tuhaf sorunun bir tek kesin yanıtı var: Neden yazmayayım?” diyor Rebekka Kricheldorf ve şöyle devam ediyor: “Ben oyunlarımı tanımlayıp adlandıramadığım için, başkalarının kullandığı, benim de aklıma yatan “kara komedi”, “fars” ya da “grotesk” terimlerini benimsiyorum. Son on yılda yazdığım oyunlara bakınca, temelde odaklandığım sorunun, bireyin sosyal sınırlamaları aşabileceği çok kısıtlı olanaklar, sosyal çevrenin koşullandırmaları ve bunlara karşı çıkmanın beyhude girişimleri olduğunu görüyorum.” 

 

Daha iyi olamayacak kadar iyi hiçbir şey yoktur

Alabildiğine yalın parçalardan oluşan katmanlı bir dekor, alabildiğine yalın bir ışık ve en çevreci yeşillere bürünmüş on üç kişi var sahnede; replikleriyle, mimikleriyle, beden dilleriyle bize sesleniyorlar:

 

“Empatopya'ya gelin siz de bir yaşam sahibi olun!

Empatopya size varolmak ve solmanın muazzam dengesinde, değer bilen yardımsever komşularınızla unutulmaz bir yaşam zamanı vaat ediyor.

Diğer ütopyaları unutun! 

Empatopya'da sosyal statü, rekabet, ayrımcılık yok; Empatik Toplum Modeli ile eşitlik, sevgi ve varoluşsal bir huzur var!

Bebeklerin bile ağlamadığı yüksek yaşam kalitesiyle Empatopya'da olumsuz hiçbir duygu yok.

Empatopya'da çirkin yok, çünkü Empatopya'da çirkin diye bir kavram yok. Empatopya'da daha iyi olamayacak kadar iyi hiçbir şey yok! Empatopya varolabilecek en güzel Yokyer!"

 

Hiç yadırgamadınız değil mi?

“Gel vatandaş gel! %0 faizle, hiç peşinatsız, hem dağda hem leb-i derya, havuzlu mavuzlu, AVM’li falan filan, seçkin komşularınızla paylaşacağınız ille de korunaklı, ille de güvenli, yaşam kalitenizi yükseltecek,” diye tezgâhlanıp cebinizdeki, olmadı cebinize girecek paralara, o da olmadı gırtlağınıza kadar borç batağına sürükleyecek kredilere göz diken reklamlardan ne farkı var ki yadırgayasınız?

 

Gelecekteki bu toplum düzeni empatopya mı, ütopya mı, distopya mı, yoksa hepsi birden mi?
 
 
 
 

Sahnedekilerin yüzünden gülücükler, aralarında öpücükler hiç eksik olmuyor. Herkes mutlu mesut. Sokaklarda, mekânlarda, evlerde, ofislerde gülümseyen tek kişi göremediğimiz bizimki gibi ülkelerde yaşayanlar için ne kadar da şaşırtıcı bir görüntü. Ve sahnedekiler bir ağızdan var güçleriyle “Güzeliz!” diye haykırıyorlar. Ama o da ne? Bu kadar özgürlükçü, bu kadar eşitlikçi, bu kadar sevgi dolu, sosyal statünün, rekabetin, ayrımcılığın olmadığı bu toplumda dekorların en üstünde dikilen kişi birden ses tonunu sertleştirip “Ha bu arada…” diye başlayarak bir takım uyarılarda bulunuyor. Hani şef, lider, reis yoktu, bu adam da nereden çıktı şimdi? Yoksa empatopya diye bizi yutturmak istenilen aslında bir distopya mı?  Buyurun, buradan yakın.

 

Oyunun yapımcısı Feri Baycu Güler bir röportajda, “Bu oyunun Türkiye için değil ama dünya perspektifinde çok politik olduğunu düşünüyorum. Düzenin nereye evrildiğiyle alakalı bir oyun bence bu. Her şey yerli yerinde ve düzenli olduğunda ne olur? Gerçekten daha iyi olamayacak kadar iyi bir şey yok mudur aslında?” diyerek çok gerçek bir noktaya parmak basıyor.

 

Gerçekten de o herkesin tebessüm ettiği düzen, biz garibanlara tekdüze ve sıkıcı geliyor. Biz bazı yüzleri görmemek, bazı sesleri duymamak için elimizi uzaktan kumandada ayıramayanların soyundanız. Ve bir şeylerin daha iyi olabileceğini ummaktan başka tesellimiz de yok.

 

Cinsel kimliği özel olmayınca vahşi de sayılabiliyor insan.

 

 

Sonra empatopyada yaşayanların gözünde “vahşi” olan iki kişi çıkıyor ortaya. Damat ve gelin adaylarında aranan “içkisi, sigarası, kumarı yok, eline beline diline hâkim” özelliklerinden hiç nasibini almamış bir “kadın” ve bir “adam”. Bütün bu olumsuz niteliklerinin yanı sıra bir de erkek ve dişi olarak tanımlanıyorlar. Oysa Empatopya’da “Cinsel kimlik kişiye özel”, insanların cinsel yaşamları hiçbir biçimde sorgulanmıyor. Kadın ve adam diye cinsel kimlikleri olunca bu insanlar vahşi ve mutlak özgürlüğün egemen olduğu empotapya’da onlara yer yok.

 

Empatopya çok sağlam bir metin. On üç oyuncu da o metni daha da güçlendirerek oynama başarısını gösteriyorlar. Oyun seçiminden oyunculuklara, sahne düzeninden oyun düzenine kadar bilinçli, yerinde bir çalışma yapılmış.

 

Oyunun yönetmeni Oğuz Utku Güneş’in sahnelemedeki başarısı da, o mutlak özgürlük düzenini benimsetmeye çalışan sistemi, “Seni özgürlüğe zorlayan bir sistem de faşizandır” diye yorumlamasından kaynaklanıyor.

Etiketler: Seçkin Selvi  tiyatro