Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | Artemis misali bol meme İsa - İbrahim Selim'in Virtüözite Gösterisi

Artemis misali bol meme İsa - İbrahim Selim'in Virtüözite Gösterisi

05 Nisan 2016 - 11:04
DOT’un en sevdiğim yanı kalite garantisinin verdiği rahatlık. Üstelik bu garanti süresi başka üretimlerdeki gibi sınırlı da değil. Kurulduğundan bu yana süregelen ve hiç kuşkusuz süregidecek bir kalite garantisi
BUNU BEN DE YAPARIM / NIPPLEJESUS- Yazan: Nick Hornby, Yöneten: Serkan Salihoğlu, Çeviren: Melisa Kesmez, Serkan Salihoğlu, Dramaturg: Melisa Kesmez, Oynayan: İbrahim Selim, Işık tasarımı: Serkan Salihoğlu, Ses tasarımı: Özgehan Özturan, Afiş tasarımı: Haluk Tuncay, Afiş fotoğrafı: Serdar Tanyeli, Oyun fotoğrafları: Ayşegül Karacan, Proje ekibi: Uğur Baran, Barış Aytaç, Atakan Akarsu, Mekan yönetimi: Ayşegül Beyazdağ, Özer Erguvan.
 
DOT’un yeni mekânı Kanyon’da sahnelediği (Kışdönümü’nden sonra) ikinci yeni oyunu “Bunu Ben de Yaparım”, İngiliz yazar Nick Hornby’nin önce “Melekle Sohbet” adlı öykü antolojisinde yer alan, sonra bir monolog biçeminde sahneye uyarlanan yapıtı.  
 
Sergilenen bir çalışmanın sanat olup olmadığına kim, hangi ölçütlerle karar verebilir? Modern sanat denilen sanat mıdır, şarlatanlık mıdır? Modern sanat metalaştırılıyor mu? Bu metanın maddi, manevi getirisi adına bir takım dolaplar çevriliyor mu? Bu soruların keyifli, ama hayli riskli yanıtları Nick Hornby’nin oyununda, “modern sanatı korumanın gece kulübü fedailiğinden çok daha tehlikeli” olduğunu söyleyen Dave’in ağzından aktarılıyor.
 
Oyun ve Yorumu
 
Fonda beyaz saten perdenin, önünde de masa üzerindeki soğan ağacı saksının durduğu boş bir alan. Onların önünde de Dave. 1.83 boyunda, 85 kilo ağırlığındaki Dave, evli ve iki çocuk babası. Yaşı 38’e gelmiş, şimdiye kadar bar fedaisi olarak çalışmış. Zira fiziği buna uygun. Zaten kendisi de kendinin başka neye uygun olabileceğini hiç düşünmemiş. Ama sevgili karısı Lisa, başta çocukları olmak üzere ailenin geleceği konusundaki kaygılarıyla onu başka bir iş tutmaya teşvik ediyor. Ve Dave şimdiye kadar kapısından içeri adım atmadığı bir sanat galerisinde iş buluyor. 
 
Kendisi her ne kadar bu işi, “Bana kimse ne olduğunu anlatmadı. Bana kimse benim gibi birine neden ihtiyaçları olduğunu anlatmadı,” diye tanımlıyorsa da, karısı hiç değilse kocasından “bar fedaisi” yerine “güvenlik danışmanı” ya da “sanat danışmanı“ olarak söz etmenin kıvancını yaşıyor. Dave de kendisi gibi birine neden ihtiyaç olduğunu görev yerine gidince anlıyor.
 
Sanat galerisinin eleman ilanına pek çok başvuru olmuş. Gelenler arasından seçilenler, galerinin çeşitli bölümlerinde görevlendiriliyor. Sonunda Dave’e sıra geliyor. Onu en arkadaki bir odaya götürüyorlar. Odanın yarısı perdeyle ayrılmış. Perdenin önünde bir yazı: DİKKAT! Bu odadaki sert içeriklidir. Rahatsız olabileceğinizi düşünüyorsanız lütfen girmeyin. 18 yaşından küçükler “zaten” giremez.
 
Dave her ne kadar sanattan bir şey anlamasa da, bu konudaki echelliğinden gocunmasa da, koruyacağı sanat yapıtının ne mene bir şey olduğunu görmek için perdenin arkasına geçiyor. Orada üç metre boyunda koca bir İsa resmi. Çarmıha gerilmiş, acı çeken bir İsa tasviri, çok da güzel, çok da dokunaklı. Dave resmi beğeniyor ve daha iyi incelemek için yaklaşınca, resmin mozaik gibi bir araya getirilmiş, küçük meme görüntülerinden oluştuğunu görünce şaşkınlık ve dehşetten dudağı uçuklama raddesine geliyor.
 
Resmi önce itici buluyor, giderek alışıyor, hatta beğenmeye başlıyor. Karısına bile zekice diye savunuyor. Yapıtın öneminin uzaktan bakıldığında güzel, yakından bakıldığında müstehcen olduğunu vurguluyor. Ama sonunda ressam Martha, o resmi insanlar gelip parçalasın diye yaptığını söyleyince Dave iyice afallıyor. Yazar, Dave karakterinde modern sanat konusuna sıradan bir insanın bakış açısını aktarırken, sanatçıların tutuculuğa ve sansüre karşı tavrını da, hem bir direniş hem şöhret kapılarını zorlamanın bir aşaması olarak sorguluyor.
 
Melisa Kesmez ile Serkan Salihoğlu’nun çevirideki akıcı dili, oyunun hemen benimsenmesini sağlıyor. Özgün adı olan “NippleJesus” yerine Ayrıntı Yayınları arasında yer alan Christian Saehrendt ve Steen T. Kittl’in “Bunu Ben de Yaparım” kitabının adının konması da çok isabetli olmuş. Çünkü o kitap da “Modern sanatı anlamak neden bu kadar zor? Neyin sanat olduğuna, neyin olmadığına kim karar veriyor? Sanat ve kuram yazılarında neden tumturaklı bir dil kullanılır? Sanat camiasının şatafatlı kulislerinde neler olup bitiyor?” diye tanıtılan ve bu konuyu irdeleyen bir yapıt. Dahası “Bunu ben de yaparım,” darbeci cumhurbaşkanının da dilinden düşürmediği bir sanat anlayışıydı. Serkan Salihoğlu yönetmen olarak da çok başarılı bir yoruma imza atmış.
 
Ama ille de İbrahim Selim. Ülkemizde pek yaygın olan o siyah gözlüklü, siyah takım elbiseli koruma görüntüsü Dave/İbrahim için de geçerli. Gece kulübü koruması, sanat galerisinde iş bulunca tabii tek giysisi olan o siyah takımı giyiyor ve tek değişiklik olarak siyah gözlüğü çıkarınca oluyor “sanat danışmanı”. İbrahim Selim müthiş bir oyunculukla Dave’i canlandırırken, şu karanlık süreçte kahkahaya dönüşen gülümsemelerden keyifli bir umut suyu serpiyor yüreklerimize.
 
İletişim: 0212. 251 45 45
 

* * *

 

Demir Parmaklıklar Arkasında

 
 
Daha önce dünyada hiç gerçek anne-kız tarafından oynanmayan “Demir”de Güzin ve Zeynep Özyağcılar anne-kız rolünü birlikte üstlenerek bir ilke imza atıyorlar. 
 
DEMİR- Yazan: Rona Munro, Yöneten: Serkan Üstüner, Dramaturg ve Yönetmen yadımcısı: Hande Ören, Dekor tasarımı Cihan Asar, Müzik: Selimcan Yalçın, Oynayanlar: Güzin Özyağcılar, Zeynep Özyağcılar, Gözde Çetiner, Burak Tanay.
 
İskoç yazar Rona Munro’nun kadın sorunları ile cezalandırma ve cezaevi sorunlarını irdeleyen oyunu “Demir”in Türkiye’deki yapımı ilginç bir özellik taşıyor. Bir anne-kızı anlatan oyunda bir anne-kız oynuyor: Güzin ve Zeynep Özyağcılar. 
 
Kocasını öldürmek suçundan müebbet hapis cezası alan ve 15 yıldır cezaevine olan Fay, hapse girdiği günden beri kızı Josie’yi görmemiştir. Ama 15 yıl sonra Josie en beklenmedik anda çıkagelir. Babasını öldürdüğü için annesini suçlayan, 11 yaşından bu yana o travmayla boğuşan ve annesinden uzak duran Josie, belki de artık boşanmış bir kadın olarak karı-koca ilişkilerindeki sorunlara başka bir gözle baktığı için annesini görmeye gelir. Belki boşanmasının nedenini de o cinayete ve o travmaya bağladığı için gelir, bilmiyoruz.  
 
Josie geçmişini yeniden keşfetmek, yeniden biçimlendirmek gayreti içindedir. Fay ise, hapiste yaşayamadığı “dışarıdaki” hayatı kızına yaşatıp o yolla dışarı özlemini giderme çabasındadır.Her iki kadının kişiliğinde de yaşadıkları acıların getirdiği bir katılık, bir sertlik ve ona bağlı bir kırılganlık oluşmuştur. Yazar alışılagelmiş hapishane oyunları şablonundan çıkarak, anne ile kızın baştaki donuk, giderek sevecen ilişkisini derinlemesine ele alırken, cezaevi koşullarının yarattığı sorunları da aktarıyor. Zaman içinde Fay’le bir tür dostluk bağı geliştirmiş olan kadın ve erkek gardiyan, kızın ziyaretlerinin Fay’i yeni bunalımlara sürükleyeceği kaygısıyla Josie’ye pek sıcak bakmıyorlar. Gerçekten de Fay bir olay çıkarıp ziyaret yasağı konulunca açlık grevine varan bir tepki gösteriyor. Ama annesini ziyarete geldiği halde, görüş yasağı yüzünden onu göremeyen Josie’nin dış görünüşündeki annesinin yönlendirdiği değişiklik, iki kadının 15 yıl sonra barışmış olduklarını kanıtlıyor.
 
Cihan Asar’ın tasarladığı dekor pratik ve işlevsel.
 
İlk karşılaşmada birbirlerine ürkerek, isteksiz yaklaşan iki kadın, hem kendilerini hem karşılarındakini sorgular, hesap sorar, didik didik ederken, çok köklü olmasa da ortak bir noktaya yaklaşıyorlar. 
 
Güzin Özyağcılar deneyimli bir oyuncu olarak Fay karakterini iyi işlemiş. Josie’yi canlandıran Zeynep Özyağcılar da yetenekli oyunculuğuyla dengeyi kurmayı başarıyor. Kadın gardiyanda Gözde Çetiner, erkek gardiyanda Burak Tanay kişilikleri yazar tarafından yeterince işlenmediği halde rollerinin gereğini aksaksız yerine getiriyorlar.
 
0212. 281 12 00 - www.tiyatromarti.com
 
 

* * *

 
 
Eşsiz Tiyatro Belgeleri KOLEKSİYONEVİ
On-Line Müzayedesinde
 
1929’da Üniversiteye yazılan öğrenci ve öğretmenlere özel gösteri yazısı
 
Koleksiyonevi on-line müzayedelerinde tiyatrolar, tiyatrocular ve tiyatroseverler için çok değerli belgeleri satışa sunuyor. Örneğin yukarıda görülen 1929 tarihli yazı. Darülbedayi’nin öğrencilere ve öğretmenlere her haftanın belirli bir gününde özel gösterim yapacağını duyuran bu yazı gerçekten çok değerli ve önemli.
 
info@koleksiyonevi.net web adresinden ve  0533. 554 56 96 – 0532. 432 39 45 no.lu telefonlardan ulaşılabilen müzayede kuruluşunun arşivinde Darülbedayi temsillerinin bilet ve programlarından, sahnede kullanılan paralara, tiyatro ustalarının jübile programlarına kadar çok çeşitli belgeler var.
 
Bunlardan birkaç örneği burada bulacaksınız.
 
Ferah Tiyatrosu “Amca Bey” programı, Sahne parası, Ferah Tiyatrosu “Baykuş” oyun bileti
 
* * *
 
 

Mehmet Tekirdağ / ??? ? - Kedigrafi Sergisi  

Harflere Dönüşen Kedi Formları

 
26 Mart -8 Nisan 2016
 
 
İnsanoğlunun kadim dostları kediler, Mehmet Tekirdağ’ın yaratıcılığı ve duyarlılığıyla birleşerek eşsiz formlara bürünüyor. Kedilerin duruş ve hareketlerindeki estetik çizgileri izleyen sanatçı, kendi geliştirdiği özgün anlatım dili “KEDİCE” ile yepyeni bir görsel dünya yaratıyor ve “KEDİGRAFİ” adını verdiği bu dünyada yapacağımız sihirli yolculukta tercümanımız oluyor. Kediler bazen 32 Harften oluşan bir alfabeye, bazen Japon bayrağına, bazen de benzersiz simgelere dönüşüyorlar.
 
Japon Sanat Merkezi - Wabiten Sergilerinin yeni halkası olan “KEDİGRAFİ”, yakın zamanda tüm dünyaya yayılması beklenen Kediceyi öğrenmek isteyen tüm sanatseverleri bu sergiye bekliyor. 
 
Pazar-Pazartesi hariç  11:00-17:00 arası
Osmanağa Mah. Kuşdili Cad. Vişne Sok. 
Mercanlar iş Hanı No:50 /6 Kat:2- Kadıköy  
Tel: (0216) 338 28 26
 

* * *

 

Sergen Şehitoğlu - Kill Memories

9 Nisan – 28 Mayıs 2016
 
Güney Africa #96, 2016,seri GSV, Siyah Beyaz Fine Art baskı, 40x60 /70x90cm çerçeveli, tek edisyon + 1 EA
 
SANATORIUM(İstanbul) ve Backslash Gallery(Paris) tarafından temsil edilen Sergen Şehitoğlu’nun Paris’te açılacak "Kill Memories" sergisindeki işler sadece bilgisayar ekranından elde edilmiş görsellerden oluşuyor ve fotoğraf makinesini aradan çıkararak çağdaş fotoğrafın değişen yüzüne bir keşif yapmamızı sağlıyor.
 
“Kurucularının dijital dünyanın zirvesi olarak gördüğü Google, Sergen Şehitoğlu için bitmek tükenmez bir imge kaynağı. Şehitoğlu “Kill Memories”, “Google Street View”, “Mt. Paektu” adlarını verdiği üç fotoğraf serisinden ikisini orada bulduğu malzemelerden oluşturuyor. İçinde bulunduğumuz post-internet çağında, Şehitoğlu, gözetleme güdüsünün ve her yerde hazır olabilme yetisinin baskın olduğu bu teknolojilerin kullanımını yapıbozuma uğratıyor. Burada söz konusu olan, görme ve kendini gösterme arzusu. Özel ve kamusal alanlar arasındaki ayrım gittikçe kırılgan bir hal alıyor; gerek imgelerin kontrolü gerek kişisel verilerin veya arşivlerin yaratılması açısından, mahremiyet günümüzde köklü bir dönüşüm geçiriyor. Takip etme, paylaşma, görüntü alma, spoiler verme, gözetleme ve depolama gibi eylemleri içeren bu her yerde hazır ve nazır ağ, ilişkilerin baştan biçimlenmesine yol açıyor. Sergen Şehitoğlu, internetin filtresinden geçmiş imgelerin dolaşımı ile bu imgelerin teşhir ve yeniden şekillenme arasında gidip gelen üretim sürecini sorguluyor. Her birimizin anılarımızı bu dijital temsilleriyle örtüştürmek için sarf ettiğimiz çabayı örnek alarak, söz konusu imgeleri yeniden çerçeveliyor, tekrar işliyor, görüş açılarını değiştiriyor. Böylelikle fotoğraftaki stüdyo fotoğrafı, haber fotoğrafçılığı veya sokak fotoğrafçılığı gibi başlıca stilleri sahiplenerek, imgeye dair kendi düşüncesini ortaya koyuyor. Modernist estetikten kısmen uzaklaşan bu üç fotoğraf serisi ortak bir paydada buluşuyor: Bilgisayar. Web kamerası veya Google arabalarının tepesine yerleştirilen kameralar gibi arayüzler sayesinde görsel içeriği hem kaydeden hem de üreten bir makine...
 
Marianne Derrien- Bağımsız sergi küratörü ve sanat eleştirmeni”
 

* * *

 
 

Ahmet Yeşil “Tarihsiz Günlükler”

18  Mart – 6 Nisan 2016
 
Aşkın Green Hali
 
Ahmet Yeşlil’in “TARİHSİZ GÜNLÜKLER” adlı serisinden çalışmaların yer alacağı sergi, Galeri Soyut A-B Salonları’nda yer alıyor.
 
Sanatçının son dönem çalışmalarında tüm tematik anlatım dilinden soyutlanarak, plastik ve sanatsal gücün yarattığı minimalize çalışmalar, plastik dil üzerinden yaratılan   imge  açık yapıt olarak ortaya çıkar.
 
Halen Ahmet Yeşil’in tuvalinde ip ve halat görenler için de şunları söyleyebiliriz. İp ve halat sözlük anlamıyla bağlayıcılığı ifade eden, sarmal nesnelerdir. Ahmet Yeşil’in tuvalinde ise, ip ve halatlar, maddi dünyadaki bağlayıcı rolünü tamamen kaybeder ve artık onlar, resim düzlemine yepyeni açılımlar sunan, sanatçının plastik dilinin vardığı imge, anlatmaktan anlamaya kullandığı bir araç haline dönüşür. İzleyiciyi ipler, halatlar çekmez sanatçının iç dünyasına. İzleyiciler, sanatçının kendine has mavi, yeşil, mor ya da kırmızı renklerle tuval yüzeyinde yaratığı şiirsel kompozisyonların içine dalıverir. Bazen denizin altında, bazen dalgaların üzerinde, bazen ıssız bir ormanda, bazen de yeşile gebe mavinin içinde buluverirler kendilerini. Sanatçının.  plastik dii üzerinden yarattığı  imge güçü izleyici ile  kurduğu  diyalogun yarattığı etki  izleyiciyi içine çeker. 
 

Emre Gün, “Tesir / Effect” Seramik Sergisi

18 Mart – 6 Nisan 2016
 
 
Temel bağlamda maddenin yapısı varlığın suretini betimler. Bu görünürlük, üzerinde  etki edildiği takdirde o varlığın suretinde değişim yahut çeşitlenmeyi mecbur kılar. Bu noktada kavramlar ve zihinsel imgeler maddeye yöneltilen tesirler sayesinde kendi realitesine ulaşır ancak bu durum yine de büyük realitelerin yalnızca bir perspektifi olmak zorundadır. Algılayış biçimindeki çeşitlilik iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın, güzel ve çirkinin, ana fikirde zıtlıkların evreni kapsayan uyumunun ve gerekliliğinin idraki ölçüsünde mümkün olur. Bu sebeple burada sarf edilmiş cümleler bir manifesto değil, çalışmalarımın gayesini özetleyen naçizane bir pusuladır. 
 
Yıldızevler Mah. Şehit Mustafa Doğan Sok.
82/A-B Çankaya Ankara, (0312) 438 86 70